1 Nisan 2016
Sayı: KB 2016/13

Karanlığa ışık, sessizliğe çığlık olmak için 1 Mayıs'a!
Yoksulun can güvenliği için değil, sermayenin mal güvenliği için!
“Yılmadık, yılmayacağız!”
Kirli savaş ve direniş aralıksız devam ediyor
Çocuklar ancak sosyalizmde özgür olabilir!
Eğitim kurumlarında cinsel taciz
Yeraltından Sesler Mart ayı değerlendirmesi
Sermayenin asgari ücret hazımsızlığı devam ediyor
Beşiktaş Belediyesi’nde direniş sürüyor
Sermaye işçi sınıfının en ufak moral kazanımına acımasızca saldırıyor!
“Hep beraber bu mücadeleyi büyütelim”
“Haykırmaya devam edeceğiz; aşağılık sömürü düzeni son bulana kadar!”
“Haklı olan biziz! Korkumuz yok!”
DGB II. Genel Kurul sonuç bildirgesi
“Barbarları bekle”miyoruz, Tek yol devrim!
Gençlik Kızıldere şehitlerini andı
Kızıl Bayrak'ı güçlendirmek, devrim davasını güçlendirmektir
Mülteciler üzerinden kirli pazarlıklar ve vizesiz geçiş aldatmacası
Rojava ve Kuzey Suriye Federasyonu üzerine - D. Yusuf
Fransa’da grev ve eylemler
1 Mayıs’ta alanlara!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Haykırmaya devam edeceğiz; aşağılık sömürü düzeni son bulana kadar!”

 

Ben 7 aydır İzmir Çiğli AOSB'de bulunan Kastaş Kauçuk fabrikasında çalışmaktaydım. 25 Mart'ta bir arkadaşımla beraber işten atıldık ve direnişe başladık.

Aslında benim için mücadele bu fabrikada başlamadı. Zaten kız çocuğu olarak dünyaya gelmek, okumak ve bu toplumda kadın olarak yaşamaya çalışmak başlı başlına bir mücadele. Okumak istiyorsan, çalışmak istiyorsan, sevmek istiyorsan, gece sokağa çıkmak istiyorsan, kahkaha atacaksan ya da kot pantolon giyeceksen mücadele etmek zorundasın.

Üniversite okurken harcı çıkarmak için yazları fabrikalarda çalışıyordum. Çalıştığım birçok yerde sigortasız çalıştırılıyorduk. Gece 10'lara kadar mesaiye kaldığımı hatırlarım. Ücretler düşük, yemekler kötü. Yakından tanıdığımız bunun gibi pek çok sorun... O yüzden bu sömürü koşullarına çok yabancı sayılmam. Bizim fabrikamızda ise sömürü, performans sistemi üzerine kurulu. Performans sistemi ile saatlik çıkarman gereken sayılar belirleniyor ve yapabileceğinden çok daha fazlası isteniyor, biz bu sayıları çıkarmak için yeri geliyor tuvalete gitmeden çalışıyoruz, yeri geliyor bel fıtığı, boyun fıtığı gibi meslek hastalıklarına yakalanıyoruz. Eğer çıkaramıyorsan sayıları, çok daha kötü işlere sürgün ediliyorsun ve en sonunda pes edip gitmeni istiyorlar. Böylece tazminat hakkınız gasp ediliyor. Durmadan yükselen sayıları çıkarmak için baskı ve hakaret devreye giriyor. Bütün bu baskıyı uygulayansa formen ve müdür.

Formenin baskıyı uygulama biçimi genelde kadın kimliğine dönük. Zaten hayatında hiçbir konuda söz sahibi olamayan kadın için bu baskı çok yabancı değil. 'Algılarınız çalışmıyor mu?', 'evinde de mi böyle iş yapıyorsun', 'bu kadar bayanı yönetmek kolay mı?', 'sonuçta bayansınız...', 'sevgilinle gezeceğine,mesaiye gel' gibi aşağılamalar yaparken, diğer yandan da kadınların dış görünüşü ve özel yaşamı hakkında konuşmakta da son derece rahat davranıyorlar. Şişmansanız, saçınızı boyamışsanız, makyaj yapmışsanız, sevgiliniz varsa, hamile kalmışsanız, görümcenizle kavgalıysanız formenin çeşitli “yorumlarına” maruz kalıyorsunuz. Tabii ki fazlası da var. Erkek egemen zihniyetin sömürü ilişkileri içinde elde ettiği tahakkümü kendi çıkar ve arzuları için nasıl kullanmaya çalıştığını ortaya koyan fazlası...

