7 Ağustos'04
Sayı: 2004/31 (23)


  Kızıl Bayrak'tan
  Satılmış ve kokuşmuş sendikal ihanet çetelerini alaşağı edelim!
  İMF’ye verilen yeni “niyet mektubu” açıklandı...
  DEP’lilerin TİSK ve Hak-İş ziyaretleri üzerine...
  Sermaye devleti ve medyası emperyalist işgalden yana...
  “Barışsever” Cola Turka... Aynanın arkasına bakın!
  “Hızlı” cinayet ve sermaye medyasının dolaysız sorumluluğu
  Metal TİS’leri ve sendikaların tutumu
  Castleblair işçilerinden teşekkür mesajı...
  Castleblair işçileri Marks & Spencer mağazaları önünde...
  5. Munzur Doğa ve Kültür Festivali sona erdi...
  Tekirdağ F Tipi Hapishanesi’nden siyasi tutsakların açıklaması...
  10. yıl kampanyasını güçlü bir devrimci siyasal çalışma haline getirelim!..
  Ekim Gençliği'nden...
  Kurtlar sofrasındaki ülke: Sudan
  Irak’ta “Müslüman Gücü” hazırlıkları
  İsrailli aydınlar siyonizmi mahkum etti!
  Büyük ve çok boyutlu oyun...
   Hiroşima ve Nagazaki’nin yıldönümünde gerçek barışa giden yol,
  İspanya’nın kırmızı çiçeği, Neruda’nın yasemin demeti...
  Flamenko Lamenko’nun kızıl dansçısı Antonio Gades öldü...
  Bültenlerden...
  Bültenlerden...
  Yoksulluğa ve yozlaşmaya karşı Mamak 1. Kültür Sanat Festivali’nde buluşalım!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Sermaye devleti ve medyası emperyalist işgalden yana...

Açgözlü kapitalist şirketler çok kazansın diye
emekçiler ölüme gönderiliyor!..

Iraklı direnişçiler tarafından kaçırılıp öldürülen Türk kamyon şoförü sermaye medyasında geniş bir yankı buldu. İki çocuk babası olan Murat Yüce, borç yükü nedeniyle ve ailesinin geçimini sağlamak uğruna Irak’a gitmiş, dönüşüne iki hafta kala öldürülmüştü. Ekranlardan yansıtılanlar, geride iki küçük çocuğuyla başbaşa kalan gözü yaşlı emekçi bir kadının dramından oluşmaktaydı. Burjuva medyanın ahlak dışı tüm yöntemleri kullanarak kitlelerin bilincini manipüle etme noktasında nasıl çalıştığına bir kez daha şahit olduk.

Sermaye medyası, empoze etmek istediği düşünceyi işlemeden önce, emekçi kitlelerinin bilincini ve duygularını hedef alan, duygu sömürüsüne dayalı bir bombardıman yürütüyor. Öldürülen Murat Yüce’nin emekçi kimliği öne çıkarılıyor, ailesinin geçimini sağlamak için her türlü riski göze alarak Irak’a gittiği konusu işleniyor. Böylece tüm emekçilerin yaşadığı geçim sıkıntısı teması işlenerek aynı kaderi paylaşmaktan dolayı bir ortaklık sağlanmaya çalışılıyor. Bununla amaçlanan, emekçilerin, olayın kendi başlarına gelmiş duygusuna kapılmalarını sağlamak. Daha sonra ise öldürülen emekçinin eşi ve çocukları öne çıkartılarak, aynı duygusal bombardıman devam ederek emekçilerin bilinci dumura uğratılıyor.

Nihayet, bu acı olayın sorumluları öne çıkarılmak suretiyle kitlelere empoze edilmek istenen düşünce işleniyor. Bu olayın sorumluları Iraklı “terörist”lerdir. O halde Irak’ta süren direniş de “terörizm”dir sonucu kendiliğinden emekçilerin kafalarında yer etmiş oluyor. Öyle ya, “savaş”ın bitmesinin ardından yaşanan onca çatışma, bölgedeki istikrarı bozmak isteyen bir takım “terörist” grupların faaliyetinden öteye bir şey değildir onlar için. Iraklı direnişçilerin yaptığı tüm uyarılar, özgürlükleri uğruna mücadele edip her türlü bedeli ödemekten ve ödettirmekten geri durmayacaklarını belirtmeleri, yine sermaye medyası için basit bir “propaganda”dan ibarettir.

