12 Ocak 2018
Sayı: KB 2018/02

Topluma Ortaçağ karanlığı dayatılıyor!
Okullarda gerici adımlar tırmanıyor
Türkiye ekonomisine dair pembe hayaller, katı gerçekler
Uyuşturucuyla mücadele yalanıyla, devlet terörü meşrulaştırılmak isteniyor!
Erdoğan’ın Fransa ziyareti
Osmaniye ve Elazığ hapishanelerinde işkence
Grev hakkıma dokunma!
Eaton işçileri delege tanıtım toplantısı
“Taşerona kadro” yalanına işçilerden tepki
“İşimizi geri alana kadar direneceğiz!”
Devrimci bir sınıf hareketi yaratmak!
Kadınlar ve toplumsal devrim
Lawrence Tekstil grevi
Ekim Devrimi’nin 100. yılında Kollontay’ı okurken... / II
Suriye krizi ve emperyalist hegemonya mücadelesi
Sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillenen “Endüstri 4.0”
Yürekten adanmışlık: İvan Vasilyeviç Babuşkin
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ekim Devrimi’nin 100. yılında Kollontay’ı okurken... / II

Burjuva ve kadın işçi hareketleri

Z. Kaya

 

Kollontay’ın “Kadının toplumsal konumu ve kadın emeği” adlı kitabının yedinci dersi “Kadın sorununun nedenleri” başlığını taşır. Bu bölümde, Fransız Devrimi öncesinde kadınların ekonomik ve sosyal durumlarına işaret edilerek,“1789 Haziran’ında zenginlerin despotluğuna karşı isyanına kadınların özellikle gayretli aktivistler olarak katılmasında şaşılacak bir şey yoktu” denilir. “Halktan kadınlar” o dönem iş hakkı ve “günlük ekmeklerini namuslu bir şekilde kazanabilmeleri” sözünü talep ederler. Paris’in proleter kadınlarının, devrim sırasında verdikleri bir dilekçede de, kadın ve erkek için iş hakkı ve tipik kadın emeği alanlarında erkekler için çalışma yasağı talebi yer alır. Ve kendilerinin de erkek emeğinin egemen olduğu alanlarda çalışmaktan vazgeçmeye hazır olduklarını belirten işçi kadınlar, “Biz, kendimizi erkeklerin otoritesinden kurtarmak için değil, mütevazı bir çerçevede kendimize bir yaşam sağlamak için iş arıyoruz” derler.

Kadın hareketi”nin başlangıcının 1774’lere dayandığını ifade eden Kollontay, Fransız Devrimi’nde burjuva kadın önderlerin mücadelelerini aktarırken, şu noktayı da vurgular: “ ... kadın sorununu, ancak ve yalnız, çok sayıda kadın daha 18. yüzyılın sonunda üretimde çalıştığı ve bu yüzden de toplumda onların iş gücü yararlı olarak saygı görmeye başladığı için, böyle sivriltilmiş bir şekilde formüle edebildiler.”

İki farklı sınıf, iki farklı bakış, iki farklı hareket

Kollontay, kadınların farklı pozisyonlardan yola çıktıkları için, kadının üretimdeki rolü ile devlet ve toplumdaki rolü arasındaki çelişki konusunda farklı çözümlere vardıklarını, ancak ortak bir paydada, çalışma hakkında buluştuklarını belirtir. Burjuva kadın hakları savunucularının, kadınların eşit hakları için mücadelelerinin ve insan onuru konusunda gelişen kavrayışlarının sonucu olarak kadınların meslek yaşamına girmeye başladıklarını kanıtlamaya çalışmalarının “muazzam bir hata” olduğunu söyler. “Esas olarak ‘kadınların bütün resmi görevlere ve mesleklere özgürce girebilmesi’ne yönelik bütün bu talepler, ancak ‘halktan kadınların’, üretken kadın emeğinin yolunu açmaları sonucu ortaya çıkabilmiştir” der. Bu tespitini tarihsel süreçler üzerinden çeşitli örneklerle ayrıntılandırarak, “kadınları meslek hayatına iten hak eşitliği talebi değildi, tam tersine, kadının üretimdeki rolü, toplumsal hak eşitliği talebini doğurmuştur” der.

Sekizinci ders,“özel olarak bağımsız bir ‘kadın sorunu’ yoktur” vurgusuyla başlar. Burjuva toplumda kadının baskı altında tutulmasının, sermaye ile emek arasındaki büyük toplumsal çelişkinin bir parçası olduğunu ifade eder. Kadının üretime katılması ile onun genel hak yoksunluğu arasındaki çelişkinin, o zamana kadar bilinmeyen bir görüngünün ortaya çıkmasına yol açtığını belirterek,“Bir kadın hareketi ortaya çıktı. Fakat bu hareket, başından itibaren taban tabana zıt iki akıma ayrılır: fraksiyonlardan biri burjuva kadın hareketinin bayrağı altında örgütlenirken, diğeri işçi hareketinin bir parçasıdır” der.

