6 Kasım 2020
Sayı: KB 2020/Özel-21

Kriz, afet ve ölüm düzenine karşı mücadeleye!
Deprem değil yağmacı-vahşi kapitalizm öldürüyor
Deprem değil, sistem öldürüyor!
Rusya-Türkiye ilişkilerinde gerilim alanları
97. yılında cumhuriyet
İki çanta iki ayrı sınıf
Deprem ve dışa vuran sınıfsal gerçeklik!
Valfsan’da yaşadıklarımız
“Kaybedecek bir şeyimiz yok!”
Rus devrimi ve nedenleri - Şefik Hüsnü
Ekim Devrimi: Kadınlar için özgürlüğün şafağı!
Şiddete, sömürüye karşı 25 Kasım’da mücadeleye!
YÖK düzenine karşı mücadeleye!
Kafkaslar’da savaş ve Dağlık Karabağ sorunu
ABD seçimleri ışığında kapitalizm gerçekliği
Tırmanan pandemi ve sözde tedbirler
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

İki çanta iki ayrı sınıf

 

Fransa’da bir öğretmenin katledilmesi sonrasında karşılıklı suçlamalarla tırmanan Türkiye-Fransa arasındaki gerilim, elbette emperyalist-kapitalist düzen içerisinde ırkçılık ve insanları birbirine düşmanlaştırmanın bir örneği olarak çeşitli yönleri ile irdelenmesi gereken bir konu. Ancak katliamlara yol açan dini kutuplaşmaların sosya-psikolojik arka planını bir kenara iten, siyasi rüştlerini ispatlamaya çalışan ülke liderlerinin ağız dalaşları da bir o kadar değerlendirilmeyi hak ediyor. Zira bu zatlar, sömürü düzenin iç yüzünü, karakteristik özelliklerini fazlasıyla yansıtıyor.

Bir garip gündem: Çantam, çantan, çantası...

Fransa ile yaşanan gerilimin ardından Kasımpaşa kabadayısı pozlarını takınan ve her bir ülke ile yaşanan sürtüşmeyi siyasi rant kapısına çeviren Erdoğan bir kez daha temelsiz tehditlerini savurdu. Erdoğan’ın daha önce ilan ettiği sayısız boykot gibi, Fransız mallarına yönelik boykot çağrısı da inandırıcılıktan uzak bir yerde duruyor. Sayısız ticari ortaklığın bulunduğu, dev Fransız fabrikalarının yer aldığı bu topraklarda boykot tarzı söylemler oy avcılığının en tipik örneğidir. Kendi kitlelerinin nabzına göre şerbet vermek ve arkasından ekonomik çıkarlarının gereği olarak her türlü kirli diplomatik ilişkiyi sürdürmek artık uluslararası ilişkilerin normu haline gelmiştir.

Fransız mallarını boykot çağrısı yapan Erdoğan’ı görünen o ki bir tek CHP lideri Kılıçdaroğlu ciddiye aldı. Kılıçdaroğlu’nun argümanı ise bir çanta! Daha öncede fahiş fiyatı ile gündeme gelen Emine Erdoğan’ın Fransız markalı çantası bir kez daha burjuva siyasetin ilk gündeminden biri oldu.

Başta Selahattin Demirtaş’ın eşi olmak üzere, muhalefet partilerinde yer alan kadınlara yönelik cinsiyetçi söylemleri görmezden gelen Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’na yanıtı ise beklendiği gibi mağdur edebiyatı ile karışık maçoluk oldu. Erdoğan’ın “Benimle ilgili konuş, eşimle ilgili değil” çıkışı ile birlikte artık Türkiye, Emine Erdoğan’ın Hermes marka çantasını ve “müslüman karşıtı” Fransa’ya karşı kusulan öfkeyi konuşuyor. Torba yasanın gündemde olduğu, kıdem tazminatına karşı hamlelerin peş peşe geldiği günlerde işçi ve emekçilere sunulan gündem AKP’li gazeteci Hande Fırat’ın sözde AKP’yi korumaya çalışırken ortaya attığı bir başka argüman ile iyice sulandı. Emine Erdoğan’ın Fransız malı kullanmadığı ve çantasının çakma olduğuna dair haberler ortalığı kapladı.

Deprem enkazından çıkarılan çanta!

Emine Erdoğan’ın çantasının hangi marka olduğu ya da çakma olup olmadığına dair tartışmalar burjuva siyasetinin geldiği çürümenin örneğidir. İş cinayetlerinin, kadın cinayetlerinin ve artan işsizliğin kıskacında geleceksizlik ve güvencesizlik ile yüz yüze olan milyonların gerçek gündemi Emine Erdoğan’ın çantası ya da Erdoğan’ın savurduğu temelsiz tehditler değildir. Bugün konuşulması gereken bir çanta varsa, o da İzmir depreminde enkazdan çıkarılan çantadır. Haberlerde küçük bir başlık olarak yer alabilen bu çanta işçi ve emekçilerin gerçek gündemidir. İçerisinde bir poşetin içine konulmuş para ve borç listesinin yazılı olduğu kâğıdın bulunduğu çanta işçi ve emekçilere Hermes marka çantadan daha tanıdıktır. Ödenmesi gereken borçlar, krediler, çocuklara alınması gereken pantolonlar, ceplere konulamayan harçlıklar, buna karşılık ise artan enflasyon rakamları ile eriyen ücretler, işçi ve emekçilerin başlıca sorunlarıdır. Enkazdan çıkarılan çanta bugün tüm işçi ve emekçilerin evlerindedir.

