7 Ağustos'04
Sayı: 2004/31 (23)


  Kızıl Bayrak'tan
  Satılmış ve kokuşmuş sendikal ihanet çetelerini alaşağı edelim!
  İMF’ye verilen yeni “niyet mektubu” açıklandı...
  DEP’lilerin TİSK ve Hak-İş ziyaretleri üzerine...
  Sermaye devleti ve medyası emperyalist işgalden yana...
  “Barışsever” Cola Turka... Aynanın arkasına bakın!
  “Hızlı” cinayet ve sermaye medyasının dolaysız sorumluluğu
  Metal TİS’leri ve sendikaların tutumu
  Castleblair işçilerinden teşekkür mesajı...
  Castleblair işçileri Marks & Spencer mağazaları önünde...
  5. Munzur Doğa ve Kültür Festivali sona erdi...
  Tekirdağ F Tipi Hapishanesi’nden siyasi tutsakların açıklaması...
  10. yıl kampanyasını güçlü bir devrimci siyasal çalışma haline getirelim!..
  Ekim Gençliği'nden...
  Kurtlar sofrasındaki ülke: Sudan
  Irak’ta “Müslüman Gücü” hazırlıkları
  İsrailli aydınlar siyonizmi mahkum etti!
  Büyük ve çok boyutlu oyun...
   Hiroşima ve Nagazaki’nin yıldönümünde gerçek barışa giden yol,
  İspanya’nın kırmızı çiçeği, Neruda’nın yasemin demeti...
  Flamenko Lamenko’nun kızıl dansçısı Antonio Gades öldü...
  Bültenlerden...
  Bültenlerden...
  Yoksulluğa ve yozlaşmaya karşı Mamak 1. Kültür Sanat Festivali’nde buluşalım!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
“Barışsever” Cola Turka...

Aynanın arkasına bakın!

Bir süredir ekranlarda gördüğümüz Cola Turka reklamı, güncel duyarlılıkların ve savaşa duyulan tepkilerin tam orta yerine vuruyor. Ürün ilk piyasaya sürüldüğünde de benzer bir biçimde savaş karşıtlarına oynayan Cola Turka, Amerika’ya karşı duyulan tepkiyi kullanmıştı. Boykot nedeniyle pek çok kişi Coca Cola yerine Cola Turka’yı tercih etmişti. Coca Cola’nın paylaşılmaz denilen pazar payının önemli bir kısmını elde etmişti. Oysa Amerikan malı kullanmayalım düşüncesiyle Cola Turka alanlar tümüyle bir yanılsamanın içindeydiler. Kolanın Amerikan kültürünün bir nesnesi olduğunu bir yana bırakalım, Türk kolası denilen, ambalajı anlı şanlı kırmızı beyaz renklerle bezenen Cola Turka, gerçekten Amerikan ürünüydü. Cola Turka, Amerikan markası Royal Crown ya da RC cola idi. Reklamlarında onu içerek Türkleşen Amerikalıar’ın resmedildiği bu içecek, has be has Amerikalı’ydı.

Şimdilerde Cola Turka, yeni reklamıyla karşımızda. Çöllerde sürünerek ilerleyen Amerikan askerleri, çölün ortasında buldukları Cola Turkalar’ı içiyor ve ardından üniformalarını, silahlarını atıyorlar. Burada duralım ve bunun ne anlama geldiğini bir düşünelim. Reklam kampanyasının öncesi ile birlikte düşünüldüğünde akla gelen ilk şey, çöllerdeki Amerikan askerlerinin “Türkleştikleri” olacak. Türkleşen ABD askerleri, bir anda barışçıl Türkler’e dönüşüveriyorlar. Bütün Türkler böyleyse eğer, insan sormadan edemiyor; öldürdükleri gerillaların kulaklarını kesenler hangi sınıfın nefret ve kinini temsil ediyor o halde? Peki zindanlarda yüzlerce insanı katledenler? Gerekirse onbinlerce kişinin ölümü pahasına Yunanistan’ı alırız diyenler? Reklamın sonunda gözüken “Yutta Sulh Cihanda Sulh” yazısı da bu reklamın eksik kalan yanını tamamlıyor.