Arkadaşlarımızın birçoğu evli ve çocuklu. Çocuklu kadınların sırtında bir yük de çocuğunun bakımı. Kreş olmadığı için çocuklarını ya bir akrabaya ya da asgari ücretin yarısı kadar olan özel kreşlere vermek zorunda kalıyorlar (tabiki daha uygun seçenekler de mevcut, örneğin şu veya bu vakıfın açtığı bir kreşe-veya okula verebilirisiniz, ama çoçuğunuz size "anne neden başın açık günah değil mi" diye sorabilir). Yasalarda olan kreş hakkını istediğimiz zamansa aynı pervasız tutumla “buraya çocuk mu gelirmiş, bu kirli üstün başınla çocuğun seni görse ne olur” gibi söylemlerle hem kadınların annelik duygularıyla dalga geçiyor, hem de içerdeki pis çalışma ortamını kabul ediyorlar.

Hukuksuz kesintiler, performans dayatmaları, baskı, hakaret, mesai dayatmaları, kötü yemekler, hijyenik olmayan tuvaletler, daracık soyunma odaları, yoğun gürültü, iş kazaları, mobbing gibi pek çok sorun bizi örgütlenmeye götürdü. Örgütlenme çalışmasına başladık. Arkadaşlarımızla sadece fabrika koşullarını değil, bu koşullardan bağımsız olmayan savaş, hükümet politikaları, kadınların sokakta ve evde de yaşamış olduğu sorunlar üzerine de sohbetler yapıyorduk. Pek çok zorlukla karşılaştık bu süreçte.

Bu örgütlenme çalışması bize, sömürüyü korumanın yöntemi olan baskının boyutlarının gördüğümüzden, yaşadığımızdan fazlası olduğunu gösterdi. Formen hamile bir işçiye 'ben seni her akşam mesaiye bırakıyorum, ne ara hamile kaldın?' diye soruyor. Mesaiye kalsın diye bir başka işçinin masasına çiçek bırakıyor. Toplumda birinden çiçek almak bu kadar 'önemli'yken, kocasından hiç çiçek almamış bir kadının hoşuna gidebilir bu durum ve mesaiye itiraz etmeden kalır. Bunlar gibi bir sürü şey. Kapitalist çarkın azgın sömürü koşullarına karşı mücadele ederken, bu çarkın ayrılmaz bir parçası haline getirilen cinsel baskı ve sömürünün ördüğü kalın duvarları bir kez daha ve çok daha somut olarak gördük. Bunların biz kadınlara nasıl enjekte edildiğini, hangi yöntem ve araçlarla bilinçlerine kazıdığını daha yakından hissettik. İşyerinde yaşanaları gördükçe ve duydukça öfkemiz daha da arttı. Tüm bunlara tahamül etmek, örgütlenme çalışmasının uzun vadeli çıkarları için biraz daha dişimizi sıkarak kendimizi denetlemeye çalışmak zor bir hal aldı. Haykırmak, her şeyi yüzlerine vurmak, işçi arkadaşlara "tüm bunlara katlanmak zorunda değiliz" demek gerekiyordu.

Daha önce meslek hastalığına yakalanan bir işçinin fabrikaya açtığı davaya delil sunmak için bize egzersiz hareketleri yaptırmaya başlamaları bardağı taşıran son damla oldu benim için. O hareketleri yaparsak bel fıtığı ve boyun fıtığı olmamız imkansızmış, öyle dediler. Bütün fabrika ayağa kalktı, gürültü kesildi, formen ve iş güvenliği uzmanı elinde mikrofonla hareketleri gösterirken bu saçmalığa daha fazla tahammül edemedim ve mikrofonu elinden aldım. Bize söyledikleri yalanları, aşağılamaları, çalışma ortamını, formenin tavır ve tutumunu, bizi insan yerine koymayışlarını bir bir anlattım. Tabii ki formen ve yandaşları karşıma dikildi. Arkadaşım yanıma geldi, biz konuşmalar yaparken onlar da herkesi yerine oturtmaya çalıştı. Ardından müdür tarafından küfre ve saldırıya uğradık. Küfür edenler, bize saldıranlar içerde şimdi, biz bunları anlattığımız ve bu koşulların değişmesini söylediğimiz içinse dışardayız. Ama her yerdeyiz. Her fabrikanın önünde, her işçinin yanındayız. Biz ucuz işgücü olarak görülen, düşük ücretlerle çalıştırılan, her türlü tacize ve hakarete uğrayan tüm kadın işçiler adına direnişteyiz. Hiçbir şey yapamazsak haykırmaya devam edeceğiz. Sömürüye, baskıya, taciz ve aşağılanmaya karşı duracağız. Ta ki bu aşağlık sömürü düzeni son buluncaya kadar.

Desteğinizi bekliyoruz.

Kastaş Direnişçisi Kardelen Yoğungan

İrtibat telefonu: 0 533 708 40 59

 
§