7 Temmuz 2017
Sayı: KB 2017/26

AKP iktidarının savaş ve işgal histerisi
Kürt kentleri neden yıkılıyor?
Suriyelilere yönelik saldırılara dair…
Nuriye ve Semih’i yaşatacak olan, sokakların gücüdür!
“Kitlelerin tepkisi, yolunu bulduğunda patlayacaktır!”
Kamu emekçilerinin İstanbul’daki direnişi sürüyor
“İşçi sınıfı ya devrimcidir ya da hiçbir şey!”
Yazaki’de direniş ve gözaltı saldırısı
TİS ve grev süreçlerinin ardından işçi kıyımları artıyor
Vahşi kapitalizmin pençesinde kıvranan dünya
Kıbrıs sorunu: Çözümün engelleri, çözüm gücü olamaz!
Sömürü çarklarında öğütülen kadın işçiler
“İşçilerin söz ve karar hakkı olmazsa iş cinayetlerini azaltamazsınız”
İş cinayetlerinin son bulması için mücadeleye!
Mesleki teknik eğitimde sömürünün adı: Tematik Lise
Sınıf devrimcilerinden 2 Temmuz anmaları
2. Enternasyonal ve revizyonizm
İnsanlık tarihinde kısa bir öykü: Taşköprü
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

2. Enternasyonal ve revizyonizm

K. Harun

 

2. Enternasyonal işçi sınıfı mücadelesinin uluslararası boyutta geliştiği bir evrede, 14 Temmuz 1889 yılındaki Paris İşçi Kongresi’nde kuruldu. 19. yüzyılın bu son çeyreği, bütün dünyada, özellikle de kıta Avrupa’sında sanayinin hızla geliştiği, kapitalist tekellerin ortaya çıktığı, buna bağlı olarak işçi sınıfı saflarının da giderek genişlediği bir dönemdir. Özellikle 1880-1890 yılları arasındaki on yılda tekniğin de gelişmesiyle kadın ve çocuk işçiliği kitlesel bir şekilde üretime dahil edilmiştir. Sendikal örgütlenmeler hız kazanmış, bütün ülkelerde işçi partileri kurulmaya başlanmıştır.

Ücretler, iş saatleri, iş koşulları hakkında yapılan grevlerin bu dönemde yoğunlaşması, yine 8 Mart’ı, 1 Mayıs’ı doğuracak olan işçi sınıfının eylemli süreçlerinin bu zaman diliminde gerçekleşmesi böylesi bir maddi temel üzerinden yükselir.

Bu dönemde kapitalizm uluslararası bir boyut kazanmıştır. Kendi ulusal hammadde ve pazar alanları kapitalistlere yetmez olmuştur. Ulusal kapitalist kuruluşlar uluslararası kapitalist tekellere dönüşme sürecine girmiştir. Bunun sonucunda deniz taşımacılığı ve limanlar, -başta demiryolları olmak üzere- her türlü ulaşım hattı ve kargoculuk hızla gelişmiştir. Sermayenin uluslararası niteliği, işçi sınıfına yönelik ekonomik ve siyasal saldırılara da uluslararası bir nitelik kazandırmıştır. Bu durum tek tek ülkelerdeki işçi sınıfı bölüklerinin yaşam koşullarının ve bu koşullara karşı mücadele taleplerinin ortaklaşmasını sağlamıştır. Yukarıda da değindiğimiz gibi işçi sınıfının uluslararası eylem birliğini sağlayan 8 Mart ve 1 Mayıs’ın bu tarihlerde ortaya çıkmış olması hiç de tesadüf değildir.

1. Enternasyonal deneyimi Marks ve Engels’in önderliğinde gelişmiş, 1871 Paris Komünü sonrası ciddi saldırılarla karşı karşıya kalmıştır. İngiliz ve Fransız sendikaları Enternasyonal’den ayrılmış, Avrupa’daki sendikal harekette burjuvaziyle uzlaşı eğilimi güçlenmiştir. 1872’de Enternasyonal’in merkezi ABD’ye taşınmış, 1876’da ise Enternasyonal dağılmıştır. 1. Enternasyonal içinde Marks ve Engels anarşizm başta olmak üzere işçi sınıfı mücadelesini zaafa uğratan her türlü burjuva-küçük burjuva ideolojisiyle mücadele etmişlerdir.