Burjuva kadın hareketinin özellikleri

Burjuva kadın hareketinin 19. yüzyılın sonuna doğru sosyalistlerin taleplerini öne sürmesinin biricik nedenini, “kendi politik önemlerini büyütmek için, proleter kadınların desteğini güvence altına almak, onların işbirliğini satın almak istemeleri” olarak açıklar. “Kendisini sınıfsal olarak tarafsız görmesi ve taleplerini ve eylemlerini tüm kadınların taleplerini ve eylemlerini temsil ediyor olarak görmesi”nin, burjuva kadın hareketinin tipik bir özelliği olduğunu belirtir. Bir başka özelliğinin ise, “her açıdan erkekleri taklit etmeye çalışarak, erkekle kadın arasında ciddi bir çıkar çatışması yaratma” olduğunu söyler.

Burjuva kadın hareketinin, anneliğin yasalarca korunması ve çalışan kadınları koruyan özel yasa taleplerini, son derece isteksiz ve büyük kuşkularla programlarına aldıklarına dikkat çeken Kollontay, feminist yaklaşımların tek yönlü sonuçlarını da irdeler.

Burjuva kadın hareketinin talepleri

Burjuva kadınların sınırlı sayıda meslek arasında seçim yapabilmelerinin nedenini, okul ve meslek eğitimini son derece yetersiz almaları ile açıklar. “Kadınlar, ancak akademik eğitime giriş hakkını kazanabilirlerse bu çıkmazdan çıkabilirlerdi. Bundan dolayı, örneğin, Almanya ve daha sonra Rusya gibi kimi ülkelerde, şu mücadele sloganının en önemli talep olarak kendini kabul ettirmesi şaşırtıcı değildir: Akademik yüksek okul eğitiminde kadınlar ve erkekler için eşit koşullar.” Burjuva kadınların bu taleplerle verdikleri mücadelelerle, 19. yüzyılın sonunda üniversitelere giriş hakkını adım adım aldıklarını belirtir. Fakat şu ayrımı da özellikle yapar: “... yoksul köylü kadınlar ve ezilmiş proleter kadınlar, sürekli olarak bir iş geliri arayışı içinde, feministlerin geç 19. yüzyıldaki mücadele sloganını, yani çalışma hakkını, daha 17. ve 18. yüzyılda pratikte gerçekleştirmişlerdi. Dördüncü zümrenin yoksul kadınları, bu çalışma hakkı için, burjuva kadınların bizzat çalışmak zorunda olmayı henüz utanç olarak gördükleri bir dönemde mücadele yürütmüşlerdi.”

Burjuva kadınların en önemli taleplerinden birinin kadınlara seçme ve seçilme hakkı olduğunu belirten Kollontay, “Bütün kadınların politik haklarını savunmaya pek değer veren bütün ülkelerin feministlerinin, gerici üç sınıflı seçim hakkını gerçekten engellemek söz konusu olduğunda, proleter kadınların oy hakkının ellerinden alınmasını kabul etmeleri tipiktir” der.

Proleter kadın hareketinin talepleri

Kadın işçilerin öne sürdükleri ilk slogan çalışma hakkı olmuştur.“Geçen yüzyılın ellili yıllarında kadın işçiler, şu talepler uğruna mücadele ettiler: 1) erkek iş arkadaşlarıyla aynı koşullarda sendikalara girme hakkı. 2) eşit işe eşit ücret. 3) kadın emeğinin korunması. 4) kapsamlı analık koruması.” Bu taleplerin hiçbirinin proletaryanın sınıf çıkarlarına aykırı olmadığına, tam tersine, tipik proleter talepler olduğuna dikkat çeker.

Proletaryanın kadının kurtuluşu için mücadelenin kendi sınıf mücadelesinin bir parçası olduğunu sonradan kavramış olmasına rağmen, işçi sınıfının öncüsü sosyalistlerin, bunu başından itibaren kavradıklarını belirtir. I. Enternasyonal’in anne olarak kadının konumunu savunduğunu ve kadın iş gücünü ve sağlığını koruyacak reformlar talep ettiğini hatırlatır. Feministlerin ise yalnızca eşitlik olgusunu öne çıkarmasına dikkat çeker.“Buna karşılık işçi sınıfı, kadının kurtuluşunun iki yönü olduğu ve herhangi soyut hakların kadının konumunu iyileştirmediği, tam tersine kötüleştirdiği inancındadır. Eşit haklar ve özellikle de anne olarak kadının devlet tarafından korunması, ‘kadın sorununda’ komünistlerin, proletaryanın öncülerinin uzun vadeli hedefiydi” diyerek, aradaki yaklaşım farkını ortaya koyar: “Proleter kadın hareketi, işçi hareketinin bütünlüklü mücadelesine bağlıdır. Onun özel talepleri, işçi hareketinin gelişmesine ve kök salmasına katkıda bulunur.”

