06 Aralık 2013
Sayı: KB 2013/47

Haziran başlangıç, işçi sınıfı gelecek!
Düzene karşı devrim!
Bu pisliği devrim temizler!
AKP-cemaat çatışması üzerine notlar... - Haydar Baran
“ÇHD’lilere sahip çıkalım!”
Zamana oynuyorlar!
Kılıçdaroğlu ile partisi ABD’de “görücüye” çıktı
Herkese eşit, parasız ve nitelikli sağlık!
“Sağlık verilerinin korunması haktır!”
Bosch işçilerinin mücadele birliği güçleniyor!
Gebze’de mücadele çağrısı
Hak-İş bürokratlarından zoraki Feniş ziyareti!
Yatağan’da kavga sürüyor!
Kasım ayında 128 iş cinayeti yaşandı
Din, dinsel akımlar ve tutumumuz
Köksüz bir yazarın kök arayışı - 1 K.Toprak
Ukrayna ve Alman burjuvazisinin kirli emelleri
Cenevre 2’ye giderken...
Bir sene devrilirken... - T. Kor
Dünya iklim krizinde
Dershaneler de özel okullar da kapatılsın!
Bu daha başlangıç mücadeleye devam!
15 yılın coşkusuyla kitlesel, devrimci final!
“Sana zafer sözümüz olsun!”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ukrayna ve Alman burjuvazisinin
kirli emelleri

 

29 Kasım 2013 tarihinde AB ile Ukrayna, Moldava ve Gürcistan arasında Asosyasyon ve Serbestpazar Anlaşmaları imzalanması bekleniyordu. Yaklaşık yedi yılı bulan bir ön çalışmanın ürünü olarak hazırlanan ve 1200 sayfadan oluşan bu anlaşma metni son anda Ukrayna hükümeti tarafından imzalanmayarak belirsiz bir tarihe ertelendi. Moldova ve Gürcistan hükümetleri ise kayıtsız-şartsız bir teslimiyet anlamına gelen bu anlaşmaya imza koydular.

Ukrayna hükümetinin bu beklenmeyen tutumu, başta emperyalist Alman burjuvazisi olmak üzere, bütün bir Avrupa Birliği’ni çileden çıkardı. Önce, kirli medyaları aracılığıyla yalan-yanlış bilgilerden oluşan bir kara propaganda saldırısı başlattılar. Bunu başka saldırılar izledi.

Bu gerici güruhun Ukrayna ile yaklaşık yüz yılı bulan ilişkileri vardı. Sefil çıkarları tehlikeye girdiğinde devreye sokulmak üzere çeşitli önlemler almışlardı. Yani hazırlıklıydılar. Bu kez de önden kurulmuş partiler, “sivil toplum örgütleri” ve paramiliter kuvvetleri devreye soktular.

Avrupa ve Alman burjuvazisi anında dışa vurduğu saldırgan tutumunu, özellikle Alman kamuoyuna “demokrasi ve özgürlükler” adına yapılmış bir girişim olarak sundu. Bunun böyle olduğunu anlatması için bir kez daha, hain sosyal-demokratları görevlendirdiler. Bu hainlerin yanında ise her zamanki gibi küçük biraderleri Yeşiller Partisi var. Bir taraftan Alman burjuvazisinin “sol” temsilcisi SPD, öte yanda onun küçük biraderi Yeşiller Partisi, günlerdir bu yönlü gerçekten utanç verici açıklamalar yapıyorlar.

Nazi propaganda bakanı Goebells’i aratmayacak açıklamalarda bulunan Avrupa Parlamentosu Yeşiller Partisi fraksiyon şefi Rebecca Harms “Avrupa Birliği’nin Rusya’ya bu olay şahsında haddini bildirerek Doğu Avrupa’da etkisini daha kapsamlı bir şekilde hissettirmesi zamanının geldiğini ve bunun kaçınılmaz olduğunu” söyleyebilecek kadar alçalmıştır. Tüm bu açıklamalar, hiç kuşkusuz kitlelerin bilincini karartmaya dönük kara ve kirli bir propagandadan ibarettir ve bu iki partinin gerçek kimliğini bir kez daha ortaya sermiştir.