2. Enternasyonal’in 1893 Zürih Kongresi, anarşizmin etkisinin kırıldığını aldığı şu kararla yansıtır: “Kongreye tüm sendikalar, ayrıca işçilerin örgütlenmesini ve siyasal eylem gereğini benimseyen sosyalist partiler ve örgütler kabul edilecektir. Siyasal eylemden kast edilen işçi örgütlerinin, proletaryanın çıkarlarını geliştirmek ve siyasal iktidarı ele geçirmek yolunda, mümkün olan en geniş ölçüde, siyasal haklardan ve yasama mekanizmasından yararlanması veya bunları ele geçirmesidir.”

Bu karar anarşizmin işçi sınıfının ekonomik ve siyasal hedefleriyle uyuşmayan bir ideoloji olduğunun ilanıdır. Ve anarşizmin ideolojik-politik yenilgisinin ifadesidir.

Anarşizm olmasa bile 2. Enternasyonal’i bekleyen başka bir gerici tehlike vardı. Bu, en başta Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nde (SPD) somutlanan revizyonizm ve oportünizmdir. SPD, 2. Enternasyonal’in en güçlü işçi partisidir. 19. yüzyılın sonunda 100 bin üyeye ulaşmış, sendikaların neredeyse tamamını bünyesinde toplamıştır. Karl Kautsky, Karl Liebknecht, Rosa Luxemburg ve August Bebel gibi önderlere sahiptir

SPD, parlamenter başarılarıyla da öne çıkan bir partiydi. 1893 seçimlerinde oyların yüzde 23’ünü, 1898 seçimlerinde yüzde 27,2’sini aldı. 1903 yılındaki seçimlerde 3 milyondan fazla oy alan SPD yüzde 31 oranına ulaştı ve Alman parlamentosuna 81 milletvekili yolladı. Benzer parlamenter başarıları 2. Enternasyonal’e üye olan diğer işçi partileri de elde etti. İngiltere, Fransa, Avusturya ve Belçika başta olmak üzere işçi partileri yasal zeminlerde güçlendi, ciddi parlamenter başarılar elde etti.

İşçi partilerinin düzen içi başarıları revizyonizme ve oportünizme varan ciddi tartışmaları beraberinde getiriyordu. İşçi partileri burjuva hükümetlerde yer almalı mıydı? Bakanlıklarda bulunmalı mıydı? Hükümet bütçeleri karşısındaki tutumları ne olmalıydı? Yasal zeminlerdeki başarılar işçi sınıfının ve sosyalistlerin nihai hedefi olan işçi sınıfı iktidarını kurmakta nasıl bir yer tutabilirdi? Kapitalist tekellerin oluşmasıyla dünyada hızla artan silahlanma, savaş ve sömürgelere karşı işçi partilerinin politik tutumları ne olmalıydı? Ön plana çıkan bütün bu tartışma başlıkları 2. Enternasyonal’de ve tek tek ülkelerdeki işçi partilerinde taraflaşmalara neden oldu. Ve nihayetinde 2. Enternasyonal 1914 yılına gelindiğinde, yani birinci paylaşım savaşı sürecinde dağıldı.

