4 Eylül 2015
Sayı: KB 2015/34

Fiili, meşru-militan mücadele!
Yeni savaş tezkeresine karşı mücadeleye!
Haklar sandıkta değil sokakta kazanılır, sokakta korunur! - H. Eylül
"Savaşın 40 Günlük Basın Bilançosu"
Sermaye medyasının savaş çığırtkanlığı
Polis terörü katliamlara yol açıyor
“Kurtuluş devrimde, barış sosyalizmde!”
1 Eylül Dünya Barış Günü eylemleri
Akçakale’den IŞİD’e malzeme sevkiyatı yaptılar
Korkularını daha da büyütmek için mücadeleye!
Marks’tan sendika notları...
MESS ve Türk Metal saldırılarına karşı fiili-meşru mücadele
ORS işçileri: “Fire yok kale sapasağlam”
DEV TEKSTİL: Çalışan da biz, aç kalan da...
Dünya jandarması ABD’nin hegemonyası zayıflarken Ortadoğu’da Rusya’nın inisiyatifi güçleniyor
Kime karşı, kiminle ne için savaşacağız?
Lübnan ve Irak’ta yükselen kitle hareketleri
Yükselen Çin’e eski Japonya!
Önlem alınmıyor; ikiyüzlüce barbarlık, ırkçılık körükleniyor
Göçmen trajedisi ve kapitalizmin vahşeti
FHKC Cenin’deki direnişi selamladı
Gericiliğin kadın temsilcisi: Ayşen Gürcan
Kadın cinayetlerini durduracağız! Ama nasıl?
Üniversitelerde yeni bir dönem açılıyor
“Festivalin emekçilerle buluşması engellenemez!”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Seçim aldatmacası eşliğinde dayatılan sömürüye, köleliğe ve kirli savaşa karşı

Fiili, meşru-militan mücadele!

 

Yüzde 84 gibi rekor bir katılımla gerçekleşen 7 Haziran seçimleri, burjuva parlamentarizmi payına tam bir fiyaskoya dönüşmüş bulunuyor. Seçimlerden büyük hezimetle (2011’e göre 3 milyon daha fazla oy kullanıldığı halde 2.6 milyon seçmen kaybederek) çıkan dinci-gerici parti, iki aylık koalisyon arayışı mizanseninden sonra erken seçim ilan etti. Üstelik bu, Türkiye tarihinde hiç yaşanmamış bir uygulamayla yapıldı. Partisini kaçak-saraydan yöneten hırsızlar-yolsuzlar şefi, daha 7 Haziran gecesi aklında olan “tekrar seçim” için alelacele anayasadaki yetkisini kullandı.

Hükmü düşen AKP’nin saldırı kararları

Tek başına hükümet olma olanağını yitiren AKP, iktidarı elden bırakmamak için tüm toplumla adeta dalgasını geçti. Sözde ülkeyi hükümetsiz bırakmamak için sergiledikleri teatral mizansenin kendi tabanında bile bir inandırıcılığı olduğunu sanmıyoruz. Zira şimdiye kadar, çalacağı minarenin kılıfını insan aklını bu denli hiçe sayan kabalıkla hazırlayan hırsız çıkmamıştır herhalde. Ama AKP şefi Erdoğan ile müritleri artık yüzsüzlükte ve pişkinlikte tüm rekorları egale ettikleri için olsa gerek, “koalisyon için elimizden geleni yaptık” pozlarından vazgeçmiyorlar.

Bu arada geçen iki ayda ise, mecliste güvenoyu alabilecek çoğunluğa sahip bir hükümetin bile kolayından cesaret edemeyeceği kararlara imza attılar. Burjuva parlamenter işleyiş içinde hükmünü yitirmiş bir hükümet olarak, Kürt halkına karşı yeniden kuralsız bir kirli savaş başlattılar. Devrimci, ilerici sol mücadele dinamikleri üzerinde terör estirmeye giriştiler. Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaşta rahat hareket edebilmek, içerde ve dışarda pervasızca bombardıman yapabilmek içinse, İncirlik ve öteki bazı üsleri emperyalist efendilerinin sınırsız kullanımına açtılar. Keza 5 milyon kamu emekçisi ile emeklinin iki yıllık yaşamını belirleyen toplusözleşme satışı da bu arada yapıldı.

