10 Şubat 2017
Sayı: KB 2017/06

Dinci-faşist iktidarın bekası için kuralsız saldırganlık
Krizin bedelini ödememek için örgütlü mücadeleye!
“Gerici-faşist ablukayı püskürtmek boynumuzun borcu olmalıdır”
İşçi sınıfına yasaklı meydan: Taksim!
Kamu Çalışanları Birliği Programı üzerine-4
İş cinayetlerine dur demek için, daha fazla mücadele, daha fazla örgütlenme!
Dağılsak da göç yollarında, yarın bizimdir bütün dünya
Sınıftan haberler
İşçilerin Birliği Sempozyumu başarıyla gerçekleştirildi!
MESS işe giriş taban ücretlerini fiilen düşürdü
Sınıflı toplumlar ve sınıf mücadeleleri
Metal sektöründe kadın işçilerin durumu ve sorunları-II
KHK’lara karşı “kadın direnişi” üzerine
İEKK’nin 8 Mart çağrısı
Boşanmak zor, öldürülmek kolay!
"Bu pazar kanlı pazar!"
Hem okuyor hem “ölüyoruz”
Dinci iktidar kamu kaynaklarıyla sermayeyi besleyecek
Basına sansürde son nokta: Haber yapmak yasak!
Merkel’in Türkiye ziyareti
10 Ekim Ankara Katliamı davasında 2. duruşma
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Merkel’in Türkiye ziyareti

D. Yusuf

 

Almanya Başbakanı Angela Merkel altıncı kez Türkiye’yi ziyaret etti. Bu ziyaret de, tıpkı 1 Kasım seçimleri öncesinde yapılan ziyaret gibi çok kritik bir zamanda gerçekleşti ve manidar bulundu. Almanya’da ve Türkiye’de Merkel’e yönelik çeşitli eleştiriler yapıldı, ziyaretten vazgeçmesi için ciddi uyarılarda bulunuldu. Eleştiri ve uyarıların ortak noktası ise, ziyaretin AKP gericiliğinin dayattığı “Başkanlık sistemi”ne destek anlamına geldiği düşüncesi idi.

Görünenler ve gizlenenler

Perdenin önünde oynanan orta oyunları ve bunun ifadesi açıklamalar her daim aldatıcıdır. Erdoğan ile Merkel’in, tüm dünyanın canlı yayın vasıtasıyla ve büyük bir merakla izlediği ortak basın toplantısı sırasında yaşananlar tam da bu türdendi. Alman başbakanı konuşmasının bir yerinde kullandığı “İslamist teröristler” sözlerine, Erdoğan anında araya girip, müdahalede bulnudu. Bu tutum diplomasinin en basit kurallarına dahi uygun değildi ve tam da Erdoğan’a özgü bir sahte çıkıştı. Hatırlanacağı gibi Erdoğan, bunun benzeri bir şovu geçmiş dönemde Davos’ta ve stratejik müttefiği olan İsrail’in başbakanına karşı sahneye koymuştu. İsrail başbakanı konuşurken “One minute” diyerek araya girmiş, Gazze sorununun istismarı eşliğinde “Siz cinayet işlemeyi çok iyi blirsiniz” diyerek rol kesmişti. Uluslararası diplomaside örneği az görülen bir şovdu bu. T. Erdoğan daha sonra, Gazze’yi unuttu. İkiyüzlülük ve riyakarlığın en iğrenç örneğini ortaya koyarak, stratejik müttefiği ile yeniden sarmaş dolaş oldu. Yani çıplak çıkarlara, kirli ve karanlık hesaplara geri dönüldü.

A. Merkel, ziyaret öncesi eleştiri ve uyarıları da gözeterek, “Avrupa değerleri” olarak kodladıkları basın özgürlüğü başta olmak üzere, hak ve özgürlükler konusuna deyim yerindeyse “geçerken” değindi. Referandum sırasında dikkat edilmesi gereken hususları belirtti. Erdoğan’dan sonra Başbakan Binali Yıldırım’la da bir görüşme yaptı. Ardından, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve cezaevinden yeni tahliye olan, aralarında İdris Baluken’in de olduğu HDP heyeti ile görüşmeler yaptı. Bu görüşmelerde de beylik açıklamalarını yineledi. Fakat, tüm bunlar usuldendi ve hiçbir samimiyeti yoktu.

İnsan hakları ve basın özgürlüğü de içinde, temel hak ve özgürlükler gerçekte Angela Merkel’in zerrece umurunda değildir. “FETÖ” yanlısı kimi asker ve bürokratlara ve Can Dündar gibi popüler gazetecilere sığınma hakkı verilmesi, ha keza, savaş mağduru bir kısım mültecinin Almanya’ya kabulü, Merkel’i demokrat yapmaz. Bu konuda dile getirdiklerinin gerçek yaşamda bir karşılığı da yoktur.

Alman devleti ile Türk sermaye devleti dünyanın iki kirli ve karanlık devletidir. Her iki emperyalist savaş dönemindeki dostlukları bilinen bir gerçektir. Şu ya da bu vesileyle birbirleri hakkında dile getirdikleri karşılıklı suçlamaların bir kalıcılığı yoktur. Aslolan stratejik çıkarlarıdır ki, bu konuda esasa ilişkin bir sorun bulunmamaktadır. Tam tersine, Türkiye’nin ticaretinin %70’lere varan bölümü Almanya ile yapılmaktadır. Almanya dünyanın en fazla silah üreten ve en çok silah satan ülkesidir. En çok silah sattığı ülkelerden birisi de Türkiye’dir. Dahası var. İki kirli devlet geride bıraktığımız dönemde birlikte silah üretimi için Rheinmetail şirketi ile bir anlaşma imzalamışlardır. İncirlik Üssü’nde özel bir pist yapması, sermaye devletinin Alman devleti ile kurduğu askeri ilişkilerin bir başka boyutudur. Alman emperyalizminin sermaye devletinin Kürt halkına yönelik kirli savaşı desteklediği de bir veridir. Bu acımasız savaşta kullanılan tank ve ağır silahların önemli bir bölümü Alman silahlarıdır. Bunu bölgedeki çıkarları temelinde işbirliği tamamlamaktadır. IŞİD, El Nusra başta olmak üzere, cihatçı çeteleri eğitme ve donatmada en çok mesai sarfeden devletler olmaları, onları birbirine yakınlaştıran bir başka husustur.

