11 Ekim 2019
Sayı: KB 2019/37

İşgal, savaş ve saldırganlık politikalarına karşı halkların kardeşliği ve birleşik mücadelesi!
Kahrolsun sömürgecilik, Kürt halkına özgürlük!
Sürekli güncellenen saldırı programları
Özel sektörün borcunu elektrik faturasına yansıttılar!
Saray rejimi sıkıştıkça saldırganlaşıyor!
Tekirdağ’da DEV TEKSTİL’e yönelik baskınlar
Sendikal ağalık düzenini parçalayalım / 1
HT Solar aynasında delege seçimleri
Birleşik Metal-İş Bursa Şubesi 7. Olağan Genel Kurulu üzerine…
İnsanca yaşamaya yeten, vergiden muaf ücret için mücadeleye!
Teslim Demir’in anısına... / 1 - H. Fırat
Irak’ta kitlelerin isyanı hükümete geri adım attırdı
Dünya sınıf ve kitle hareketinden…
Nadira Kadirova’nın ölümü: Tek kurşunla örgütlü cinayet
MESS Grup TİS’leri ve kadın metal işçileri
Üniversiteler ranta ve talana açılıyor
Türk dış politikasında riyakarlığa devam
Bize bu ölü yaşamı hazırlayan burjuvazidir!
Anadil bir kültür, bir tarih, bir haktır!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Anadil bir kültür, bir tarih, bir haktır!

 

İnsan, doğduğu yeri seçemez. Doğar, doğduğu yerin koşullarına göre yetişir, dilini ve kültürünü öğrenir. Nesiller boyu aktarılan dillerin her biri farklı bir dünyadır. Bir halkın acıları, sevinçleri, gelenekleri hep dillerde saklıdır ve nesilden nesle aktarılır. Özcesi, her halkın tarihi, dilinde yaşam bulur.

Bir halkın tarihini yok etmek isterseniz, en önce dilini yasaklarsınız, kendi tarihinizi, dilinizi dayatırsınız. Tarih boyunca egemenler hep bu taktiği uygulamışlardır. Ezilen halkların dillerini, kültürlerini yasaklamış, tek tipleştirme politikası ile kendi dillerini dayatmışlardır.

Türkiye toprakları da bu dayatmalara çokça şahittir. Kürtlerden Ermenilere, Araplardan Rumlara ve Gürcülere kadar Türkiye’nin dört bir yanında nice ezilen halk, aynı asimilasyon politikalarına maruz kalmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile birlikte “anadil” Türkçe kabul edilmiş, “Ne mutlu Türküm diyene!” ilke olarak benimsenmiştir egemenlerce. O günlerden bugünlere, farklı dil konuşan herkes asimile edilmeye çalışılmış, karşı çıkanlar ise katledilmiştir. Okullarda zorla Türkçe öğrenilmesi, Türkçe konuşulması dayatılmıştır. Böylelikle nenesi ile dili farklılaşan her çocuk, kendi halkının tarihine yabancılaşmaya başlamıştır.

Dünya üzerinde konuşulan toplam 7 bin 111 dil olduğu belirtiliyor. Türkiye’de ise 39 farklı dil var. 39 farklı kültür, farklı tarih aynı zamanda… Ancak çoğu unutulmaya yüz tutmuştur. Çünkü dil yaşayan bir varlıktır ve eğer kullanılmazsa, geliştirilip, aktarılmazsa unutulmaya mahkûmdur.

Türkiye’de dili ve kültürü en barbar, en vahşice yöntemler kullanılarak yok edilmeye çalışılan halk, Kürt halkıdır. Yakın zamanda bir oğul ile babanın Kürtçe konuştukları için Sakarya’da katledilmeleri, bu saldırıların en çarpıcı örneğidir. Ya da İstanbul Havaalanı’nda Kürt olduğu için kendisine yapılan baskılara dayanamayıp yaşamına son veren güvenlik çalışanı da bir örnektir. Keza geçtiğimiz hafta Batman’da “O Ses Türkiye” birincisi olan Dodan’ın, Kürtçe şarkı söylediği için polisler tarafından elinden zorla mikrofonun alınması da Kürtçe diline yapılan saldırıların son dönemdeki yansımalarından biridir. Irkçılık tırmandırılarak ezilen halklar birbirlerine kırdırılmaktadır. Emperyalist paylaşım savaşının yarattığı yıkımlardan kaçarak Türkiye’ye gelip yaşam mücadelesi veren Suriye halkına karşı yapılan da budur.

Okullarda zorla Türkçe konuşturulan, hapishanelerde “Türkçe konuş, çok konuş” dayatmasında bulunulan, ama aynı zamanda da bu saldırılara karşı direnmeye devam eden bir halktır, Kürt halkı. Devletin saldırılarını arttırmasına karşılık anaların zılgıtlarının yükselmesi, bir halkın dilinin, kültürünün, tarihinin kolay kolay silinemeyeceğinin göstergesidir. Egemenlerin saldırıları direnişlerle, mücadelelerle geri püskürtülecek ve elbette halkların kardeşliği daim olacaktır.