Sermaye medyası bu acı olaydan tiksinti verecek bir tarzda yararlanmaya çalışmakta, emekçilerin tepkisini bilinçli bir yönlendirmeye tabi tutmak istemektedir. Oysa sorular doğru sorulduğunda, sermaye medyasının dayattığı sınırların dışından olaya bakıldığında, bu gerici politikanın zayıflığı görülebilir ve etkisi kırılabilir.

Sermaye medyası öldürülen kamyon şoförü üzerine timsah gözyaşları dökerken, bu olay gerçekte en çok emekçileri etkileyip üzmektedir. Ancak bu emekçinin öldürülmesinin sorumlusu Irak’ta işgalcilere direnen halklar mıdır? Yoksa öldürülen emekçinin bu işi yapmasını zorunlu kılan sosyo-ekonomik koşullar mı? On milyonun üzerinde işsizin telaffuz edildiği, çizilen pembe tablolara rağmen istihdamın bir türlü arttırılamadığı, servet-sefalet kutuplaşmasının derinleştiği bir ülkede emekçiler geçimini sağlamak için ya ölümü göze alarak tehlikeli işlerde çalışmakta, ya “suça” teşvik edilmekte, ya da toplumsal yozlaşmayla beraber ahlak dışı ilişkilere zorlanmaktadır. Bu seçeneklere alternatif üretemeyenler ise intihar etmekten başkaca bir çözüm bulamamaktaır.

Aynı sorunlarla karşılaşan Murat Yüce de ailesinin geçimini sağlayabilmek, çocuklarına biraz daha iyi bir gelecek hazırlamak için böyle tehlikeli bir yola başvurmak zorunda kalmıştır. Zorunlu kalmasaydı, haklı bir direnişin sürdüğü Irak’a ölümü göze alarak gider miydi? Örneğin, neden Türk İş adamları gitmiyor Irak’a? Neden öldürülenler parababalarının kasalarını doldurmak için gönderdiği emekçiler oluyor! Çünkü onlar Irak’a gitmeden de refah içinde yaşıyorlar. Bundan dolayı Murat Yüce’nin öldürülmesinden birinci derecede sermaye devleti sorumludur.

Denilebilir ki, kimse kimseyi zorlamıyor Irak’a gitmesi için. Hatırlanacağı gibi, emperyalist işgal başlamadan önce bizzat sermaye medyası tarafından savaşın aktif taraftarlığı yapılıyordu. Ticaret imkanının artacağı, bir koyup üç alınacağı, çok kârlar elde edileceği vb. söylemlerle toplum sersemletilmeye çalışılıyordu. Bu yolla kriz ve ekonomik sorunlarla bunalan kitleler daha iyi bir yaşam sürdürme vaadiyle kandırılmaya çalışılıyordu. Peki ne pahasına? Hem Irak halkının köleleştirilmesine hizmet etmek, hem de gençlerimizin komşu bir halkı emperyalist çıkarlar uğruna öldürmesi pahasına. Gençlerimizin kanını pazarlamaktan çekinmeyen sermaye devleti ve medyasının Irak’ta yaşamını yitiren emekçinin ardından dökeceği gözyaşı ne kadar inandırıcı olabilir ki? Geçmişte emekçilerin tepkisi nedeniyle savaşa girme hevesi krsağında kalan sermaye devletinin hala bir yolunu bulup işgale ortak olma hevesi bilinmeyen bir gerçek midir?

Sermaye medyasının bu olayla direnişe karşı toplumda bir tepki yaratma çabası, işgale ortak olma hevesinin dolaysız bir yansımasıdır. Sermaye medyası neden Amerika’nın onbinlerce Iraklı sivili öldürmesini bir kez olsun “terörizm” olarak adlandırmaz? Neden yapılan katliamlar, işkenceler görmezden gelinir de, emperyalist işgale karşı meşru olan bir direniş hedef tahtasına konulur? Irak halkının katledilmesi için emperyalistlere üslerini ve limanlarını açan sermaye devleti, emekçi halkın işgali protesto etmek için istediği miting alanlarına neden izin vermez?