Angela Merkel’in anayasa referandumu öncesi gerçekleştirdiği bu ziyaret elbette ki manidardır. Neresinden bakılırsa bakılsın AKP gericiliği ve Erdoğan’a dolaylı bir destek niteliği taşımaktadır. Bilindiği gibi Almanya da bir seçim sürecine girmiş bulunuyor. Merkel özellikle mülteciler sorunu üzerinden sürekli yıpranmakta ve güç kaybetmektedir. Oy oranı kritik bir bantta durmaktadır. “Popülist sağ” olarak kodlanan ırkçı-faşist parti ve akımlar ise peş peşe seçim başarıları elde etmektedir. Irkçı-faşist AfD’nin bu seçimde ilk kez parlamentoya girme şansı yakalayacağı neredeyse kesindir. Bu nedenle Merkel kendisine ulusal ve uluslararası destekler oluşturmak istemektedir. Türkiye ziyaretinin bir nedeni de bu olgudur.

Sonuç olarak, A. Merkel ile T. Erdoğan arasında yapılan bu görüşme, öncekiler gibi daha esaslı sorunların ele alındığı, en azından teyid edildiği bir görüşme olmuştur. Görüşmeye dair basına yansıtılan “insan hakları”, “basın özgürlüğü”, “mülteci sorunu” gibi başlıklar ise, kirli pazarlıkların örtüsü olarak kullanılmıştır.

 

 

 

 

AKP iktidarı ABD’li şeflerine uşaklık peşinde

Amerikan emperyalizminin yeni yüzü Trump ile Türk sermaye devletinin şefi Erdoğan arasında 7 Şubat’ta gece saatlerinde gerçekleşen telefon görüşmesinin ardından Beyaz Saray’dan ve Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezi’nden yazılı açıklamalar yapıldı.

Stratejik ortaklık ve müttefiklik vurguları

Her iki açıklamada da “stratejik ortaklık” ve “müttefiklik” vurgularının ötesinde pek bir değerlendirmeye yer verilmedi. “IŞİD karşıtı kampanya” demagojisinin de yer aldığı açıklamalarda yüzeysel ifadelerle iki ülkenin stratejik işbirliğine vurgu yapıldı.

ABD-Türkiye ilişkilerinde son dönemde gerilim konusu olarak öne çıkan Fethullah Gülen’in iadesi ve PYD ile ilişkiler başlıklarına dair herhangi bir açıklama yapılmadı.

Öte yandan CIA’in başına gelen Mike Pompeo’nun Türkiye’ye ziyaret gerçekleştireceği basına yansırken, Pompeo ile bu konular üzerine görüşüleceği dile getirildi. Görüşmeler salt bu başlıklarla sınırlı kalmayacak, Türkiye’deki siyasi ve ekonomik krizden Suriye-Irak politikalarına, Rusya ile ilişkilere kadar pek çok başlık üzerinde durulacaktır.

ABD’li efendilere uşaklık misyonu

Obama yönetiminin son döneminde, özel olarak da darbe girişiminin ardından, ABD-Türkiye ilişkilerinde gerilimli tablonun öne çıktığı düşünüldüğünde, Erdoğan başta olmak üzere AKP iktidarı, Amerikan şeflerinin güvenini kazanmak için bir süredir sessizliklerini koruyarak Trump ile görüşme beklentilerini dillendiriyordu.

Öyle ki Trump’ın ırkçı vize yasağı uygulaması ve kimi söylemleri konusunda ciddi hiçbir tepki ortaya konmadı. Suriye ve Irak’ta devam eden savaşlarda da ABD’nin çıkarlarına ters düşen adımlar atmamaya özen gösterilerek Başika ve El Bab’a yönelik yayılmacı söylemler bir kenara bırakılmıştı.

Astana görüşmelerinde Rusya tarafından sunulan Suriye anayasası taslağında Suriyeli Kürtlere özerklik verileceği basına yansırken bu görüşmelere “garantör” adı altında dinci çetelerin hamisi olarak katılan ve “itibar” gösterisi yapmaya kalkan Türk sermaye devleti, bu konuyu da suskunlukla geçiştirmek durumunda kalarak emperyalist şeflerinin uşaklığından fazlasına yeltenemeyeceğini gözler önüne sermişti.

Bütün bunlara karşın dinci-faşist AKP iktidarı, ABD’li efendileriyle işbirliği içerisinde Rakka’ya girme heveslerini dile getirmekten de geri durmuyor. Bu ise uşaklığın bir diğer yüzünü oluşturuyor. Çünkü bu talebin temel yönünü, Rakka operasyonu için alternatif olarak gösterilen QSD güçlerinin yerine, Türkiye’nin tercih edilmesi oluşturuyor. Kısacası AKP şahsında Türk sermaye devleti ABD’li efendilerine “PYD’ye değil bize güvenin” diyerek çırpınıyor.

 
§