5 Ocak 2018
Sayı: KB 2018/01

İşçi sınıfı ve emekçileri çetin bir mücadele yılı bekliyor
AKP kendi kontrgerillasını inşa ediyor
Tek tip elbise saldırısı gündemde
Marmara Bölgesi Hapishaneleri Hak İhlalleri Raporu
İşçi sınıfı sefalet ücretini reddetmeli, mücadele sahnesine çıkmalıdır!
Taşerona kadro yalanının detayları
İSDEMİR, MESS ve Çelik-İş
Direnişçi kamu emekçilerinden yıl sonu eylemi
Asıl olan sınıf mücadelesinin yasalarıdır!
İşçi sınıfı tarihinde önemli bir sayfa: Singer işgali
İran’da kitle hareketi ve handikapları
2017 yılı ve gençlik mücadelesi
“Devrimci bir sınıf hareketi için Mesleki Eğitim Kurultayı”na giderken...
Mesleki Eğitim Kurultayı’na hazırlıklar sürüyor
2017’de kadınlar direnişi seçti!
Ekim Devrimi’nin 100. yılında Kollontay’ı okurken... / I
Faşist diktatörler de, diktatörlükler de kapitalist düzenin eseridir!
Ahed Tamimi, “Filistin’in cesur kızı”na...
Metin Göktepe katledileli 22 yıl oldu!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Faşist diktatörler de, diktatörlükler de kapitalist düzenin eseridir!

 

Latin Amerika geçmişten beri acımasız faşist diktatörlüklerin coğrafyası olmuştur. Bu diktatörlerin tümü de arkasında CIA’nın olduğu askeri-faşist darbeler sonucu iktidara gelmişlerdir. Hüküm sürdükleri ülkelerin işçi sınıfına, emekçilerine ve yoksul köylülerine büyük acılar ve yıkımlar yaşatmışlar, kanlı katliamlara imza atmışlardır. 

Uyuşturucu ticaretine yataklık yapan birer mafya devleti olmak, bu diktatörlüklerin bir diğer niteliğidir. Zenginliklerini diğer sömürü ve soygun yöntemlerinin yanı sıra, bu kirli ticarete borçludurlar. Bunların Batista, Pinochet gibi pek çok örneği vardır. Bir örneği de Peru’da on yıl devlet başkanlığı yapan Alberto Fujimori’dir.

Peru oligarşisinin “demir yumruğu” olarak tanımlanan bu diktatör, 2000 yılında, kirli yöntemlerin de önemli rol oynadığı bir sürecin sonucunda iş başına gelmiştir. Fujimori elbette Amerikancı, IMF’ci, serbest piyasacıdır. İçerideki dayanağı aynı zamanda mafya çeteliği de yapan Peru oligarşisidir. Ancak seçim öncesinde ve iş başına geldiği ilk günlerde bunu gizlemeye çalışmış, IMF karşıtı popülist söylemlere başvurmuştur. Kısa süre sonra bir aldatmacadan ibaret olan bu söylemleri bir yana bırakarak, gerçek kimliğini kuşanmıştır.

Onun diktatörlüğü altında, Peru işçileri ve kent yoksulları üzerindeki sömürü katmerlendi, kapsamlı özelleştirmelerle yeraltı kaynakları başta olmak üzere ülkenin tüm zenginlikleri ABD tekellerine peşkeş çekildi, IMF ile kölece ilişkiler kuruldu, böylece Peru tam bir sömürü cenneti haline getirildi. Kırsal alanda bunlara esrar, eroin, kokain ticareti eklendi. Azgın sömürü, soygun ve kirli ticaret yoluyla kısa sürede yoksul emekçi sınıflar ile sermaye sınıfı arasında büyük bir uçurum yaratıldı.

Öte yandan, “terörle mücadele” adı altında, başta ilerici ve devrimci güçler olmak üzere toplumun tüm muhalif kesimlerine cepheden savaş başlattı. Latin Amerika’nın en büyük gerilla örgütleri olan maoist Aydınlık Yol  ile Tupac Amaru gerillalarına yönelik amansız bir saldırı gerçekleştirdi. 1992’de parlamentoyu dağıttı. Ordunun da desteğini alarak, “başkanlık darbesi” denilen bir darbe yaptı. Yargıyı tasfiye etti. Böylece, hiçbir yasa ve hukukun olmadığı keyfi bir tek kişilik yönetim oluşturdu. CIA ile iç içe bir istihbarat örgütü kurdu. 

