6 Kasım 2020
Sayı: KB 2020/Özel-21

Kriz, afet ve ölüm düzenine karşı mücadeleye!
Deprem değil yağmacı-vahşi kapitalizm öldürüyor
Deprem değil, sistem öldürüyor!
Rusya-Türkiye ilişkilerinde gerilim alanları
97. yılında cumhuriyet
İki çanta iki ayrı sınıf
Deprem ve dışa vuran sınıfsal gerçeklik!
Valfsan’da yaşadıklarımız
“Kaybedecek bir şeyimiz yok!”
Rus devrimi ve nedenleri - Şefik Hüsnü
Ekim Devrimi: Kadınlar için özgürlüğün şafağı!
Şiddete, sömürüye karşı 25 Kasım’da mücadeleye!
YÖK düzenine karşı mücadeleye!
Kafkaslar’da savaş ve Dağlık Karabağ sorunu
ABD seçimleri ışığında kapitalizm gerçekliği
Tırmanan pandemi ve sözde tedbirler
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Ekim Devrimi: Kadınlar için
özgürlüğün şafağı!

M. İmran

 

“Kadının özgürlüğü, tüm insanlığın özgürlüğü gibi, yalnızca emeğin sermayenin boyunduruğundan kurtulmasıyla mümkündür.Clara Zetkin

Marx ve Engels Komünist Manifesto’yu dünyayı değiştirme tutkusuyla kaleme almışlardır. Manifesto, insanlığın eşit ve özgür yaşayacağı komünist toplumun özlü ve çarpıcı bir anlatımıdır.

Manifesto, toplumsal değişimin öznesi ve öncüsü olarak işçi sınıfını görür ve ona şöyle seslenir: “Bütün dünyanın işçileri, birleşin!” Bu aynı zamanda burjuva özel mülkiyet dünyasına karşı bir meydan okumadır.

Marks’ın bu çağrısını kendine rehber edinen Lenin ve Bolşevikler öncülüğünde çeşitli milliyetlerden kadın-erkek Rus proletaryası, ütopya denilen şeyi gerçekleştirmeye yöneldi. Manifesto’nun şiarı, 1917 Ekim’inde hayata geçirildi. Erkek-kadın Rus işçi ve emekçileri proletarya diktatörlüğünü ilan ederek, ilk kez kendi kaderlerini ellerine aldılar. Ekim Devrimi sayesinde kadınlar ilk kez gerçek anlamda eşit haklara kavuştular. Patriarkal erkek egemenliği tarihin çöp sepetine atıldı. Dolayısıyla Ekim Devrimi, özel mülkiyet ve sınıfların ortaya çıkmasıyla özgürlüğünü yitiren kadının da gerçek manada özgürlüğünü kazandığı muhteşem bir altüst oluştur. Elbette bu süreçte on binlerce kadının mücadelesi ve emeği vardır.

Hollandalı feminist yazar ve politikacı Anja Meulenbelt, “Feminizm ve Sosyalizm” başlıklı eserinde, Çarlık Rusya’sında kadının içerisinde bulunduğu durumu şöyle resmetmektedir: “Rus kadınları aşırı baskı altındaydılar. İster proletaryaya ister aristokrat ve burjuva sınıflara dahil olsunlar, kocalarının özel mülkiyetinde kabul ediliyorlardı. Kadınlara yapılan baskılar, kötü davranışlar normal bir şey olarak kabul ediliyordu. Kendi başlarına mülk edinme hakkına sahip olmayan kadınlar, her şey için kocalarının iznini almak zorundaydılar. Hakim sınıf içinde kadınlara, kendi arzuları olmayan, işe yaramaz bebekler olarak bakılıyordu. Köylüler ise, kadına erkeğin yaşam arkadaşı olarak değil, sahip oldukları hayvanlardan biri gözüyle bakıyorlardı. Sanayide çalışan kadınlar ise, ölmeden yaşayacak ücretler alıyor ve sömürülüyorlardı. Ataerkil alışkanlıklardan biri de, kız babasının düğün gününde damadına gerektiğinde otoritesini kullanabilmesi için bir kamçı hediye etmesiydi. Rusya›nın bazı bölgelerinde kadınlar çarşaf giyiyorlar ve genç kızlar satılıyorlardı.” (s.68)

Kadınsız devrim olmayacağı bilinciyle hareket eden Bolşevikler, onların devrim mücadelesine seferber edilmesi ve esaret zincirlerinde kurtarılması faaliyetini parti çalışması açısından çok önemli görüyorlardı. Lenin kadın çalışmalarını küçümseyen anlayışları sert bir biçimde eleştiriyor, önemini şöyle vurguluyordu: “Eski efendi bakış açısını en son, en ince köküne kadar kurutmalıyız – partide ve kitleler içinde.”