Emperyalist savaş ve kadın hakları

Kollontay, işçi sınıfının iktidarı aldığı Sovyetler Birliği’nde kadın sorununun çözümüne dair politikalara geçmeden önce, “savaş sırasında kadın emeği”ni irdeler. Emperyalist paylaşım savaşı sırasında kadınların kitleler halinde sanayiye çekildikleri, savaş sonrasında ise yine kitlesel olarak işsiz bırakıldıkları anlatılır. Burjuvazinin kendi çıkarları çerçevesinde kadınların“kutsal görevleri”ni, kimi zaman annelik, kimi zaman da “vatan savunması” olarak şekillendirdiğini kaydeder ve burjuva kadın hareketi ile proleter kadın hareketinin savaş karşısındaki tutumlarını özetler. “Almanya’da ve Fransa’da sosyal-yurtsever kadınlar, ucuz kadın işgücünün sırtından kazanma çabalarında, kapitalistleri kayıtsız koşulsuz desteklediler” der.

Savaşın sonunda elde edilen kimi kadın haklarına ilişkin olarak ise şunlara dikkat çeker: “Gerçi savaşın sonundan bu yana bazı burjuva devletler, kadının durumuyla da biraz ilgisi olan bir dizi reform gerçekleştirmek zorunda kaldılar, ama bu uzlaşmalar; militan süfrajetlerin geçen yüzyılda İngiltere’de elde bombayla uğruna savaştıkları ve önemli ölçüde daha barışçıl burjuva kadın hakları savunucularının sayısız dilekçeyle dilendikleri bu uzlaşmalar, burjuvaziden yalnızca iki nedenden ötürü koparılabilmiştir.” “Bir yandan, burjuvazi için onca korkutucu olan Rusya’daki devrim örneği ve diğer yandan kitlelerde çok yaygın olan toplumun demokratikleştirilmesi doğrultusundaki ruh hali.” Bu nedenlerle burjuvazinin kadınlara oy hakkı gibi sadakalar dağıttığını vurgular.“İngiltere, Almanya, İsveç ve Avusturya’da kadınlar savaştan sonra belirli politik mülahazalardan ötürü oy hakkını elde ettiler, yoksa ‘yurtsever başarıları’nın ödülü olarak değil” diyerek, işçi sınıfının Rusya’da elde ettiği zaferin yankılarıyla dahi kadınların kimi hakları alabildiğine dikkat çeker.

(Devam edecek...)

 

 

 

 

Kadın istihdamını arttırma yalanına yeni kılıf;

Kreş yardımı!

 

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya, TBMM Genel Kurulu’nda yapılan bütçe görüşmelerinde, sanayi alanında düzenlenecek İşbaşı Eğitim Programları (İEP) ve mesleki eğitim kurslarına katılan ve 2-5 yaşlarında çocukları olan kadınlara İŞKUR tarafından aylık 400 TL kreş desteği verileceğini söyledi. Peki Kaya’nın bu sözleri ne anlama geliyor?

İEP: Ucuz ve güvencesiz işçi bulma programı

Sözde meslek edindirmek için oluşturulan işbaşı eğitim programlarına katılan işçilerin deneyimsiz olması şartı aranmıyor. Yani iş deneyimi olan işçi de bu programlara katılabiliyor. Sadece bu bile, işbaşı programının sahteliğini ortaya koyuyor. Fakat biz biraz daha açalım: İşbaşı eğitim programlarına katılan işçiler, aynı iş yerinde çalışan diğer işçilerle aynı işi yapıp aynı saatlerde çalışıyorlar. Buna rağmen daha düşük ücret alıyor ve güvencesiz çalıştırılıyorlar. Patronlar ilk 3, 6 ya da 9 ay içerisinde işçiye hiçbir ücret ödemiyor, İEP kapsamındaki işçiler ücretlerini devlet fonlarından alıyor. Aslında işçinin ücretini yine işçi ödüyor. Nasıl mı? Patronlar devletin kendilerine verdikleri teşviklerden yararlanıyorlar. Teşvikler ise işçilerin alınteri ile oluşturulan İşsizlik Fonu’ndan karşılanıyor. Kısacası, işçiden alıp patronların kasasına verilen para ile patronlar işçinin ücretini ödemiş oluyor.