AB-Asosyasyon anlaşması
iktisadi yıkım ve kölelik anlaşmasıdır

Bu anlaşma Ukrayna ekonomisi için gerçek anlamda bir iktisadi yıkım anlaşmasıdır. Ne var ki, bu anlaşmanın doğuracağı sonuçlar sadece iktisadi yıkımla sınırlı kalmayacaktır. Bu anlaşma, Bulgaristan, Romanya ve diğer Doğu Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, 45 milyonluk Ukrayna pazarını sermaye gericiliğinin her türden iktisadi ve sosyal saldırılarının hedefi haline getirecektir. Öte yandan siyasal bakımdan da ülkenin parçalanması tehlikesini de içinde barındıran son derece vahim sonuçlara yol açacaktır. Yugoslavya bunun en güzel örneklerinden biridir.

Asosyasyon anlaşmasını imzalamayan Ukrayna hükümeti adına açıklama yapan ekonomi bakanı, “bu anlaşmaya imza konulması durumunda gelecek on yıl içerisinde ülke ekonomisine maliyetinin 600 milyar doları” bulacağını söylemiştir. AB ekonomileriyle yarışma kapasitesi bulunmayan ve girdilerin çıktılara oranının neredeyse beş katına çıkacağı bilinen, haliyle sürekli bütçe açığı verecek olan Ukrayna ekonomisi, bu durumda çok kısa bir sürede yönetilemez hale gelecektir. Bu da AB Fonları’na, AB Merkez Bankası uygulamalarına sonuna kadar bağımlı hale gelerek her türlü egemenlik hakkından vazgeçmek ve ülkenin klasik bir AB sömürgesi haline gelmesi anlamı taşımaktadır.

Ukrayna: Gerici partiler ve karekteristik özellikleri

Avrupa Birliği Fonları, karanlık ilişkiler ve Almanya merkezli muhafazakar partilerin desteğiyle ayakta kalan burjuva gerici üç parti, Ukrayna’yı büyük bir kaosa sürüklemeye çalışmaktadır. Bu partiler, büyük çapta kamu malını zimmetlerine geçirmekten hüküm giymiş eski Ukrayna Başbakanı Timoschenko’nun Batkiwschtschina (Anavatan) Partisi, dünyaca ünlü boksör Vitali Klitschko’nun (ki kendileri Almanya adına uluslararası müsabakalarda ringe çıkıp adam dövmektedirler) da içinde bulunduğu UDAR ve milliyetçi faşist parti Swoboda’dır. Bu üç partinin en belirgin ortak özellikleri başta CDU/CSU olmak üzere, ırkçı-faşist NPD ile çok yakın dirsek temasında bulunuyor olmalarıdır.

Örneğin, Timoschenko’nun Anavatan Partisi, 2008 yılında, CDU ve CSU’nun büyük katkılarıyla Avrupa Muhafazakar Partileri Çatı Örgütü’ne gözlemci statüsüyle dahil edilmiştir. İlişkiler 2012 yılında Avrupa Futbol Şampiyonası’nın Polonya ve Ukrayna’da yapılması ile yeni boyutlar kazanarak derinleşmiştir. Timoschenko’nun kızı Jewgenija’nın CDU şefleriyle olan görüşme trafiği ve Alman hükümetine dönük daha fazla sorumluluk alma çağrıları, gelinen yerde gizlenemeyen kirli ilişkileri göstermesi açısından çarpıcıdır. Bu parti hali hazırda Ukrayna’da ana muhalefet partisidir ve bir dönem önce iktidar olmasının sunduğu imkanlarla belirli bir toplumsal tabana sahiptir.

Dünyaca ünlü boksör Klitschko’nun partisi UDAR (Reformlar için Ukrayna Birlik Partisi) ise gerici Alman sermayesiyle daha sıkı ve net ilişkilere sahiptir. 2006 yılında başkent Kiew’de Belediye Başkanlığı seçimlerinde %26 oy alarak, CDU’ya ait Friedrich-Ebert Vakfı’ nezdinde rüştünü ispat etmiş, bu sayede her türden yardımı almaya mazhar olmuştur. O günden bu yana, bu vakıfla oldukça iç içe ilişkilere girilerek Ukrayna’da mühendislik projeleri yapılmaktadır. Bugün, özellikle bu partiden çok şey beklenmektedir.