İşgal öncesinde gözlerini kırpmadan ülkenin gençlerinin kanını pazarlık masasına yatıranların ve istedikleri payı alamadıkları için savaşın dışında kalanların ikiyüzlülüğünü hiçbir şey daha iyi anlatamaz. Üstelik bu reklam ile barış imajı çizen Ülker tekelinin, NATO Zirvesi’nin sponsorlarından olduğu herkesçe biliniyor. Sadece bu bile Cola Turka’nın savaş karşıtlığının sahteliğini anlamaya yetiyor.

Başından beri politik bir tanıtımla piyasaya sürülen Cola Turka başlı başına politik bir nesne ve tıpkı bu ülkeyi yönetenlere benziyor. Dışı Türk ama içi Amerikalı, savaşı ve ABD’yi destekliyor ama barış yanlısı görünme çabasında ve alabildiğine milliyetçi.

Reklamın yarattığı anlamlardan bir diğeri de çöllerdeki ABD askerlerinin, yaptıklarının ne kadar anlamsız ve kötü bir iş olduğunu anlayıp bu işten vazgeçmeleri. Yani reklama göre ABD askerleri ne yaptıklarının çok da bilincinde olmayan kandırılmış bir grup adam ve kadın. Peki gerçekten böyle mi? Amerikan askerleri, Irak çöllerinde ilerliyorlar, attıkları her adımda direniş ile karşılaşıyorlar. Her Amerikan askeri öldürüldüğünde “niye buradayız?” sorusunu soruyorlardır muhakkak. Öldürdükleri için değil, her gün daha çok öldürüldükleri için! Yoksa sorunun cevabı çok açık, bizim için de onlar için de. Hala demokrasi götürmek için Irak’ta bulunduğunu düşünen Amerikan askeri ya çok saftır, ya da parayla satın alınmış eli kanlı bir katil.

İşkence fotoğraflarında sırıtan iğrenç yüzlerini gördüğümüz Amerikan askerleri... Hiç de kandırılmış değiller. Ebu Garib’tekiler ve diğerleri ne yaptıklarının bilinciyle hareket ediyorlar. Cola Turka içip gerçeğin erdemine vardıklarını düşünürsek eğer, onların bilinçsizce hareket ettiklerini kabul etmek durumunda kalırız. Reklama bakacak olunursa, bu askerler bir çeşit büyünün etkisinde savaşırken Cola Turka içip bir anda büyünün etkisinden kurtuluyorlar. Bunun böyle olduğuna çocuklar bile inanmaz artık.

“Yurtta Sulh, Cihanda sulh” sözünden ABD’lilerin payına düşen de pek farklı olmayacak. Dünya barışını sağlamak, demokrasi götürmek gibi büyük lafların arkasında dünyayı kana bulayan ABD, kapitalist Ülker tekeli gibi “barışsever”dir muhakkak. ABD “barış” götürdüğünü iddia ettiği her yere kan ve gözyaşı götürmüştür.

Cola Turka reklamı imaj devrinin bir ürünü. Artık her markanın bir imajı var. Kimi sanatseverin dostu, kimi sporseverin. Cola Turka, bu reklam ile barışseverlerin dostu olduğunu iddia ediyor. Önümüze konulan bir ayna var ve bir de bu aynadan bize yansıtılanlar. Aynanın sırrını biraz aralayınca, aynanın arkasındaki gerçekleri görmek de mümkün olabiliyor. Gerçeklerin görünenlerden ibaret olmadığını; arabaların sporsever, bankaların sanatsever ve kolaların barışsever olamayacağını anlamak gerekiyor. Barışsever Cola Turka’nın NATO Zirvesi’nde dünyanın en azılı katillerinin masalarında boy gösterdiğini düşününce, onun gerçekte neyi sevdiği de daha iyi ortaya çıkıyor.

Reklamın anlattığı herşeyin yalan olduğunu görebilmek gerekiyor. Bir kez aynanın arkasını görebilenleri, bundan sonra hiçbir kola kandıramaz. “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sözünün kötüye kullanımı da bunun bir parçası. Dünyayı kana bulayan emperyalizm, bu dünyadan kovulmadıkça barış düşleri kurmak hayalcilikten başka bir şey olmayacak.

Amerikan askerlerine gelince; onlar, hala Irak çöllerinde sürünerek ilerliyorlar. Onları bekleyen ise kumların arasına gizlenmiş Cola Turkalar değil direnişçilerin öfkeleri.