Bunlarla da kalmadı, kendisine bağlı infaz mangaları örgütledi. Siyasetçileri, insan hakları savunucularını ve gazetecileri kaçırma, akıl almaz işkence uygulamaları, gerilla örgütlerine dönük katliamlar, yargısız infazlar, devrimci örgütlere yardım ettiği şüphesi ile rastgele tutuklamalar, yargıçların yüzünün kapalı olduğu özel mahkemeler, gerillalara yardım ediyorlar diye yoksul köylüleri köylerden sürmek ya da acımasızca katletmek, toplama kampları kurmak, başlıca icraatlarıydı. Fujimori’nin, ilerici ve devrimci güçler başta gelmek üzere toplumun muhalif kesimlerine açtığı bu kanlı savaşın bilançosu 70 bin kişinin katledilmesi oldu.

Fujimori’nin akibeti de diğer diktatörler gibi oldu. Sömürü, soygun, kirli ve kanlı icraatlar, toplumun geniş kesimlerinde gitgide büyüyen bir öfke biriktirdi. Zamanla korku sınırları aşıldı. Muhalif sesler çoğaldı, kendisini dışa vurdu.

Fujimori, kirli icraatlarına yolsuzluk, hile ve rüşvetleri de eklemişti. Kişisel iktidar ve zenginleşme hırsı belirgin bir özelliğiydi. Bu konuda hakkında açılan gensorudan ancak, kendisi gibi kirli muhalif partinin desteği ile yakasını kurtarabilse de, düşüşünü durduramadı. Latin Amerika’daki diğer diktatörlerin yolunu izleyerek Peru’dan kaçtı. 

Fujimori’nin düşüşünde esaslı rol oynayanlar, korku duvarlarını yıkarak sokaklara çıkan, gösteriler ve grevler gerçekleştiren emekçiler oldu. Fujimori Şili’de yakalanıp iade edildi. Kirli ve kanlı icraatları nedeniyle yargılandı ve 25 yıla mahkum edildi. Ancak, başından itibaren onunla kirli ilişkiler içinde olan iş başındaki hükümet onu hep dışarı çıkartmak istedi. Rapor hazırlatarak affedilmesini sağlamaya çalıştı. Nihayet bugün bu gerçekleşmiş bulunuyor. Yaptığı sayısız katliamın hesabından kurtarılmak isteniyor.

Ancak, daha ilk günden görüldü ki, Fujimori diktatörlüğünden canı yanmış, büyük acılar ve yıkımlar yaşamış Peru emekçileri buna izin vermeyecekler. Günlerdir bu af yasasını protesto ediyorlar. Fujimori diktatörünün yattığı hastanenin önünde gösteriler gerçekleştiriyorlar.

 

 

 

 

Eylemler Ruhani’yi büyük bir ikileme itiyor”

 

İran’da 28 Aralık’ta başlayan ve devam eden gösteriler uluslararası kamuoyunun ilgisine konu oluyor.

Dünya basını gösterileri yakından takip ederken, Independent gazetesinin Ortadoğu muhabiri Patrick Cocburn, İran’da devam eden protestolar hakkında analiz yazısı yayınladı. Cockburn yazısında, gösterilerin İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’yi büyük bir ikileme ittiğini belirtti.

Cockburn’ün İran’daki eylemler hakkında yaptığı analizlerin öne çıkan yönleri ise şöyle:

Muhafazakârlar, geçen yıl küçük bir farkla yeniden seçilen, ılımlı olarak görülen Ruhani’yi zayıflatmak için gösterileri başlatmış veya bunlara müsamaha göstermiş olabilir. Eğer öyleyse, gösteriler hızlı bir şekilde muhafazakârların kontrolünden çıktı demektir.

Ruhani ve yönetimi, şu ana kadar protestolara sükûnet çağrısı yaparak, yatıştırıcı bir şekilde yaklaşarak cevap verdi. İnsanların protesto hakları olduğunu ancak mala, mülke zarar verme ya da şiddete karışma hakkının olmadığını söyledi.

Hükümet açık olarak, gösterilerin dineceğini umuyor. Ancak şu ana kadar bunun tam tersi yaşanıyor gibi görünüyor. Gözaltına alınanların sayısı hâlâ düşük. Ancak Ruhani, zayıf görünmemek için baskı altında olmalı.

Sonunda gösterileri sert bir şekilde bastırabilir ama iyi bir şekilde duyurusu yapılan baskı, İran’daki gösterilere desteği artırabilir ve ABD ile Batı Avrupalıları, Yemen gibi ülkelerde göstermedikleri tarzdaki bir hevesle, ülkedeki insan haklarını korumaya itebilir.

Protestoların kanlı bir şekilde bastırılması ayrıca, Batı Avrupalıları, Trump’ın İran’a yönelik saldırgan tutumuna doğru itebilir ve ölümcül bir şekilde nükleer silah anlaşmasının altını oyabilir.

Bu da, Ruhani’nin dış dünyaya yönelik daha uzlaşmacı tutumu ve ülke içindeki daha liberal politikalarının başarısız olduğunu söyleyebilecek şahinlerin elini güçlendirebilir.”

 
§