P. Sevra

 

 

 

 

Hay hay efendim

 

Patron sesleniyordu:

- Aciz Efendi! Aciz Efendi!

Derhal yanında olabilmek için fırladım sandalyemden. Patronum ikinci seslenişten sonra yanında olmazsam çok kızar. Sandalyemden fırladığım gibi odasına vardım.

- Geldim efendim.

- İki tane çok önemli misafirim gelecek. Ofisi pırıl pırıl yapmanı istiyorum senden. Pencerelerin kenarlarındaki tozları almayı unutma sakın.

- Hay hay efendim.

- Ne o? Son zamanlarda ses tonun değişik. Bir şeye mi sinirlisin?

- Hayır efendim, değilim.

- İyi! Ben de öyle tahmin etmiştim.

Aslında o benden daha iyi biliyordu sinirlendiğimi. Hem neye sinirlendiğimi de çok iyi biliyordu.

Muhasebe ofisinde çalışıyorum. Buraya gireli bir hafta falan oldu. Bu kadar işsizliğin içinde en nihayetinde kuru ekmek alabilecek bir işe girdim diye seviniyordum. Patronum Nadi Bey ile işe başlamadan önce konuştuğumuzda, evrakları getirip götürmek, fotokopi çektirmek gibi işlerle uğraşacağımı söyledi. Asgari ücretin biraz altında anlaşmıştık. Olsun, demiştim kendi kendime. Bunca işsiz varken ve ortada çok iş yokken beğenmezlik etmemeliyim, dedim. Ancak hiç anlaştığımız gibi olmadı. Bir haftada canımdan bezdirdi Nadi Bey. Ofisin temizliğini ben yaparım. Dışarıdan çay kahve söylemez çok para gitmesin diye, onları da ben yaparım. Bazen koliler gelir bize, bir adam tutup taşıttırmaz, onu da ben hallederim. Bir isteği daha var Nadi Bey’in: İtirazı sevmez, ne derse “Hay hay efendim!” karşılığını almak ister. Heee o karşılığı vermez misin, o zaman başkaları verirmiş. Benim gibi binlerce insan varmış sırada. El mahkum, ses çıkartamıyorum bu adama.

Bir saat içinde ofisi tertemiz yaptım. Dip bucak her yere girdim. Bir tane toz gösterecek adamın alnını karışlarım. Bal dök yala misali bir temizlik yaptım, o derece yani. Temizlik bitti oturacağım derken, patronum Nadi Bey çıktı geldi.

- Hmmm… Evet, fena değil, idare eder temizlik. Bizim küçük bir kırmızı halımız vardı Aciz Efendi, onu çıkar da ser yere.

- Hay hay efendim.

- Halıyı serdikten sonra odama girip masamı da bir toparlayıver.

- Hay hay efendim.

Dediklerini yaptım. Patronumun misafirleri gelmişti. Patronum onları karşılarken öyle çok eğildi ki ben laminantları öpecek sandım. Odasına geçtiler. Hemen beni çağırdı. Koştum yanlarına.

- Misafirlerimize sor bakalım ne içecekler. Yo, yo ya da sorma. Sen onlara bol köpüklü bir kahve yap. Harika bir şey olsun. Özen göster.

- Hay hay efendim.

Kahvelerini yaptım, güzelce misafirlere servis ettim. Bundan sonra biraz otururum diye düşünüyordum ama yoook, nerde! Beyefendilerin arabalarının camları silinecekmiş, onu da benim yapmam gerekiyormuş. Aşağı indim, arabaların camlarını sildim, pırıl pırıl ettim. Ben yukarı çıktığımda onlar da gidiyorlardı zaten. Misafirleri yolcu ettikten sonra sandalyeme yöneldim. Artık ayaklarımı hissetmiyordum. Kendimi yere bırakmak üzereydim ki düşmeden imdadıma yetişti Nadi Bey.

- Onların ayaklarının çamur ettiği yerleri bir daha siliver!

- Hay hay efendim.

Ben yerleri silmeye başladığımda yanıma geldi.

- Baksana! Biz sana sigorta yapıyor muyduk?

- Evet. On beş gün gösteriyorsunuz efendim.

- Onu birkaç ay göstermesek olur mu? Malum, işleri biliyorsun. Çok kesat.

- Hay hay efendim.

- Hatta yemeklerimizi de artık evden getirelim. Gerekirse yemek yemeyelim. Çok çalışalım. Çok çalışalım ki çok kazanalım.

- Hay hay efendim. Siz nasıl derseniz.

- Nefes alıyor musun Aciz Efendi?

- Eh, çok şükür arada alıyorum efendim.

- Alma. Onu da mesai saatleri dışında al. Mesai saatleri dışında al ki iş aksamasın.

- Hay hay efendim! Hay hay!

Kemal Kaçamak