Tüm bunlardan da anlaşılacağı üzere, sermaye devleti ve medyası ABD emperyalizminin hizmetinde ve onun safındadır. Tüm ikiyüzlü tutumlarına rağmen gerçek budur ve her olayı çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışmaktadırlar. Onlar için ne Irak’ta ölen halkların ne de Türk emekçilerinin bir değeri vardır. Onlar efendilerinin vereceği emri en iyi şekilde yerine getirebilmek için hazırolda bekliyorlar.

Sermaye medyasının emekçilerin bilincini karartmaya dönük çabalarına izin vermemeli, Irak halkının mücadelesine sahip çıkmalıyız. Öldürülen emekçinin sorumlusu olan işbirlikçi sermaye devletinden hesap sormalı, emperyalistlerle yapılan tüm anlaşmaların iptalini istemeliyiz.



Kürtler’in inkar ve imhası için hala her yol mübah görülüyor...

Kirli savaş yöntemleri yine devrede

“Dersim’de HPG gerillalarına yönelik yapılan nokta operasyonunda bir gerillanın başı, birinin de kolu gövdesinden kopartıldı.”

Haber, Gündem gazetesinde “Vahşet” manşeti altında yeralmış. Bu haberin sermaye basınında yer bulamadığını söylemeye ise gerek yok. Burjuva basının böyle bir olayı haber yapma durumunda nasıl aşağılık bir saldırı kampanyasına malzeme için kullandığı da biliniyor. Ama şimdi rüzgar başka yönden esiyor. Şimdi sadece parçalanmış cesetlerin üstünü örtme, bu tür olayları yok farzetme, görmezden-duymazdan gelme, görünmez-duyulmaz hale getirmeleri gerekiyor. Çünkü işleri başlarından aşkın. Çünkü ordunun “müthiş” değişimi üzerine, ne kadar demokratlaştığı üzerine reklam kampanyası yürütüyorlar.

Bunun için her malzemeden yararlanıyorlar. Son malzemeleri ise MHP’nin mektubu ve ordunun verdiği yanıttır.

Ordu güya, Kürt sorunu üzerinden hükümeti uyarmasını isteyen MHP’ye, “yasalar çerçevesinde muhatap değiliz” demiş...

Dersim’de yaşananlar, ordunun, Kürt sorunu çerçevesinde nasıl bir tutumun muhatabı olduğunu tüm çıplaklığıyla ortaya seriyor. Ordunun, yasalar çerçevesinde veya çerçevesi dışında, hükümeti uyarması gerekmiyor. Ordu Kürt sorunu konusunda -yasalar çerçevesinde veya dışında- üstüne düşeni yapmayı sürdürüyor. Geleneksel tutumundan zerre kadar taviz vermeksizin hem de. Hükümet AB kapısında “reform” rüzgarları estire dursun, ordu “inkar ve imha”nın dikalasını uygulamaya devam ediyor. Kontrgerilla el kitabı talimatlarını, Irak’taki conileri aratmayacak biçimde uygulamayı sürdürüyor.

Ama sadece Türk medyası değil, Irak’taki işkence haberlerini velveleyle karşılayan Avrupa basını da bu cesetlere işkence vakasını görmezden-duymazdan gelmeyi tercih ediyor anlaşılan. Avrupa’nın emperyalist demokrasisi, 10 dakikalık bayat haber yayınıyla ve 3 eski milletvekilinin erken tahliyesiyle Kürt sorununu çözdürdüğü huzuru içinde gözlerini kapamış görünüyor.

Kürt halkının, bütün bu tutumları dikkatle değerlendirmesi, gerçek dostları ve düşmanları konusunda önüne sürülen yanılsamalara çok dikkat etmesi gerekiyor. Teslimiyet bayrağı çekenler ne derse desin, bu son vahşet tablosu da göstermekte ki Türk sermaye devletinin Kürt halkına karşı tavrı, “barış”mak değildir. Bunun için onu muhatap alması, varlığını kabul etmesi gerekiyor çünkü. Oysa o bu sorundan kurtulmak için Kürtleri tümüyle ezmesi, kimliksizleştirmesi gerektiğini biliyor.

Gerilla cesetlerinin başlarına gelenler, Türk devletinin bu “başını ezme” kompleksinin tezahüründen başka bir şey değil. Simgesel anlamda Kürt halkının başını ezmiş kabul ediyor kendini ve Kürt halkına da bu mesajı vermeye çalışıyor.