17 Şubat 2017
Sayı: KB 2017/07

Savaşa ve yayılmacılığa karşı işçilerin birliği halkların kardeşliği
Türkiye ve İsrail arasında ‘derin muhabbet!’
Özelleştirmenin, gaspın, talanın OHAL’i; Varlık Fonu
Suruç Katliamı iddianamesi: Devlet katliamı örtmeye çalışıyor!
Bir katliamın aynasından yansıyan devlet gerçeği
“Bulunduğumuz her noktayı direniş mevzisine dönüştüreceğiz!”
Kitlesel kıyımları, yaygın direnişlerle karşılamalıyız!
Tekstil İşçileri Sempozyumu gerçekleştirildi
Sınıf cephesinde eylem ve direnişler
Petro-kimya işçilerinin mücadele tarihi-3
Devrimci sınıf hareketi!
Gençlik akademisyenlere sahip çıktı
AKP iktidarı üniversiteleri “kavgaya davet etti!”
Trump ve hegemonya savaşları
Avrupa metropollerinde mülteci dramı
Sertleşen NATO-Rusya gerilimi
Almanya’da seçimler ve Alman burjuvazisinin beklentileri
İyi ki doğdun Charles Darwin!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Almanya’da seçimler ve Alman burjuvazisinin beklentileri

 

Almanya’da önümüzdeki dönem önce eyalet, ardından da Eylül ayında federal parlamento seçimleri yapılacak. Alman emperyalist burjuvazisi bu seçimlere öncekilerden farklı bir anlam biçiyor ve özel bir önem veriyor.

Zira emperyalist dünya derin bir bunalımın pençesinde kıvranıyor ve savaş tamtamları gelinen süreçte daha bir gür çalınıyor. Emperyalist merkezler kriz olgusu karşısında savaş ve saldırganlık politikalarını tırmandırıyor, militarizm ve silahlanma yarışı her geçen gün kızışıyor. Elbette hegemonya mücadelesi de… ABD başta olmak üzere, tüm emperyalist büyük devletler hummalı biçimde caniyane bir savaşa hazırlanmaktadırlar. Öteden beri hazırlık yapanlardan biri de Alman emperyalizmidir.

Alman emperyalist burjuvazisi bugüne dek, daha çok sessiz bir hazırlığın içindeydi. Ne var ki, ABD’nin Polonya ve Baltık ülkelerine çok yönlü askeri bir yığınak yapması, en büyük rakibi olarak gördüğü Rusya’yı kuşatma çabaları, yine Trump’ın AB’ye yönelik olarak, aynı zamanda bir tür aşağılamayı da içeren, “Bugüne kadar hep biz sizi koruyup, kolladık. NATO en çok sizin sınır güvenliğinizi sağladı, ama, buraya kadar. Bundan böyle kendi başınızın çaresine bakın” şeklindeki açıklamaları karşısında Almanya, hem de AB adına sesini yükseltmeye başlamıştır. Yakın günlerde gerçekleştirilen Malta Güvenlik Zirvesi sırasında dile getirilen, “Biz kendi sınır güvenliğimizi kendimiz de koruyabiliriz” mealindeki açıklamalar bunun ifadesidir.

İki savaş suçlusu Alman tekelci burjuvazisi kara ve kirli propaganda silahı ile işçi ve emekçileri ayartmakta mahirdir. “Alman ulusu olarak güçlü olmak, Almanya’nın çıkarları ve geleceği için kenetlenmek zorundayız. Bugünkü krizden çıkışın tek çaresi gerçekte bir ‘vatan savunması’ olan bir savaştır. Buna mecburuz” şeklindeki, Göbbels damgalı propagandalarla bir savaş atmosferi yaratmak konusunda da oldukça deneyimlidir. Önümüzdeki dönemde bu yönlü propagandalar hız kazanacaktır. Bu çerçevede militarist politikalar daha bir azdırılacak, silahlanma yarışı çılgınca boyutlar kazanacak, Avrupa ve Almanya’nın işçi ve emekçilerine geçmiştekilerden daha büyük acılara ve yıkımlara mal olacak olan bir savaş için hazırlıklar daha da yoğunlaştırılacaktır.