Seçim hükümeti” mizanseni

Cumhurbaşkanlığı yetkisiyle ilan edilen erken seçim kararından sonra yaşananlar da Türk sermaye düzeni hanesine kara mizah olarak kaydedilmeyi hak ediyor. İki aylık koalisyon oyalamacasının ardından kurulan seçim hükümeti tastamam yeni bir AKP hükümeti oldu. Güya seçim hükümetinin partilerin temsil oranına göre bakan vermesiyle oluşturulması gerekiyordu. Fakat Erdoğan ve müritleri Anayasa’daki gramer boşluklarından faydalanarak yeni bir AKP hükümeti kurma yoluna gittiler.

Bunu yaparken de resmen ve alenen diğer partilerle kafa buldular. Meclisteki partilerden oranları temsilinde bakan almak koşulunu, öteki partileri hiçe saymanın, hatta bizzat iç işlerine karışmanın, içine çomak sokmanın aracına dönüştürdüler. İşçi sınıfı ve emekçiler ile Kürt halkına yönelik her saldırı kararında her daim AKP’nin koltuk değneği olan MHP resmen madara edildi. HDP ise seçim hükümetinde yer alma kararı olduğu halde, parti olarak muhatap alınmayıp aşağılanmayı sineye çekti.

Sonuç itibariyle AKP iktidarı, kaybederek çıktığı 7 Haziran seçimlerinden bu yana önce hükümsüz bir hükümetle, şimdilerde ise “seçim hükümeti” adı altında yeni bir saldırı hükümetiyle mevzilerini korumaya devam ediyor. Karşımızda, güvenoyu aranmadığı ve almadığı ölçüde ismi seçim hükümeti olsa da dört dörtlük bir AKP hükümeti duruyor. İşçi sınıfı ve emekçilere yönelik saldırılar ile Kürt halkına karşı sürdürülen kirli savaş, artık içinde güya iki HDP’linin de olduğu bu hükümet tarafından yürütülmektedir. İlerici, devrimci güçlere uygulanan devlet terörü ve faşist baskı artık sözde bu seçim hükümetinin inisiyatifinde yoğunlaştırılıyor.

81 valiliğe gizlice gönderilen OHAL genelgesinin ve son MGK toplantısındaki “seçim güvenliği” gündeminin de teyit ettiği üzere, bu hükümetin asli misyonu Tayyip Erdoğan’ın “tekrar seçim”e gitmek ve seçimden tek başına AKP iktidarıyla çıkmak hesabını hayata geçirmektir. Daha açığı, AKP’nin bu strateji uyarınca gündeme getirmiş olduğu saldırı politikalarının sürdürülmesini sağlamaktır. Nitekim kurulduğu günden bugüne yapmakta olduğu da budur. İhtiyaç hasıl oldukça daha ağır saldırı politikalarına imza atacağından da kuşku duyulmamalıdır.

Düzen cephesinin hali ahvali

Zira düzen cephesinde kaçaksaray zorbası ile müritlerinin karşısında dik durabilen hiçbir güç bulunmuyor. CHP ile MHP gibi partiler ancak çığırtkanlık yapmayı beceriyorlar. Ama örneğin AKP’nin hükmünü yitirdiği bir dönemde sermaye devletinin kaderini çizen kararlar almasını engelleyemiyorlar. Dahası MHP, örneğin Kürt halkına karşı kirli savaş sözkonusu olduğunda, bunun tümüyle ve yalnızca Erdoğan’nın kanlı seçim yatırımı olmasına bakmadan alkış tutuyor. Aynı konuda tekelci burjuvazi, elindeki basın-yayın-medya güçlerinin tutumlarından da açıkça yansıdığı üzere dinci-gerici partinin saldırganlığına kişiliksizce çanak tutuyor. Bir eleştirileri varsa bile utanç verici bir ürkeklikle, resmen binbir taklalı dolaylamayla yansıtabiliyorlar. AKP’nin hırsızlık-yolsuzluk-rüşvet iktidarının kuruluşunda benzersiz bir rolü olan eski ortağı cemaat derseniz, elindeki muazzam ekonomik güce, devlet içindeki olanaklarına, emperyalist merkezlerdeki primine rağmen kitle desteği bakımından bir hiç olduğunu zaten teyit etmiş oldu.