Devrimci tutsaklara karşı yeni saldırı hazırlıkları sürüyor...

Devrimci tutsaklara sahip çıkmak
devrim davasına sahip çıkmaktır!

Düzen yeniden hapishanelerdeki devrimci tutsakları birebir hedef alan bir saldırının hazırlıklarını tamamlamak üzere. Saldırının sivri ucu devrimci tutsaklara yönelmiş olsa da özünde işçi sınıfı ve emekçi hareketi hedef alınmaktadır.

19 Aralık katliamı ile devrimci tutsaklar hücrelere dolduruldu. 4 yıldır hücrede olmalarına rağmen arkalarında destansı bir direnişin politik ve moral gücü olduğu için dirençleri kırılmadı. Dönem dönem çeşitli zayıflıklar göstermiş olanlar bile yeniden ayağa kalkmayı başardılar. Hücreler teslim almanın değil devrimci direnişin mekanları olmaya devam ediyor.

Tek tip elbise ve zorunlu çalıştırmayı da içeren TCK ve Yeni İnfaz Yasası Eylül ayında meclise gelecek. Yasa meclisten geçtikten sonra uygulanmaya başlanacak. Bu yeni saldırı daha şimdiden tutsakların direnme kararlılığı ile yanıtlanmaktadır. Her zamanki gibi devrimci tutsaklar dediklerini yapacaklar. Ne pahasına olursa olsun direnecekler.

Biz dışardakiler bu sürecin seyircisi olamayacağımıza göre, biz de hızla bulunduğumuz tüm alanlarda sorunu gündemimize alıp neler yapılabileceğini belirlemek zorundayız.

Bu noktada TUYAB’ın belirli bir süredir yürüttüğü bir çalışma var. Öncelikli olarak günlük basın gezilip sorun gündemleştirilmeye çalışılıyor. Bunların bazı gazetelerde bir karşılığı oldu. Yakın zamanda imza kampanyası başlatılıp yasa meclis gündemine geldiğinde kitlesel olarak Ankara’ya gitmek düşünülüyor. Sendikalar ve demokratik kitle örgütleri dolaşılarak oralardan sorun gündemleştirilmeye, duyarlı aydın ve sanatçıların gündemlerine sokulmaya çalışılıyor.

Saldırının önemi ve ciddiyeti konusunda Kızıl Bayrak okuru ve çalışanlarına herhangi bir uyarıda bulunmak gerekmiyor. Bu noktada tüm okurlarımız yeterli bilinç açıklığına sahiptir. Asıl sorun bu bilinç açıklığının hareket alanı olarak kullanılmasında yeterli ısrara sahip olmamamızdır. Elbette gündemlerimiz yoğun ve birçok işin arasında bölünüyoruz. Ama saldırı böylesine kapıya dayandığı yerde sorunu gündemimizin birinci maddesi yapmamamız hiçbir şeyle açıklanamaz. Konu hızla adım atmamızı gerektiren bir noktadadır. Sorun kendi cephemizden yasanın meclisten geçip geçmemesi değildir. Bu saldırıya karşı devrimci tutsaklara sahip çıkmak aynı zamanda devrim davasına sahip çıkmaktır.

4 yıldır hücrelerde devrimci tutsakları teslim alamayan düzen, ‘AB’ye uyum’ kisvesiyle her kesime saldırıya geçmiş durumda. Kamu emekçilerine, işçi sınıfına tüm emekçi kesimlere dönük saldırı yasaları bir bir meclisten geçiyor. Yasalar onların yasası, meclis onların meclisi. Ama sokaklar ve alanlar bizim. Yasaların işlerlik kazanıp kazanmayacağını sonuçta biz belirleyebiliriz; bu bize, ortaya koyacağımız çabaya ve çalışmaya, sergileyeceğimiz direnme gücüne, sorunu emekçilere maletme, onların duyarlılığını ve eylemini geliştirme çabamıza ve yeteneğimize bağlı. Oldu bittileri kabullenmediğimiz, saldırılara direndiğimiz koşullarda, sonuçta gerici saldırı yasaları çöpe atılmaya mahkumdur. Daha önce de benzeri saldırılar, defalarca genelgelerle yapılmaya çalışıldı, ancak herbiri sonunda çöpe atıldı.Bu kez neden aynısını başarmıyalım ki?

F. Yılmaz