1914’e kadar 2. Enternasyonal için birçok dönüm noktası yaşandı. SPD Bavyera eyaletinde 1894 yılında hükümet bütçesini onayladı. 2. Enternasyonal ilk kez yaşanan bu durum karşısında güçlü bir tutum alamadı. Sonrasında yapılan tartışmalar Marksizm’in özgül koşullara göre tekrar yorumlanması gerektiğini savunan revizyonizme ve açıktan reformizmi teorize eden Bernsteincılığa kadar vardı. SPD’deki en güçlü eğilim işçi sınıfının iktidarının, işçi sınıfı partisinin iktidarı olduğu ve bunun da parlamenter yolla sağlanabileceği yanılgısıydı. Bu yanılgı yasal zeminde güç olmayı temel hedef olarak önüne koymuş, işçi sınıfının iktidarı ele geçirmesinin tek yolunu parlamento olarak benimsemişti. Bu yanılgıyı taşıyan revizyonistler tarafından sosyalist ülkelerin de sömürgeleri olabileceği, burjuva hükümetlerin savaş kararlarının ve savaş bütçelerinin onaylanabileceği savunuldu. Parlamenter başarılar arttıkça bu revizyonist zemin daha da güçlendi.

2. Enternasyonal’e hakim hale gelen revizyonizme karşı başta Bolşevikler ve Lenin olmak üzere, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht gibi devrimciler sürekli ideolojik-politik mücadele yürüttüler. 1905 Rus Devrimi de uluslararası revizyonizme karşı pratik bir darbe oldu. 1905’te Rusya’da kendiliğinden gelişen devrim, işçi sınıfının en devrimci mücadele aracının siyasal genel grev ve ayaklanma olduğunu ispatladı. Yıllarca gelişmiş, yüz binlerce üyeye ulaşmış, 3 milyonun üzerinde oy almış, ülkedeki bütün sendikaları kontrol edebilen SPD Almanya’da devrim yapamıyordu. Ama Rusya’da, hem işçi sınıfının gelişmişlik düzeyi açısından hem de örgütlülük düzeyi bakımından bu geri ülkede işçiler grev ve ayaklanma silahını kuşanarak 1905 Devrimi’ni gerçekleştirmişti.

2. Enternasyonal’deki revizyonist partilerin en akıl almaz tutumu ise Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sürecinde “anayurt savunması” bahanesiyle burjuva hükümetlerinin savaş bütçelerini onaylamaları ve savaşta kendi burjuvalarının yanında tutum almalarıydı. Revizyonizm işçi sınıfı mücadelesine ihanetini bu adımla somutlamıştı. Bu tutumun karşısında Bolşevikler, emperyalist savaşın kendi savaşları olmadığını, işçilerin cephelere gidip sınıf kardeşlerine kurşun sıkmamaları gerektiğini, aksine işçilerin namlularını kendi burjuvalarına yöneltmeleri gerektiğini savundular. Bolşevik Parti “Emperyalist savaşa karşı iç savaş” bayrağını yükseltti.

Sonuç olarak revizyonist ihanet, çeşitli ülkelerde faşizme kadar varan sonuçlar doğurdu. Bolşevikler ise emperyalist savaşlara karşı hayata geçirdikleri devrimci politikalarla 1917’de Sosyalist Ekim Devrimi’ne önderlik ettiler. Bu iki tutum sonuçları itibariyle de oldukça net bir tabloyu önümüze koymaktadır.

1914’te Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sürecinde dağılan 2. Enternasyonal’den sonra sosyal-demokrasi, düzenin devamını sağlayan temel bir burjuva ideolojisi haline gelerek, devrimci sosyalizmle kesin bir şekilde ayrıldı.

Bugünün dünyasında ve Türkiye’sinde geleneksel sol hareket marksist görünmeye çalışsa da belli düzeylerde burjuva ideolojisi olan sosyal demokrasiyi temsil etmektedir. 2. Enternasyonal ve Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ortaya çıkardığı sonuçlara rağmen sol görünümlü çoğu geleneksel hareket için yasal zemin ve parlamentarizm temel mücadele aracı olarak görünmektedir.

3. Enternasyonal’le ilgili bir değerlendirmede şöyle diyordu Lenin:

Birinci Enternasyonal, proletaryanın sosyalizm uğruna uluslararası mücadelesinin temellerini attı. İkinci Enternasyonal birçok ülkede yaygın kitle hareketlerinin zeminini oluşturma evresiydi. Üçüncü Enternasyonal ise İkinci Enternasyonal’in çabalarının semeresini toplayarak, oportünist, sosyal şovenist, burjuva ve küçük-burjuva çöpleri ayıklamış ve proletarya diktatörlüğünü kurmak üzere yola koyulmuştur.”