Almanya seçimleri işte bu koşullarda yapılmaktadır. Alman tekelci burjuvazisinin bu koşullarda gerçekleşecek olan seçimlerden beklentisi de bellidir. O, en yalın anlatımla, Alman emperyalist devletini belli bir hızla yakın bir tehlike haline gelme yönünde seyreden yeni paylaşım savaşına hazırlamanın aracısı olacak bir savaş hükümeti arayışındadır. Günümüz Almanya’sında buna karşılık düşen hükümet ise, yine CDU/CSU ve SPD koalisyon hükümetidir.

Seçime giren partiler, muhtemel oy oranları ve burjuvazinin tercihi

Martin Schulz’un SPD başkanlığına getirilmesi taze bir rüzgara yol açmış gözükse de bunun kalıcı olması mümkün görünmemektedir. Bu manevra, gerici-faşist parti ve hükümetlerin cesaret edip de uygulayamadığı sosyal yıkım programlarını uygulayan, başından itibaren bir sosyal yıkım ve savaş hükümeti olarak iş gören SPD’nin yerlerde sürünen imajını tazelemeye hiç ama hiç yetmeyecektir. Yine de seçimlerin favori partilerinden biridir, burjuvazinin güvenini kazanmıştır ve muhtemel büyük koalisyonun ortağı konumunu kaybetmesi beklenmemektedir.

Angela Merkel ve partisi CDU’nun, özellikle de göçmenler/mülteciler politikası üzerinden oldukça yıprandığı ve muhafazakar tabanından %5 ile 7 arasında oy kaybı yaşadığı belirtiliyor. Kendi partisi ve kardeş partisi CSU bünyesindeki huzursuzluklar, ayrıca bir sıkıntı konusudur. Her şeye rağmen geleneksel bir tabanı var ve yapılan anketlere göre çok önemli bir gelişme yaşanmadıkça oy oranlarının %39 bandının altına düşmeyeceği görülmektedir.

FDP’nin nasıl bir seçim stratejisi izleyeceği dahi belli değildir. %5 barajını aşıp aşmayacağı hala tartışmalıdır. Durumu deyim uygunsa bıçak sırtı bir durumdur.

AfD başta olmak üzere irili ufaklı ırkçı-faşist partiler ise yükseliş halindedirler. Önceki eyalet seçimlerinde olduğu gibi yine güçlenerek çıkmaları muhtemeldir. İçinde bulunulan dönem ve Avrupa ve Almanya’nın bilinen koşulları da onlardan yanadır. Bölge parlamentolarına, hem de ağırlıklarını arttırmış olarak girecekleri bekleniyor. %10 barajını aşacakları ve haliyle federal parlamentoya girecekleri görülmektedir. Ancak, herhangi bir hükümetin ortağı olma şanslarının henüz olmadığı söylenebilir.

Yeşiller Partisi’nin (Grüne) %10 oranında bir oy potansiyeli bulunmaktadır. Yapılan anketler de bunu doğrulamaktadır. Geçmişte savaş karşıtlığı ile tanınmış bu parti, gelinen yerde, Almanya’nın hızla silahlanmasını savunan partilerinden biri haline gelmiştir. Burjuvazinin ihtiyacı olan bir savaş hükümetinin bir ortağı olmaya ve tıpkı Yugoslavya’nın işgali ve parçalanması sırasında oynadığı uğursuz rolü oynamaya dünden razıdır. Zaman zaman yaptıkları açıklamalar da bunu destekler niteliktedir.