Ekim Devrimi’nin ardından ise Lenin kadının toplumsal değişimlerdeki rolünü şöyle dile getiriyordu: “Milyonlarca kadın bizimle birlikte olmaksızın, proletarya diktatörlüğünü yürütemeyiz, komünist inşaya girişemeyiz. Onlara ulaşmanın yolunu aramalıyız, bu yolu bulmak için incelemeli ve denemeliyiz.” Bu bilinçle hareket eden Lenin, bolşevik kadın komünistlerin kadın çalışmalarına dair önerilerini hep önemsemiş ve ön açıcı olmuştur.

Nitekim 1917 Şubat Devrimi’nin ardından bolşeviklerin Petrograd Komitesi üyesi Vera Slutskaya’nın önerisi ve inisiyatifiyle işçi kadınlar arasında bir ajitasyon-propaganda çalışması bürosu kurulmuştu. Bu büro kadın işçilere ve asker eşlerine yönelik ajitasyon-propaganda faaliyeti yürütüyor, kadın işçilerin fabrika ve bölge toplantılarını düzenliyor, savaşa ve pahalılığa karşı kadın mitingleri örgütlüyordu. Moskova’da ise İnessa Armand önderliğinde benzer çalışmalar yürütülüyor ve “Slisu Rabotnitsa” (İşçi Kadının Yaşamı) adlı yerel bir gazete çıkarılıyordu.

Kadın kitlelerine dönük özgün bir çalışmanın öneminin altını çizen Lenin şunları söylüyordu:

“Komünist kadınların ayrı birlikleri yoktur. Komünist kadının yeri, tıpkı komünist erkeğin olduğu gibi, partide üyeliktir. Eşit yükümlülükler ve haklarla. Bu konuda hiçbir görüş ayrılığı olamaz. Ancak gerçeklere gözlerimizi kapayamayız. Parti, özel görevi en geniş kadın kitlelerini uyandırmak, onları partiyle bağlamak ve sürekli olarak onun etkisinde tutmak olan çalışma gruplarına, komisyonlara, komitelere, kollara, ya da başka nasıl adlandırılırsa adlandırılsın, organlara sahip olmalıdır. Bunun için tabii ki, bu kadın kitleleri arasında tamamıyla sistematik bir çalışma yapmamız gerekiyor. Uyanan kadınları eğitmemiz ve Komünist Partisi’nin önderliği altında proleter sınıf mücadeleleri için kazanmamız ve silahlandırmamız gerekiyor. Burada yalnızca fabrikada ya da ev ocağının başında bulunan proleter kadınları düşünmüyorum. Burada aynı zamanda küçük-köylü kadınları, çeşitli katmanların küçük-burjuva kadınları da aklımda. Onlar da hepsi kapitalizmin kurbanıdırlar ve savaştan beri de daha çok öyledirler. Bu kadın yığınlarının apolitik, asosyal, geri kalmış ruhu, faaliyetlerinin dar alanı, tüm yaşam tarzları birer olgudur. Bunları gözönünde bulundurmamak aptallık, hem de büyük aptallık olur. Onlar arasında çalışma yapmak için özel organlar, özel ajitasyon yöntemleri ve örgüt biçimlerine ihtiyacımız var. Bu feminizm değildir, bu pratik, devrimci amaca uygunluktur.”

Bu bakış açısıyla Ekim Devrimi’nden den sonra işçi ve köylü kadınlar arasında çalışmayı örgütleyecek Merkez Komitesi’ne bağlı bir kadın örgütlenmesi (Jenotyel) oluşturuldu. Jenotyel’in ilk başkanları Kollontay ile I·nnesa Armand’dı. Bu örgütlenme ile on yıl boyunca kadınların yeni bir toplumun inşasına katılımını sağlamak için özgün bir kitle çalışması örgütlendi.