Swoboda (Özgürlük) Partisi’nin sadece Almanya ırkçı faşist partisi NPD ile değil, Fransız ırkçı-faşist parti ‘Front National’ ile de derin ilişkileri mevcuttur. Gerici Alman medyası tarafından ‘sağ popülist’ bir parti olarak tanıtılan Swoboda Partisi, Ukrayna’yı ‘Ruslar’dan ve Yahudiler’den temizlemeyi’ kendisine temel şiar etmiş ırkçı-faşist bir partidir. Ne var ki, söz konusu olan sermayenin gerici emelleriyse eğer, onun hizmetinde kapıkulluğu yapan satılık kalemşörlerden ve borazanlığını yapan iletişim kanallarından doğru bilgiyi edinmek tabiki abesle iştigal olur. Ancak hiçbir çaba gerçekleri gizlemeye muktedir değildir. Bu, ırkçı-faşist parti için de geçerlidir. Bu parti, 2013’ün Mayıs ayında NPD ile görüşmek üzere, büyük bir heyetle Almanya’ya çıkarma yapmıştır. Swoboda Partisi son yıllarda ülkenin içinden geçtiği ekonomik ve siyasal zorlukların yarattığı politik ortamdan da faydalanarak etki alanını her geçen gün daha da artırmaktadır. 2012 yılında yapılan seçimlerde %10,45 oranında oy alarak ilk kez meclise girmeyi başarmıştır.

Avrupa burjuvazisinin, Avrupa Birliği öncülüğünde ve yukarıda portrelerini çizmeye çalıştığımız işbirlikçileri eliyle Ukrayna’ya demokrasi, özgürlük ve refah getirileceği yalanı pek de karşılık bulmamıştır. Sokaklara çıkan kitlelerin sayısı bu konuda açık bir fikir vermektedir. Buna rağmen, bu hareketin büyümesi ve mümkünse sivil bir darbeye dönüşerek AB yanlısı kukla bir iktidarın oluşması için başta Alman burjuvazisi olmak üzere Brüksel merkezli sermaye gericiliği elinden geleni yapacaktır.

Kirli ilişkiler, kirli çıkarlar…

Tarihsel bir arka planı da olan Almanya-Ukrayna ilişkileri, 19. yüzyıla uzanmakla beraber, gerçek anlamda Birinci Paylaşım Savaşı’nın ön günlerinde kristalize olur. Almanya’yı doğuya doğru genişletmek, bu esnada da Baltık Denizi ve Karadeniz’le bağlantısını keserek Rusya’yı kuşatmak için Ukrayna’ya ilişkin çok çarpıcı stratejiler geliştirilir. Öyle ki, adı ‘Ukrayna Mucidi’ olarak bilinen Paul Rohrbach, Ukrayna diye bir ülke yaratmak için on yıllarca Matthias Erzberger ile beraber planlamalar yapar, organizasyonlar düzenler. Böylece, Ukrayna milliyetçiliğinin siyasal temellerini oluşturur. 1914’ten 1939 yılına kadar Alman devleti Ukrayna’yı doğuda var olmanın olmazsa olmazı bir sıçrama tahtası olarak görmüş ve onun bir gereği olarak da bu ülkede derin ve kalıcı ilişkiler örgütlemiştir.

Alman devletinin Ukrayna’ya dönük ilgisi İkinci Paylaşım Savaşı’nın ardından kısa bir kesintiye uğrasa da tekrar başlar ve günümüze kadar kesintisiz sürer. Tarihsel olarak, en başta Alman devleti olmak üzere, Avrupa gericiliği, bu ülkenin bulunduğu jeopolitik konumdan faydalanmak ve bunu kendi çıkarlarının sıçrama noktasına dönüştürmek için ülke halklarına az acı da yaşatmamıştır. Bugün de bu ülke aynı gericilik tarafından ameliyat masasına yatırılmıştır ve üzerinde yeni operasyonlar yapılmaktadır. Gerici sermaye tekellerinin iştahını kabartan bir başka şey ise henüz işletilmemiş zengin maden yataklarının varlığıdır. 19. ve 20. yy’da Avrupa’nın buğday ambarı olarak görülen Ukrayna, Rohrbach’ın “Ukrayna’yı alan Rusya’yı alır ve Türkistan’a ulaşır” stratejisiyle, bu gerici sermaye güruhunun tekrardan hedef tahtası haline getirilmiştir. Bir taraftan Rusya’yı kuşatma hevesleri, diğer taraftan da enerji koridorlarının güvenliği (ki Avrupa’ya gelen enerji hatlarının %80’i Ukrayna topraklarından geçmektedir) nedeniyle Avrupalı emperyalist kuvvetlerin hışmına uğrayan Ukrayna, çok kritik bir eşikten geçmektedir. Mevcut iktidarın krizi yönetememe durumu da göz önüne alındığında, gelişmelerin birçok şeye gebe olduğu söylenebilir.