İEP’e katılan işçiler, çalıştıkları iş yerinde hiçbir hak talep edemezler. Yol ve yemek ödemelerini patron isterse verir, isterse vermez. Kursiyer olarak nitelendirdikleri kişileri bütün ağır işlerde çalıştırıp, keyfi mesailere bırakıp, beş para ödemezler. İşçi, İŞKUR’la patron arasında kimin kölesi olduğunu bilemez. İşçinin “kurs” paraları ise zaten hiçbir zaman, zamanında ve tam olarak ödenmez.

İEP, kursiyer adı altında işçilerin ucuza ve güvencesiz bir şekilde çalıştırıldıkları ve ardından tazminatsız şekilde kolaylıkla kapının önüne konulduğu bir sistem. İstihdamı arttırmak için yapıldığı söylenen bu sistemde esas gaye patronu asgari ücret karşısında korumaktır. Yanı sıra kapitalist sistemin işsizlik ve enflasyon karşısındaki çaresizliğinin özetidir. Sermaye devleti bu sistemle patronların azgın sömürüsüne yardımcı olur.

Yardım bahane, sömürü şahane

İEP, istihdamı arttırmak yalanı arkasında patronlara ucuz ve güvencesiz iş gücü sağlamanın aracıdır. Kadınlara yönelik istihdamı arttırma “müjde”lerinin arkasında da hep bu amaç gizlidir.

Kaya’nın mesleki eğitim kurslarına katılan kadınlara vereceği 400 TL kreş yardımının bu açıdan hiçbir hükmü yoktur. Kaldı ki, bu uygulama ile kadın işçilerin talep ettikleri nitelikli ve ücretsiz kreş hakkı yok sayılmaktadır. Kendi yasalarında var olan kreş açma zorululuğunu hayata geçirmeyen sermaye devleti sermayeye ucuz iş gücü bulabilmek için kadınların en can alıcı sorunu olan çocuk bakımını öne sürmektedir. Kısacası, yardım bahane, sömürü şahanedir onlar açısından.

İşçi-emekçi kadınlar taleplerini yükseltilmelidir

Bu yüzden işçi-emekçi kadınlar, meslek edinme adı altında köleliği perçinleyen bu sistemi kabul etmemeliler. İEP’in kaldırılması, güvenceli iş, insanca yaşamaya yeten vergiden muaf ücret, sağlıklı bir çalışma ortamı vb. talepler üzerinden mücadeleyi büyütmelidir.

S. Dicle

 

 

 

 

Bakanın açıklamasını sendika başkanları yalanladı

 

Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz’ın, kız çocuklarının okullaşma oranını ilkokulda yüzde 91, ortaokulda yüzde 95 olarak vermesine eğitim sendikaları başkanlarından tepki geldi.

Eğitim Sen Genel Başkanı Feray Aytekin Aydoğan açık öğretime devam eden ortaöğretim öğrencileri arasında kız öğrencilerin oranının yüzde 62’ye yükseldiğini belirterek, “Türkiye’de kadınların yüzde 71’i lise altı düzeyde bir eğitim almıştır. Sadece yüzde 17’si lise ve dengi ve yüzde 12’si de lise üzeri eğitime erişebilmektedir” dedi. Bakan Yılmaz, Bursa’da yaptığı konuşmada, kız çocuklarının ortaöğretimde okullaşma oranının yüzde 82, yükseköğretimde ise yüzde 44 olduğunu söylemişti.

4+4+4’ten sonra kız çocukları okula gönderilmiyor”

Aydoğan son 10 yılda 482 bin 908 kız çocuğunun evlendirildiğini, son 6 yılda 142 bin 298 çocuğun doğum yaptığını belirtti. Kadınların özellikle örgün eğitime katılımının erkeklere göre daha kısıtlı olmasının yaşamın birçok alanına da katılımlarını kısıtladığına dikkat çeken Aydoğan eğitim düzeyi yükseldikçe kadınların örgün eğitime katılım oranının düştüğünü belirtti. Kadınların net okullaşma oranlarının açık öğretim hariç tüm düzeylerde erkeklerden geri durumda olduğunu aktaran Aydoğan, “İlkokuldan ortaöğretime geçişte kadın öğrenci kaybı erkeklere göre yoğunlaşmıştır. Kadınların yükseköğretime erişim oranı daha düşüktür” dedi.

Eğitim-İş Sendikası Genel Başkanı Orhan Yıldırım da bakan Yılmaz’ın verdiği bilgilerin doğru olmadığını belirterek, “Kız çocuklarının büyük kısmı 4+4+4+ sisteminin uygulanmasından sonra ilk 4 bitince okula gönderilmiyor” dedi ve bakanın açıklamasının gerçeği yansıtmadığını söyledi.

 
§