Türkiye’de komünistlerin yükselttiği “Devrimci bir işçi sınıfı hareketi için ileri!” şiarı her türden revizyonizme ve oportünizme karşı açılmış bir bayraktır. Kapitalizmin biriktirdiği her türlü sorunun işçi sınıfının devrimcileşmesiyle çözülebileceği, nihayetinde sorunun kaynağı olan kapitalizmin sosyalist işçi devrimiyle ortadan kalkabileceğini ortaya koymak ve buna uygun bir mücadele yürütmek -işte Türkiyeli komünistlerin yaptığı budur.

İşçi sınıfının dünya çapındaki örgütlü birliğini kuracak olan ise ulusal ve uluslararası sınıfsal mücadelenin yükselmesi olacaktır. Komünistler kendi bulundukları topraklardan bu mücadeleyi omuzlamaktadır. 2. Enternasyonal’i doğuran 19. yüzyılın koşullarıydı. 3. Komünist Enternasyonal’i doğuran Ekim Devrimi’ydi. Yeni komünist enternasyonali doğuracak olan içinde bulunduğumuz krizler, bunalımlar, savaşlar ve devrimler yüzyılıdır. Ve proleter devrimlerin dünyada zafere ulaşması, işçi sınıfının uluslararası birliğinin ve mücadelesinin eseri olacaktır.

 

 

 

 

Essen II. Kültür Festivali başarı ile gerçekleştirildi

 

Belirlediğimiz hedeflerimize tam olarak ulaşmak için, buna karşılık gelen politik ve pratik bir seferberlik gerekiyordu, biz de bunu yaptık. Erken bir tarihte gerçekten yoğun ve çok yönlü bir çalışmanın içine girdik. Binlerce el ilanı dağıttık, özellikle festivalin yapılacağı Essen başta olmak üzere, yakın kentlerde afiş çalışmaları yaptık. Her türlü imkanı festivalin duyurusunu en geniş kitleye ulaştırmak için değerlendirdik. İşçi, emekçi ve genç kuşakla bire bir temaslar kurduk, festivale katılmaları için çağrı yaptık. Etkinliğin bilet satışını gerçekleştirdik. Yoğun, tempolu ve hedefli bir koşuşturmanın ardından nihayet festivalin yapılacağı güne, 1 Temmuz’a geldik.

Ana sahne hazırdı. Üzerinde boydan boya “İşçilerin birliği halkların kardeşliği” şiarının yazılı olduğu bir pankartla süslenmişti. Sahnenin ön kısmına ise N. Hikmet, P. Neruda, B. Brecht, Yılmaz Güney gibi komünist şair ve sanatçıların posterleri asılmıştı. Alanda BİR-KAR, Avrupa DGB, Anadolu Federasyonu, Partizan, Trostalladem, MLKP Gençliği, MLPD, Alman Yeniden İnşa adlı gençlik örgütü ve Dersim Cemaati gibi örgüt ve kurumlar bilgilendirme ve kitap standları açmıştı. Hemen ötesinde de yiyecek ve içecek standları kurulmuştu.

Festival günü, saatler süren sağanak yağış gibi büyük bir talihsizlikle karşı karşıya kaldık. Bu durum doğal olarak katılımı sınırladı, birçok insanın, özellikle de uzak kentlerden gelecek olanların üzerinde caydırıcı rol oynadı. Buna rağmen etkinliği ertelemedik, gerçekleştirmek konusundaki kararlılığımızı sürdürdük.

Her şeye rağmen hatırı sayılır sayıda kitlenin festivalimize katılacağına inanıyorduk. Nitekim de böyle oldu. Özellikle Essen ve çok yakın kentlerden, gün boyu toplam 1500 işçi, emekçi, kadın ve genç festival alanına giriş-çıkış yaptı. Festival alanına gelip kısa süre sonra geri dönenler daha çok çocuklu ailelerdi. Ancak, önemli sayıda kitle, sağanak yağışa aldırmayıp kararlılıkla alanda kalmayı tercih etti.