Sonuç olarak…

Avrupa ve Alman burjuvazisinin Ukranya’ya dönük hegamonya savaşı (ülkenin demografik yapısı da göz önüne alındığında) korkunç bir iç savaş potansiyeline sahiptir. Olası bir iç savaşın bu ülke halklarına korkunç acılara mal olacağı kesindir. Kesin olan bir diğer gerçek ise, bunun Ukrayna ile sınırlı kalmayacağı ve daha büyük yıkımlara yol açacak olan bir savaşa büyüyeceğidir.

İki kez savaş suçu işlemiş olan Alman burjuvazisi, üstelik de Hitler’in güzergahından yürüyerek, bu suçu üçüncü kez işlemeye pek heveslidir. Ama boşuna! Hitler’le başaramamıştı, yine başaramayacaktır.

 

 

 

 

İspanya’da eylemlere para cezası

 

Kölelik yasalarını rahatça hayata geçirmek isteyen sermaye önce sokağı teslim almak istiyor. Planlanan yasa ile ezilen ulusların söz söyleme ve eylem hakkına kısıtlamalar getirilecek.

Franco faşizmine geri dönüş

Krizin faturasını emekçilerin sırtına yüklemeye çalışan sermaye devletinin yeni planını, insan hakları savunucuları ve sol örgütler, Franco dönemiyle kıyaslıyor. Kriz içerisinde debelenen İspanya sermayesi emekçilerin protestolarına karşı astronomik para cezaları vermeyi planlıyor. Hükümet iki haftadır gündemde olan yasaya karşı gelişen tepkileri dizginlemek için tasarı üzerinde küçük oynamalara imza atsa da para cezasını hayata geçirmeye kararlı.

Tasarı ile emekçilerin seslerini duyurmalarını engellemeye çalışan hükümet, gelişebilecek tepkilere karşı şimdiden önlemlerini almaya başladı. Halk Partisi’nin Madrid’deki merkez binasını korumaya alan polis çevredeki herkesi kimlik kontrolünden geçiriyor.

21. yüzyıl Avrupası’nda kralı protesto yasak

Bakanlar Kurulu’nun onayladığı “Yurttaş Güvenliği Yasası” meclise gönderildi. Yasa tasarısı ‘izinsiz’ eylemleri cezalandıracağını, yani pek bir eyleme izin de verilmeyeceğinin işaretini veriyor. Emekçileri Franco zihniyetiyle susturmaya çalışan yasaya göre meclis, senato veya özerk yönetim parlamentoları yapılacak eylemlere 30 bin Euro’ya varan cezalar verebilecek. Güvenlik görevlilerine karşı ‘hakaret’ ve ‘tehdit’ gibi muğlak ifadelerin geçtiği madde için ise bin Euro’ya varan cezalar uygulanacak.

Bazı maddeler ise özellikle Bask ve Katalan halkı için düşünülmüş. Bu maddelere göre İspanya Kralı’nın resmi ve İspanya bayrağı yakılmayacak; ulusal marş ıslıklanamayacak. Protesto ve ifade özgürlüğü hakkının devlet sembolleri ile dile getirilmesi, ETA bayrağı ve üye resimlerinin taşınması yasaklanacak.

Olağan eyleme olağanüstü ceza

Eylemlerin kamusal hayatı engellemesi durumunda ise cezaların arttırılacağı dile getiriliyor. Ucu açık bir söylem ile maddeleşen bu hükmün cezası ise 600 bin Euro’ya varıyor. Nükleer santral ve havaalanı çevresinde gösteri yapmanın cezası da 600 bin Euro olacak.

Hükümet, IMF ve Dünya Bankası’nın eylemlerine sınırsız izin için şimdiden düzenlenebilecek büyük protestoların önüne geçmeye çalışıyor ve buna “Yurttaş Güvenliği” ismini veriyor.

Sermayeye güvenlik

Ülkedeki gençlik nüfusunun önemli bir kısmı işsiz. Emekçilerin kazanılmış hakları tırpanlanırken gündeme gelen “Yurttaş Güvenliği Yasası” elbette bir avuç asalağın güvenliği için küçük bir adım olabilir. Ancak köleleştirilmeye çalışılan emekçilerin, geleceksizliğe mahkum edilen gençlerin öfkesi astronomik para cezalarıyla dinmeyecektir. Yasa güvenlik demagojisine başvursa da güvenliği sağlanmaya çalışılan tek taraf sermayedir.

Nitekim daha şimdiden yasaya karşı tepkiler oluşmaya başladı. ‘’Öfkeliler’’ adlı girişim yasaya karşı halkı 14 Aralık’ta meclisi kuşatmaya çağırdı.

Geçtiğimiz yıl İspanya’da 42 binden fazla eylem yapıldığı söyleniyor.

 
§