AKP hükümeti adeta acele giden ecele gider özdeyişini kanıtlama telaşı içinde koştururken, kendini değil ama vatandaşı eceline götüren kararlara imza atıyor. Sözde hızlı trenin feci sonu bu gidişatın çarpıcı örneklerinden biri oldu.
Trenin raydan çıktığı haberiyle birlikte medya organları, aslında uzmanların çok uyarıda bulunduğundan dem vurmaya başladılar. Ancak kazadan önce, daha da önemlisi uygulamadan önce, bu tür uyarıları vatandaşın ruhu bile duymamıştı. Çünkü duyurabilecek tek güç medya idi ve o da ancak iş işten geçtikten sonra duyuruyordu. Artık bu bilgi 38 maktulü diriltemeyeceğine göre, bu gecikmiş haberin tek amacı olabilirdi, sorumluluktan kaçmak ve bu arada reyting yapmak...
Oysa uygulama öncesinde bilgilendirmeye dayalı bir karşı kampanyayla bu toplu cinayeti önlemek mümkün olabilirdi. Medya bunun, sadece kendinde toplanmış olan bu gücün pekala farkındadır. Gücünün farkında olduğu halde kullanmaması, onu cinayetin dolaysız ortağı yapıyor. Ve bu görüş, az sayıda da olsa, farklı medya organlarının köşe yazarları tarafından da dile getirilebiliyor. Fakat bu yönlü yazıların asla medya tarafından dile getirilmiş bir özeleştiri olarak değerlendirilmemesi gerekir. Bu tür kalemler medyanın marjinalleri konumundadır. Ana gücü hiç bir şekilde etkilememekte, yönlendirememektedir.
Medyanın sorumluluğunu bilmek veya teslim etmek yetmiyor ama. Bu gönüllü ortaklığın bir de sebebi olmalı, ki o sebep düzen medyası tanımında kendini ortaya koyuyor. Bu da bizi, cinayetlerin görünür sorumlularından -hükümetten, medyadan vb.- asıl sorumluya doğru yöneltiyor. Yine medya tarafından öne çıkarılan, AKP hükümetinin dinciliği, kaderciliği, bilimden-teknikten nasip almamış olması türünden sahte yönlendirmelerden de böylece kurtulabiliyoruz. Medya hükümete yönelttiği bu tür saldırılarla cinayetin tüm sorumluluğunu AKP hükümetine yıkıp kenara çekilmeyi düşünüyor olabilir. Oysa bu halk buna benzemez nice toplu cinayetlere tanık oldu. Onlarla, binlerle, onbinlerle can kaybettiği depremleri, selleri doğal afet, takdir-i ilahi olarak lanse edenler, dinci AKP hükümetinin yetkilileri değildi. Marmara depreminde bu, Ecevit idi örneğin.
Demek ki, sorun ne hükümetlerle ve ne de hükümet partilerinin felsefeleriyle ilgilidir. AKP hükümeti uzmanların uyarılarını dikkate almadan tren hızlandırır. Başka biri siyanürlü altına izin çıkarır, bir öteki aktif fay hatları üzerine nükleer santral kurma planları yapar. Bir başkası televizyonda çay içerek halkı radyasyonlu maddeler kullanmaya özendirir. Her bir olayın kahramanı farklı partilerin ve sözde farklı fikirlerin adamıdır. Ama görüleceği gibi tümü da aynı kapıya çıkan bir tavır içindedirler. Onları böyle aynılaştıranla, medyayı onların cinayetlerine ortak eden bir şey, bir güç var. İşte bu güç, hepsinin üstünde olan, hepsinin hizmet etmekle yükümlü olduğu bu güç, mevcut kapitalist sistemin kendisidir. Düzen medyası da, düzen partileri de, düzen politikacıları da er türlü suçu, pisliği hizmet ettikleri kapitalist sistemin ihtiyaçları doğrultusunda işliyor. Sisteme hizmetleri sürdüğü sürece de, şahsi suçları da sistem tarafından örtbas ediliyor.
Sistemin örtbas mekanizmalarının başında ise yine medya geliyor.
38 can kaybı ve onlarca yaralıyla sonuçlanan hızlı cinayet gibi önemli bir olayda bile, işi magazine döken çok fazla. Güya, bilim adamları uyarmıştı diyorlar. Ama manşetlerde; Alman annenin tepkisi, O benim tek evladımdı (Hürriyet, 1 Ağustos 04) türünden, son derece şahsi ve son derece arabesk başlıklar kullanıyorlar. Ya da Gaflet zinciri başlığı altında çalışanları suçlu gösteren resmi bilgiler sıralıyorlar (Akşam 24 Temmuz 04). Daha da kötüsü, özelleştirmenin yolunu düzleme adına işlenmiş bu cinayetten, özelleştirmeyi övücü sonuçlar çıkarmayı da ihmal etmiyorlar. Aynı tarihli Akşam, Yılmaz Ulusoyun; 30 yıldır otobüs işletiyorum ama demiryolu istiyorum. Bizim için bir şey değişmez. Otobüste sattığımız hizmeti demiryolunda satarız dediğini aktarıyor.
Hız konusunda uyarıları uygulamadan önce es geçilen aynı bilim adamlarının, bu kez de özelleştirme konusundaki uyarıları es geçiliyor. Tıpkı Marmara depreminden önce yapılmış uyarılar ancak deprem sonrasında, onbinlerce insanın toplu mezarlar altında can çekiştiği günlerde duyurulduğu gibi. Tıpkı beklenen İstanbul depremine ilişkin halen süregiden uyarılar es geçildiği gibi.
AKP hükümetini bilimsellikten uzaklıkla, kadercilikle suçlayan medya, asıl kendisi es geçiyor bilimi. Sadece es geçmekle kalmıyor, bugün lafla suçladığı icra makamındakilere dün alkış tutuyor. Sadece trendeki değil, örneğin AB reformları konusundaki hızı da öve öve bitiremiyor. Yarın AB treni raydan çıktığında, yine suçlama malzemesi arayacakmış, umursamıyor. Nasılsa malzeme kıtlığı çekmiyor.
Başta medya organları olmak üzere düzen kurumları ve eklentilerinin, sistemin kâr, daha fazla kâr hırsı uğruna yolaçtığı, bile bile hazırladığı toplu cinayetlerden sorumluluğu asla es geçilemez. Kuşkusuz hızlı tren katliamının baş sorumluları olarak hükümet ve başta başbakan olmak üzere tüm ilgili yetkili kişilerin suçlanması ve cezalandırılması gerekiyor. Fakat kesinlikle unutulmaması gereken, bu kişi ve kurumların arkasında, toplu cinayetlerin değişmez sorumlusu olarak kapitalist sistemin durduğudur; böyle kanlı bir sisteme sırtını dayamayan hiçbir birey ya da kurumun, böylesine büyük suçlara imza atmaya cesaret edemeyeceğidir.