22 Aralık 2017
Sayı: KB 2017/49

Devrimci sınıf hareketi!
AKP çürüyen sistemin aynadaki yüzüdür!
Siyasal İslam’ın Filistin riyası
AKP-cemaat kavgası ve “FETÖ’yle mücadele” demagojisi
Metal’de son viraj
Her yönüyle güçlü bir Mesleki Eğitim Kurultayı için...
Devrimci sınıf sendikacılığı!
Taşeron köleliği ve AKP’nin yalanları
“İstihdam Şurası” ve istikrarlı sahtekarlık
Sendika düşmanı Sumitomo’nun şeceresi!
Emperyalist sömürgecilerin yarattığı devlet: İsrail
Filistin’de tarihsel kuşatma
Güney Kürdistan’da maaş eylemleri ve çatışmalar
İşçi ve emekçi kadınlar hakkı olanı istemelidir!
Burjuva kadın, işçi kadının dostu olabilir mi?
Kadın bedeninin cinsel bir metaya dönüştürülmesine karşı mücadeleye!
Mesleki Eğitim Kurultayı hazırlıkları devam ediyor
Darbeye giden yolda kanlı bir katliam: Maraş!
Roboski Katliamı 6 senedir Kürtçe ağıtlarda!
Hoşçakal Hüseyin
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Hoşçakal Hüseyin

 

Etraf henüz aydınlanmamış, gökte ay parlak, yıldızlar da çıplak gözle görünür halde. Yerde oturmuş, iki eliyle dizlerini tutup göğsüne kadar çeken Hüseyin’in yüzüne, yol kenarındaki küçük su birikintisinden ayın yansıması çarpar. Hüseyin de yorgunluğun getirdiği üşengeçlikten olsa gerek ay ve yıldızları, su birikintisinden izler. Hüseyin’in çevresi sessizlik doludur. Sanki in cin top oynamakta, etraf dağ başı gibi sakin ve hareketsizdir. Sanki bu koca şehirde bir tek Hüseyin yaşıyor, bir tek o nefes alıp veriyor. Sessizliği, Hüseyin’in arkasından beyaz market poşetinin uçuşup rüzgârla olan dansı bozar. Beyaz market poşetinin hışırtısını duyan Hüseyin, birden irkilip arkasına bakar. Sessizliği bozan poşeti gördükten sonra derin bir nefes alır, tıpkı bir kâbustan uyanırcasına. Belli ki Hüseyin çok korkmuştur, ardından yine ay ve yıldızları seyre dalar. Bu sefer ay ve yıldızlara, başını göğe kaldırıp öyle bakar. Bir burukluk bir hüzün vardır Hüseyin’in içinde. Bu hüzün yüzüne bile yansımıştır. Gökyüzüne uzun uzun bakmasından da belli olur. Gökte sanki bir şeyler aramaktadır Hüseyin’in yaşlı gözleri. Gariptir, baktıkça hayalimsi bir eski anıyı anımsar. Gamzesinden, gerçeklikten kopuk küçük bir mutluluk çıkıverir gizliden. Ay ve yıldızlara baktıkça da acınımsı bir şekilde, zamanın kendisinden koparıp aldığı gerçekliği gözünün önüne getirir.

Mahallenin imamı, sabah ezanını Bilali Habeşi gibi gür ve dolgun bir sesle okuduğu sırada sessizlik daha da bozulur ve sokak köpekleri ulumaya başlar. Hüseyin az önceki gibi derin bir nefes çekerek sulanmış gözlerini elleriyle sildikten sonra ayağa kalkar ve sonu gözükmeyen sokakta yürümeye başlar. Zaman akar. Hüseyin başı yere bakar vaziyette yürüdükçe imamın ve sokak köpeklerinin sesleri birbirine karışarak uzaktan gelen bir müziği andırır şekilde yavaştan kısılır.

Yeniden başlar, Hüseyin’in uzun ve yorucu yolculuğu. Hüseyin’in adımları gittikçe hızlanır. Girdiği her sokak başında biraz daha hızlanır. Ta ki harabe bir evin önüne gelene kadar. Harabe evin önüne gelen Hüseyin yavaşlar. Gökyüzüne bir daha bakar hava hâlâ aydınlanmamıştır, ay ve yıldızlar hâlâ görünür vaziyettedir. Harabe evin içine girer, ardından elinde bir tepsiyle çıkıp tekrar koşuşturmaya başlar. Hüseyin koşar, koşar, koşar...

Bir simit fırınının önüne gelip içeriye bakar. Fırının içine girer. İçeride yaşlı ve genç adam masada oturmaktadır. Soluk soluğa kalan Hüseyin fırının iç kısmında, kapının girişinde bekler vaziyette onları seyreder. Önlerinde fırından yeni çıkarttıkları simitten birer tane ve taze demlenmiş çayları vardır. Yaşlı adam Hüseyin’i görür görmez “oğlum” diye seslenir.