Oluşturulan kadın çalışma grupları, Sovyet kadınlarının bilinçlenmesinde önemli bir rol oynadılar. Kadınlar çalışma hayatına katılmada mesafe almakla kalmadılar, erkek egemen anlayışa karşı durma, kendilerini savunma bilincine de vardılar. Bin yılların dışlanmışlığıyla özgüvenini yitirmiş, kendine biçilen pasif rolü içselleştirmiş kadınların bunu aşması kolay değildi. Kadın çalışma grupları yürüttükleri yaratıcı çalışmalarla, yaptıkları toplantılarla bu köhne anlayışı kırmayı başardılar. Bu sayede özgüven kazanan kadınlar sendikal çalışmalara dahil oldular, birçok bölgede örgütlenmelerin ve komiteleşmelerin oluşumunda öncülük yaptılar.

Ekim Devrimi’nin başardığı…

Bugün kadınların talep ettiği ve uğruna mücadele verdikleri haklara bakıldığında, kadınların bu hakları ilk kez Ekim Devrimi sürecinde kazanmış olduğunu görüyoruz.

Ekim Devrimi kadının toplumsal yaşamın her alanında eşitliğini yasal planda tanınmakla kalmamış, daha en başından bunun yaşam bulmasını sağlayacak adımlar atılmaya başlanmıştır. Kadının toplumsal üretime katılarak ekonomik bağımsızlığını kazanması, ev işlerinin karşılığı ödenmeyen bir angarya işi olmaktan çıkarılarak kamusal düzeyde kurumsallaştırılması, ideolojik planda ataerkil kültüre savaş açılması vb., kadının gerçek anlamda özgürleşmesinin önünü açan adımlardan bazılarıdır.

24 Ekim (7 Kasım) 1917’de gerçekleşen Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin hemen ertesinde ve izleyen süreçte kadınları ve aileyi ilgilendiren bir dizi yasa çıkarılmıştır.

- Evlilik ve boşanma işlemleri, tarafların sadece başvurmasıyla gerçekleştirilen basit bir işleme dönüşmüştür.

- Eşlere birbirinin soyadını alma veya her iki soyadını ortak kullanma hakkı tanınmıştır.

- Eşit işe eşit ücret yasalaşmıştır.

- Kadınların uzun çalışması yasaklanarak 8 saat ile sınırlandırılmıştır.

- Annelik ve ev kadınının ev içi faaliyetlerini, toplumsal üretimdeki çalışmaya denk, toplumsal fonksiyonlar olarak tanınmıştır.

- Kadınların yeraltı ve gece işlerinde çalışması yasaklanmıştır.

- Kadınları istenmeyen gebeliklerden kurtarmak amacıyla 1920 yılında kürtaj yasal hale getirilmiştir.

- Zina suç olmaktan çıkarılarak 1926 yılında nikâhlı ve nikâhsız beraberlikler eşit konuma getirilmiştir. Bu beraberliklerden dünyaya gelen çocuklar eşit kabul edilmiştir.

- 1922’de eşcinsellik yasak olmaktan çıkarılmıştır.

Kapitalizm kadın sorununu döne döne üretiyor!

Burjuva demokrasisinin cinsiyet, din, ırk ve milliyet farkı gözetmeksizin “insanlar eşittir” ilanı bir yanılsamadan ibarettir. Sosyal eşitsizlik üzerine kurulu, küçük bir azınlığın demokrasisi demek olan burjuva demokrasisinin insanları eşit ilan etmesi kitleleri aldatmak amaçlıdır. Ekim Devrimi’nin kazanımlarının basıncıyla burjuvazi, 1948 yılında BM’de İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul etti. Bildirge’de “Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi ya da başka bir inanç, ulusal ya da sosyal köken, mülk, doğum ya da diğer statülerden bir ayrım gözetmeksizin bu Bildirge’de yer alan bütün hak ve özgürlüklerden yararlanabilir” diyor.

Ancak Bildirge’nin kağıt üzerinde söylediklerinin kapitalist düzen altında bir karşılığının olmadığını, kadın sorunu dahil her türden eşitsizlik ve ayrımcılığın giderek daha da derinleştiğini biliyoruz. Nitekim Dünya Ekonomik Forumu’nun 2017 tarihli raporuna göre, dünyada cinsiyet eşitsizliğinin kapanacağı yıl 2186 olarak belirtilmektedir. Yani 166 yıl sonra!