Festival saat 15.00’te başlatıldı. Kısa selamlama, program hakkında kısa bir bilgilendirme ile giriş yapıldı. Bunu, dünyada ve coğrafyamızda dünden bugüne devrim ve sosyalizm kavgasında yitirdiğimiz değerlerimiz için yapılan bir dakikalık saygı duruşu izledi.

Önce İran/Fars müziğinden esintilerle Tina ve grubu sahneye çıktı. Ardından, kardeş Yunan halkının etkileyici müziği eşliğinde Yunan halk dansları ekibi sahne aldı. Yunan halk dansları grubu göze hoş gelen giysileri ve başarılı sunumları ile belirgin bir ilgi ile izlendi.

Onların ardından Afrika müzik grubu sahneye çağrıldı. Kardeş Afrikalılar kendilerine özgü son derece hareketli dansları, topluca söyledikleri şarkıları ve müziğe apayrı bir canlılık katan enstrümanları ile bir anda ortamı hareketlendirdi. İlgiyle izlendiler, sempati topladılar.

Bir İspanyol kadın emekçi de Pablo Neruda’dan coşkuyla okuduğu bir şiirle festivale katkı yaptı.

Bu kez, Grup Su sahne aldı. Hazırlıklı geldikleri hemen belli oldu. Girişteki potpori ile açılışını yaptıkları dinletileri beğeni ile dinlendi. Hareketli türküler eşliğinde kitleye halay çektirdiler. Başarılı dinletileri alkışlarla karşılandı.

Grup Su’dan sonra dost sanatçı Cemil Koçgün ve ekibi sahne aldı. Cemil Koçgün birbirinden güzel ve dokunaklı Kürtçe, Zazaca ve Türkçe türküleri ile her zamanki gibi dinleyicilerden olumlu tepkiler aldı. Başarılı sunumu nedeniyle yoğun alkışlarla uğurlandı.

Ardından sahneye Pınar Aydınlar çıktı. Pınar Aydınlar dinleyicilerle kurduğu sıcak diyalogu, devrimci sınıf mücadelesi ve devrimci değerler üzerinden yaptığı ajitasyonla ortamı canlandırdı, kitleyi coşturdu. Sunumunun en canlı ve coşkulu bölümü ise, katılımcı kitle ile birlikte “Ellerinde Pankartlar” ve “Gayri Dur Durak Yok Yoldaşlar” adlı türkü ve marşları söylediği bölümdü. Pınar Aydınlar dinletisini mücadele alanlarında buluşma çağrısı ile sonlandırdı. Bundan dolayı yoğun alkış topladı.

Festival programına Grup Bajar damga vurdu. Grup Bajar sadece Kürtçe ve Zazaca türküleri oldukça başarılı sunması ile değil, aralarda dile getirdiği son derece anlamlı sözler ve kendilerine özgü ritmik hareket ve dansları ile tüm dinleyici kitleyi bir anda sahnenin önüne topladı. Belirgin bir heyecan yarattı, coşku yüklü bir atmosferin oluşmasını sağladı. Grubun söylediği hareketli türküler eşliğinde oldukça kalabalık bir kitle durmaksızın halay çekti.

Festival bir Alman müzik grubunun kısa dinletisinin ardından sona erdi.

Sonuç olarak, sağanak yağmur gibi bir talihsizliğe karşın anlamlı katılımı, doyurucu programı ve akışkan sunumu ile taraflı tarafsız herkesin beğenisini kazanan başarılı bir festival gerçekleştirdik. En dikkate değer olan husus da, hatırı sayılır sayıda bir kitlenin, politik bir duruşun ve az çok güçlü bir gönül bağının ifadesi olan bir tutumla alana gelmesi ve kalması idi.

Essen BİR-KAR

 
§