-Hadi gel sıcacık çayını iç, taze simidini ye. Sonra tepsini doldurup işe çıkarsın. Hadi, ikiletmeden gel.

Genç adam:

Ne yiyecek be! Çabucak dün yaptığı işin parasını versin ardından hemen tepsisini doldurup işe çıksın, bu şerefsizlere daha fazla yüz verme artık.”

Hüseyin adamların söylediklerini duymazlıktan gelip taze mi taze sıcak mı sıcak henüz fırından çıkmış simitlerin başına gelir, simitlerden etrafa muazzam bir koku yayılır. Tepsisine en güzel simitlerden doldurur, sonra masaya yaklaşır ve dün sattığı simitlerin parasını genç adama uzatır. Parayı uzatmasıyla adamın Hüseyin’in suratına çok şiddetli bir tokat indirmesi bir olur. Hüseyin yere yığılır. Ardından başı dik bir şekilde sessizce ayağa kalkar. Kendisine tokat atan adamın yüzüne bakar. Adam Hüseyin’in saçından tutup söylenmeye başlar:

-“Lan şerefsiz şimdiye kadar akşam satamadığın simitleri o namusuz, o piç sokak çocuklarına veriyordun, bir şey demedim, şimdi de paralarımı çalıp onlara veriyorsun. Bu ne lan, paranın geri kalanı nerde? Bir tepsi dolusu simit sattın, bu kadar mı para getirdin? İtoğlusu seni, beni enayi mi sandın lan! Git kime, nereye bıraktıysan getir o paracıklarımı.”

Arkadan yaşlı adam: “Dur, etme bre oğul! Hüseyin yapmaz öyle şey bir yanlışlık olmuştur” der.

Genç adam “Sen sus baba! Bu iş yerini ben işletiyorum karışamazsın sen bana” diye sert çıkışır yaşlı adama. Yaşlı adam bir şey diyemeden arka odaya geçer. Genç adam ardından Hüseyin’i sarsarak: “Hadi defol git şimdi bu simitleri akşama kadar hepsini sat ve yarın paramı fazlasıyla istiyorum” dedikten sonra Hüseyin’in saçlarını bırakır. Gözü yaşlı Hüseyin, on beş kilo ağırlığındaki simit tepsisini alıp hızlı adımlarla fırından ayrılır.

Fırından çıkan Hüseyin bir müddet ilerledikten sonra durup etrafına bakınır. Etraftaki binalara ve ardından gökyüzüne bakar. Yüzünde bir tebessüm belirir. Etraf aydınlanmaya başlar. Güneşin doğmasına az bir zaman kaldığını fark eden Hüseyin’in gözüne inşaat halindeki bir bina çarpar. Yüksek binayı iyice süzüp binaya yönelir. Yüksek binaya acılı, hüzün dolu ama bir o kadar da kararlı yürür. Yürüdükçe etrafta araba ve korna sesleri yükselir. Dükkanların kepenkleri büyük şangırtılarla açılır. Tüm bunlar Hüseyin’in sersemleşmesine neden olur. Yolda dilenen Suriyeli kadın ve çocukları görür. Simitçi, simitçi diye bağıran çocukları, mendil satan çocukları, su satan çocukları, karton toplayan çocukları görür. Aynı zamanda gürültü çoğalır. Kulakları sağır edercesine patırtı çatırtılar duyar. Başı dönmeye başlar, etrafı bulanıklaşır. Hüseyin çıldırmanın eşiğine gelir. Güneşin doğduğu yöne bakar ve güneşin doğmasına çok az bir zaman kalmıştır. Daha çok hızlanır, nihayet binanın önüne gelir binanın içine girer ve merdivenleri çıkmaya başlar. Binanın çatısına çıkar. Baş döndürücü bir yüksekliğe sahiptir bina. Hüseyin o yükseklikten aşağıya bakar. Aşağıda simit satarken arta kalan simitleri verdikleri insanları görür. Çöpten yemek arıyorlardır. Tekrar su satan, simit satan, mendil satan çocukları görür. Onlara uzun uzun bakar sonra ona tokat atan adamı düşünür. Simitleri çocuklar yesin diye aşağıya atar. Güneş ışınları daha da belirginleşir, güneş tan yerinden yükselmeye başlamıştır. Aşağıdakiler simitleri görür. Simitleri toplamaya başlarlar. Hüseyin son defa gökyüzündeki ay ve yıldızlara bakarak, yüksek sesle Anne baba sizi çok özledim” diye bağırmaya başlar. Aşağıdakiler sesin geldiği yere doğru bakarlar ancak Hüseyin’in ne dediğini anlamazlar. Büyük bir sevinçle simitleri toplamaya devam ederler Hüseyin’den habersiz.

Oysa Hüseyin bir kuş misali gökte gezinmektedir. Bu düzende mülteci olmak da çok zor çocuk işçi olmak da...

Hoşçakal Hüseyin...

Zinar


 
§