Birleşmiş Milletler ve UNICEF raporlarına bakıldığında, sınırlı da olsa dünyada kadınların yaşadığı sorunlara ilişkin bazı verileri görmek mümkün: 

- Dünyada 740 milyon kadın kayıt dışı işlerde çalışıyor. Sosyal koruma ve kamu hizmetlerinden yaralanamıyor ve altyapısı olmayan yerlerde yaşıyor.

- UNICEF 2014 raporlarına göre, dünyada 15 yaş altı 250 milyon kız çocuğu evlendiriliyor.

- Kadın işi görülen ücretsiz bakım ve ev işlerinde kadınlar erkeklerin 2,6 katı daha fazla çalışıyor.

- Kadınların üçte biri erkeklerin fiziksel ve cinsel şiddetine maruz kalıyor.

- Dünyada okuma-yazma bilmeyen, temel eğitime ulaşamayan kadınların oranı yüzde 60.

- 60 ülkede kadınlar milliyetini değiştirme, oy verme, mülk sahibi olma, eğitime erişim gibi haklardan yoksun.

- 83 ülkede yapılan araştırmaya göre, kadınlar erkeklere kıyasla yüzde 10-30 oranında daha az kazanıyor.

- Gerici inanç ve geleneklere nedeniyle 133 milyon kız çocuğu sünnet ediliyor.

- Dünyada kadınların siyasete katılımı, parlamentolarda temsiliyet oranı yüzde 22.

- 29 ülkede yasal olarak erkekler evin reisi kabul ediliyor. Bu ülkelerde kadınların resmi belgeleri alma, çalışma ya da banka hesabı açma gibi hakları bulunmuyor.

- 77 ülkede eşcinsel ilişkiler suç görülüyor. Bu anlayış şiddete, keyfi tutuklamalara ve ayrımcılığa yol açıyor.

Kadının kapitalist sistemden kaynaklı yaşadığı çok daha fazla sayıda sorunu sıralamak mümkün. Bu sorunların gerisinde her türlü eşitsizliğin kaynağı olan kapitalist özel mülkiyet düzeni duruyor. Bu sistem binlerce yıllık geçmişi olan bu sorunu yeni temeller üzerinde döne döne üretiyor. Burjuva demokrasisinin beşiği sayılan en gelişmiş kapitalist ülkeler de dahil dünya ölçüsünde büyüyen kadın hareketliliği, bu sistemin kadının özgürlüğü ve eşitliği sorununda mesafe almak bir yana, giderek daha da ağırlaştırdığını ortaya koyuyor.

İnsanlığın tüm çözümsüz sorunları gibi temel bir toplumsal sorun olan kadın sorununun çözümü de yeni Ekimler’den geçiyor. Emeğin sermayenin boyunduruğundan kurtulması mücadelesinde yerlerini alan işçi ve emekçi kadınlar, böylece kendi özgürleşmelerinin yolunu da açacaklardır.

 

 

 

 

 

“Bir cenderenin içindeyiz!”

 

Gebze’den kadın işçiler pandemi sürecinde yaşadıklarını ve karşılaştıkları sömürü, baskı ve şiddeti Kızıl Bayrak’a anlattı.

 

Pandemide artan sorun olarak maddi imkanlarımızın düşmesini söyleyebilirim. İhtiyaçlarımıza güç yetiremiyoruz. Pandemi bizi bu açıdan çok yıprattı.

Petrokimya işkolundan bir kadın işçi

***

Tayaş Gebze’de bulunan bir gıda fabrikası. Normalde üç vardiya çalışıyoruz. Pandeminin en yoğun döneminde -güya önlem adına- bir vardiyayı kaldırdılar. İki vardiya düştük. Fakat 12 saat çalıştık. Koronavirüse karşı bağışıklık sisteminin güçlü olması gerektiği söyleniyor. Bizler 12 saat çalıştırıldık. Ne yeterli uyku uyuyabildik ne yeterli beslenebildik. Sağlığımızla oynadılar.

Tayaş’ta pek çok arkadaşımız virüs kaptı. Test yapmadılar, daha yeni antikor testlerine başladılar. Bu da tam bir fiyasko. Bizlere bu testlerden verdiler, evde deniyoruz. Kan damlatıp çizginin çift mi tek mi olduğunu görmeye çalışıyoruz. Pozitif olup olmadığımızı bu yolla öğrenmeye çalışıyoruz.