Alman Sol Partisi’nin (Die Linke) de barajı aşamama gibi bir sorunu görünmemektedir. Üç aşağı beş yukarı önceki seçimlerde aldığı oy oranını yakalayacağı söylenebilir. Ve dahası, Die Linke bu seçimlerde daha da iddialı bir çıkış yapama eğiliminde. Schulz’un SPD başkanı olması bu partide ilginç bir hareketlilik yaratmıştır. Örneğin bu gelişme ile birlikte Gregor Gysi tekrardan meclise dönme hazırlıkları yapmaktadır. Deutschlandfunk radyosu, Handelsblatt ve Tagesspiegel gazetelerine verdiği demeçlerde Martin Schulz’dan övgüyle söz etmesi ve onu Robin Hood’a benzetmesi oldukça manidardır. Deyim yerindeyse tüm bunlarla, SPD, Grüne ve Sol Parti koalisyonu mesajını vermektedir. Buna o denli inanmıştır ki, bir zamanlar adı Kızıl Rosa’ya çıkmış Sarah Wagenknecht’i bu koalisyonun ekonomiden sorumlu bakanı olarak tanımlayabilmektedir. Gregor Gysi’nin, Die Linke’nin SPD’nin sol kanadı haline geldiğinin de anlatımı olan bu demeçleri konusunda, bugüne dek kendi partisinden herhangi bir itiraz gelememiştir. Gysi’nin özlemini duyduğu alternatif koalisyon hükümeti ancak ve ancak özel bazı gelişmelere bağlıdır ki, henüz koşullar buna uygun değildir.

Sol cepheden seçimlere göçmen parti ve örgüt mensuplarının da içinde yer aldığı bir Enternasyonal Liste ile MLPD girmektedir. Syriza ve HDP’ye öykünmenin ifadesi “Bizler de varız” şiarı ile ve onların Türkiye ve Yunanistan’da sağladıkları seçim başarısını burada da tekrarlamak hedefi ile seçim çalışması yürütmektedir. Ciddi ciddi HDP’nin ve bileşenlerinin 7 Haziran seçimlerinde oluşturdukları atmosferi burada da yaratabileceklerine ve benzeri bir başarıyı yakalayabileceklerine inanmaktadırlar. Sözde ne denirse densin tam boy parlamentarizm hastalığı bu partiyi de sarıp sarmalamış bulunuyor. Eksen kayması içinde olan bu partinin, dolayısıyla da Enternasyonal Liste’nin bir şansı görünmüyor.

Sonuç olarak, günümüz Avrupa’sında olduğu gibi, Almanya’da da aranan tastamam sosyal yıkım ve savaş hükümetleridir. Koşullar öyledir ki, bugünün Avrupa’sı ve Almanya’sında kurulacak her hükümet tam bir kaçınılmazlıkla bir sosyal yıkım ve savaş hükümeti olacaktır. Günümüz Almanya’sında buna karşılık düşen hükümet ise, CDU/CSU ve SPD koalisyon hükümetidir.

Dikkate değer olan şudur: Ne SPD’li Dışişleri Bakanı Frank- Walter Steinmaier’in ortak Cumhurbaşkanı olarak belirlenmesi ve ne de Martin Shulz’un SPD’nin başına getirilmesi tesadüftür. Tam tersine, burjuvazinin tercihidir ve SPD’ye dönük bir operasyondur. SPD’nin buna en ufak bir itirazı olmamıştır. Operasyon, SPD bünyesinde de en küçük bir huzursuzluğa yol açmamıştır. Kendisinden beklenenin tamamıyla farkındadır. Tarihinin en kara lekesi olan 4 Ağustos ihaneti örneği bir ihaneti bir kez daha tekrarlaması hiç ama hiç şaşırtıcı olmamalıdır.

İçinde bulunduğumuz dönemde emperyalist burjuvazinin, savaş partilerine, ihanet akımlarına ve bunlardan oluşan savaş kabinelerine ihtiyacı vardır. SPD bu tür bir kabine için biçilmiş kaftandır. Burjuvazinin bu dönemdeki ihtiyacını fazlasıyla karşılayacaktır. Tam da bu nedenle, Alman emperyalist burjuvazisi bir kez daha tercihini, yeni bir soygun savaşına aracı olacak SPD ve CDU/CSU büyük koalisyonundan yana kullanacaktır.

 
§