Reformist-parlamentarist sol ise AKP’nin “çözüm süreci” aldatmacasını “buzdolabına” kaldırmasının ardından tam bir afallama yaşıyor. Zira parlamenter ölçülerle büyük denebilecek 7 Haziran seçim başarısı, AKP iktidarı tarafından bir anda hiçleştirilebildi. AKP iktidarının seçim için başlattığı kirli savaş, HDP’ye yön veren Kürt hareketi ile HDP çatısı altında toplanan parlamentarist solun politika alanını silahların susması ve ateşkes sınırlarına daralttı.

Hala anlaşılmamış olsa bile tablonun bu denli kaba olduğu, düzen güçlerinden birinin düzenin her türlü ayarıyla keyfince oynayabildiği, her şeyi hallaç pamuğu gibi attığı bir ülkede (yeri geldiğinde tüm burjuva devletler için aşağı yukarı geçerli bir kuraldır bu) seçimler üzerine büyük hayaller kurmak en hafif deyimle işçi ve emekçilerin döne döne aldatılmasına ortak olmaktır. Türkiye’de işçi sınıfının, emekçilerin, başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarının, kadınların ve gençliğin ortak çıkarlarını ve geleceğini savunma iddiası, yalnızca düzene karşı devrim bilinci, iradesi ve pratiği varsa bir anlam taşır. Bunu döne döne egemenlerin parlamenter aldatmaca sahnesine havale etmek, döne döne kaybetmekten, işçi ve emekçilere en büyük kötülüklerden birini yapmaktan başka bir sonuç doğurmaz. 7 Haziran ve sonrası yaşananlar bunun en son ve en çarpıcı teyidinden başka nedir ki?

Seçim aldatmacasına karşı fiili militan mücadele

Kaldı ki her şey alenen yaşandığı halde anketlere bakılırsa AKP oy desteğini koruyabilmektedir. Bu, 13 yıllık iktidarlaşma sürecinin aynı zamanda toplumun %40’lık kesiminin (ki önemli bir bölümü büyük kentlerin işçi-emekçi yığınlarıdır) aşırı derecede yozlaştırılmış, bozulmuş, kirletilmiş olduğunun göstergesidir. Zira gelinen yerde, bir başka deyimle her şey kabak gibi sırıtırken Tayyip Erdoğan ve müritlerini desteklemek, yolsuzluğun, hırsızlığın, zorbalığın, seçim hesapları için kan içiciliğin, kirli savaş rantçılığının, bölge halklarına karşı işlenen insanlık suçlarının bile bile aktif ya da pasif destekçisi olmaktan başka bir anlama gelmiyor.

Kaçaksaray zorbasının iktidar hırsı uğruna oluk oluk kan akıtmaya giriştiği, koalisyon arayışı mizanseni ve seçim hükümeti parodisi o denli kabaca sahnelendiği bir durumda bile AKP’yi destekleyen bu yığın arasından işçi ve emekçileri çekip kurtarmak parlamenter hayaller yayılarak başarılacak bir iş değildir. Bu ancak işçi ve emekçilerin en başta üretim alanlarında olmak üzere hakları, gelecekleri ve özgürlükleri için fiili-meşru militan mücadeleye çekilmesiyle gerçekleştirilebilir. Seçimler, yalnızca bu amaca sunacağı imkanlar ölçüsünde bir anlam taşımaktadır.

Sürmekte olan kirli savaşın, faşist baskı ve devlet terörünün durdurulması için olduğu kadar, kaçaksaray zorbasının yönetimindeki “seçim hükümetinin” saldırılarını püskürtmenin yegane yolu da işçi ve emekçilerin fiili-meşru militan mücadeleye kanalize edilmesinden geçmektedir. Yoksa seçim aldatmacasının yardımıyla en azından önümüzdeki iki ay daha kirli savaşın yoğunlaştırılması, devlet terörünün dizginlerinden boşalması, yine ihtiyaç duyuldukça yeni Diyarbakır ve Suruç katliamlarının işlenmesi AKP iktidarı için işten bile sayılmayacaktır.

 
§