Riyakarlıklara, aşağılamalara karşı mücadeleye

Altın varaktan yapılma musluklu mutfağında kollunda milyon dolarlık çantası olan Emine Erdoğan ile çürük raporu olmasına rağmen sağlıksız evlerde oturmak zorunda kalan, enkaz altında yaşam savaşı veren ve çantasında borç listeleri ile dişinden tırnağından arttırdığı paraları biriktirmeye çalışan emekçi kadın aynı tabloda aynı fırça darbeleri ile resmedilemez. Çünkü ikisi de ayrı dünyalara, ayrı sınıflara mensuptur. Birinin renginde riyakarlık ve sömürü varken diğerinde emek ve yaşam mücadelesi vardır.

Üzerlerine çay paketleri atılarak “keyif çayı iç” denilen, “dolarla mı maaş alıyorsunuz” sorularına maruz kalan, dahası çürük evlerde oturmalarının dahi sorumlusu ilan edilen işçi ve emekçiler daha fazla suni gündemlere, aşağılanmalara ve riyakarlığa boyun eğmemelidir. Sarayın ihtişamlı dünyasında sefa sürenlerden hesap sormak, borç listelerini yırtarak güvenli, huzurlu ve insanının insan tarafından sömürülmediği günlere uyanmak, sınıf bilinci ile kuşanmayı ve mücadele etmeyi gerektiriyor.

Z. Kaya

 

 

 

 

 

Sarayın aparatı Diyanet yine gündemde

 

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) şefi Ali Erbaş, artık her konuda fikir beyan eden bir tür ‘kanaat önderi’ ya da ‘şeyhülislam’ havalarına bürünmüş görünüyor. Saray rejiminin başı T. Erdoğan ‘sultanlığa’ özenince, rejimin aparatı olan DİB’in başkanının ‘şeyhülislamlığa’ heveslenmesi de eşyanın tabiatına uygundur. 

A. Erbaş, son büyük safsatalarından birini depremle ilgili yaptığı ‘ilahi çözümleme’de piyasaya sürmüştü. İzmir’de gerçekleşen deprem, bir camide verilen hutbede söylenen o sözlerin tekrar hatırlanmasına vesile oldu.  A. Erbaş 31 Ocak 2020’de verdiği hutbede Elazığ depremine de değiniyor. Hutbede önlem almaktan söz ediyor, ama olayı getirip ilahi güce bağlıyor. Hutbede şu ifadeleri de kullanmıştı: “Esasında deprem afeti bize hem dünya için, hem de ahiret için bir uyarıda bulunuyor. Deprem, kıyametin bir örneğidir, alıştırmasıdır.

İzmir depremi vesilesiyle bu sözleri hatırlatan CHP›nin avukatı Celal Çelik, Twitter hesabından yayınladığı mesajda şu ifadelerle A. Erbaş’ı hedef aladı: “Allah belanı versin Erbaş! Adamda bilgi ve ahlak yoksunluğu en üst düzeyde.” 

Celal Çelik’in sözleri, zamane şeyhülislamının izzet-i nefsini incitmiş görünüyor. Nitekim hemen karşı bir açıklama yayınlayan DİB, CHP’nin avukatı hakkında suç duyurusunda bulunulacağını ilan etti. 

DİB saray rejiminin aparatı olunca, A. Erbaş da gelen emirlere göre hutbeler verme görevini ifa ediyor. Nitekim T. Erdoğan DİB’e özel bir misyon biçtiğini her fırsatta dile getiriyor. Zira DİB, rejimin din istismarı ve Ortaçağ artığı ideolojinin yayılmasında birinci derecede rol oynuyor. Öyle ki, bu kurum artık birçok bakanlıktan daha şişkin bir bütçe harcıyor. O kadar aktif ki, kendisine ayrılan bütçeyi 7-8 ayda tüketiyor. DİB’in harcamaları, kendisine ayrılan bütçenin 1,5 katını aşıyor. 

Birçok skandala imza atan DİB ve onun şefi, dini iktidarın dünyevi işlerinin hizmetine koşan bir rol oynuyor. Örneğin “Ayasofya’nın fethi” seremonisinde minberde kılıç sallayan A. Erbaş, karikatür dergilerine konu olmuştu. Sözü edilen depremle ilgili hutbenin verilmesi de, iktidarın rant-talan düzenini koruma telaşından kaynaklanıyor. Zira o dönemde deprem vergisi için toplanan paranın nereye harcandığı tartışmaları gündemdeydi. Artık dikta rejimin ‘Dünyevi İşler Başkanlığı’ gibi çalışan DİB, tarihinin en yozlaşmış dönemini yaşıyor. Ortaçağ zihniyetiyle üretilen ‘incileri’ 21. yüzyılda minberden terennüm etmek ise DİB şefinin en büyük talihsizliklerinden biri olsa gerek.