Çalışma koşullarımız salgınla mücadele edecek durumda değil. Tek vardiyada dahi yemek, çay, sigara alanları dolup taşıyor, yeterli geniş alan yok. Fabrika yönetiminin çözüm adına yaptıkları göstermelik. Bahçede mesafeli oturmak için plastik sandalyeler getirildi, dengeli değil tabii, üzerinde oturamıyoruz. Normal koşullarda tuvalet ihtiyacımız dahi yönetimin belirlediği dakikalarla ölçülüyor. Onların belirlediği süreyi aştığında sıkıntı oluyor. Bize bu koşulları yaşatanlar zaten, virüse yakalanıp yakalanmamızı önemsemiyorlar. Tek önemsedikleri bizlerden sağladıkları kazanç.

Tayaş’tan bir kadın işçi

***

Pandemi döneminde fabrikaya borçlandık. Bayramda erzak, çikolata, harçlık gibi şeyler verilir. Patronlar bizlere borç kağıtlarını verdiler. Elimize doğru düzgün bir maaş geçmedi. Şimdi mesailere zorluyorlar. Mesailere “gönüllü” kalanlardanım; borçlarımı kapatmak, elimize daha fazla ücret geçmesi için. Her şey ateş pahası, önümüz kış. Çocuğumun ihtiyaçları için alışveriş yaptım, aldığım para olduğu gibi gitti. Şimdi tekrar mesaileri gözlüyorum. Kızımı mutlu etmek istiyorum ama onun ihtiyaçları ve isteklerini karşılamak için de sürekli mesailere gitmek durumunda kalıyorum. Zaten çalışmam nedeniyle çok fazla zaman geçiremiyorum bir de mesailer olunca yüzünü göremez oluyorum. Kızım ona aldığım giysilere sevinirken, bundan dolayı mesaiye kalmam gerektiği için üzülüyor. Bir de bu koronavirüs sürecinde eğitimden geri kaldı. Kimi aileler bilgisayar, tablet alabildi fakat ben evdeki televizyonda EBA sistemini bile kuramadım. Çocuğumun eğitimden geri kalması, benim için şiddet.

Petrokimya işkolundan bir kadın işçi

***

Ben kadınların yoğun olduğu bir metal fabrikasında çalışıyorum. Kadın işçi sayısı fazla olmasına rağmen saha liderliği, ekip liderliği gibi sorumlulukları genelde erkeklere veriyorlar. Çünkü erkekler daha baskıcı davranıyor, kadın işçiler üzerinde taciz de dahil olmak üzere birçok baskı ve şiddet türünü kullanıyorlar. Ayrıca, fabrikada erkeklerle aynı işi yapsak dahi daha düşük ücret alıyoruz. Bu da kadın işçiler olarak karşılaştığımız bir şiddet türü.

Örneğin çalıştığım yerde bir kadın arkadaşımız, başka bir erkek tarafından üretim alanında fiziki şiddete maruz bırakıldı. Ancak erkeğe hiçbir yaptırım uygulanmadı, kadın ise hem sorguya çekildi hem de sürgün yedi, görev yeri değiştirildi. Yani şiddet uygulayan erkek adeta mükâfatlandırıldı, gerine gerine geziyor fabrikada.

Fabrikada kadınlar olarak karşılaştığımız sorunlar o kadar fazla ki. Mesela ben bu fabrikaya girerken boşanmış olduğum halde “evliyim” demek zorunda kaldım. Buna rağmen çok fazla taciz ve sarkıntılığa maruz kaldım. Sözlü sataşma, cinsel kimliğimize dönük alay ve aşağılama ile çok fazla karşılaşıyoruz. Ancak bunların üstü idareciler tarafından fabrikanın adı çıkmasın diye örtülüyor.

Diğer taraftan özellikle pandeminin yarattığı tabloda aldığımız maaş hiçbir şeye yetmiyor. Geçinemediğimiz için fazla mesai yapıyoruz. Bu sefer de ücretin yarısı vergi kesintilerine gidiyor. Yani bir cenderenin içindeyiz.

Metal işkolundan bir kadın işçi