08 Kasım 2013
Sayı: KB 2013/43

Seçim mizansenleri erken başladı…
Kirli savaş bütçesi: Örtülü ödenek
Polise dev bütçe
Güler baklayı çıkardı
Gericilik tırmanıyor!
Dayanışma mesajları…
Sömürgeciliğin nafile duvarları
Gökkan'ın durumu ağırlaşıyor
Hakları ve özgürlükleri için sokağa çıkan
Alevi emekçiler kazanacak!
Aleviler inkar ve asimilasyona karşı Kadıköy’deydi!
Kapitalizm işsizliğin kaynağıdır
DİSK’ten #Direnİşçi eylemleri
Sınıf dayanışmasını güçlendiriyorlar!
KESK ve bağlı sendikalara çağrımızdır!

Haziran Direnişi-1H.Fırat

Mısır’da son durum ve Kerry’nin ziyareti
Sokaklar öfkeli!
Birleşik ve kitlesel 6 Kasım eylemleri...
Gençlik sokaklarda geleceği için haykırdı!
“Mücadele alanlarında biraraya gelmeliyiz!”
Adalet için yürüdüler
“Kazananlar hep direnenler olacak!”
“Özgür giyim kuşam” eylemleri üzerine...
Ekim Devrimi ve kadın
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sömürgeciliğin nafile duvarları

 

Sömürgeci sermaye devleti Kürt halkına yönelik kapsamlı bir kuşatma harekatı içerisinde. Cumhuriyet tarihi boyunca sürdürülen imha ve inkar politikasında tıkanıklık yaşayan rejim, bu tıkanıklığı aşabilmek için yeni ama nafile çabalar içerisine girmiş durumda. Rojava’da radikal İslamcı kartını oynayan Türk sermaye devleti, bu hamlesi boşa çıkarılınca şimdi çareyi sınıra nafile duvarlar örmekte arıyor. Türk devletinin İsrail’den son ithalatı da bu duvar oldu. Filistin’deki utanç duvarı şimdi Kürdistan’da “güvenlik duvarı” olarak inşa ediliyor.

AKP’nin Kürdistan üzerine politikaları 90 yıllık cumhuriyetin imha ve inkar politikalarından ayrı değil. Kürt halkının büyük bedeller ödeyerek kazandığı hakları, sermaye hükümeti bir lütuf gibi gösterip “demokrasi atılımları” olarak sunmak istese de, riyakarlığı gün gibi ortada. “Açılım”, “çözüm süreci” kelimelerinin arkasından nasıl ki imha ve tasfiye politikaları çıktıysa; devletin son “demokrasi paketi”nin ardından da Rojava sınırına duvar örmek çıktı. Üstelik bu “güvenlik duvarı” son dönem imha politikasının önemli bir parçasını oluşturuyor.

AKP iktidarının Kürt sorunu açmazı derinleşiyor

Açıktır ki, Türk sermaye devleti Kürt sorununda bir tıkanma yaşıyor. Senelerdir süren bu tıkanıklık Rojava halkının özgürlük atılımıyla daha da derinleşti ve Türk sermaye devleti için büyük bir tehlike haline geldi. Suriye’de emperyalistler adına tetikçilik yapmak isteyen sermaye devleti Rojava duvarına çarpınca, onların deyimiyle “PKK sınıra bayrak dikince”, kendilerini bir cephede daha savaşır halde buldular. İpleri Washington’daki efendileri tarafından tutulan işbirlikçilerin işgal-tampon bölge gibi tehditleri hayata geçmedi. Rojava “realite”sini tanımak zorunda kaldıklarında ise kendi Kürtleri’ni yaratma çabası içerisine girdiler. İşbirlikçi Barzani’nin, bu yöndeki çabaları da başarısız oldu. Geriye tek seçenek olarak El Kaide-ÖSO çetelerini kullanmak kalmıştı. İki yıldır da Rojava halkına karşı bu çeteler silahlandırılıyor ve cepheye sürülüyor. Ancak örgütlü halk karşısında çeteler hiçbir başarı gösteremiyorlar.

Kuşkusuz hedef alınan kesim sadece Rojava halkı değildir. Kuzey Kürdistan ile Rojava’ya yönelik imha ve tasfiye politikaları bir bütünlük taşıyor. Rojava sürecinin başında Kuzey Kürdistan sokaklarında büyük bir hareketlilik yaşanıyordu. Ayrıca gerilla “alan hakimiyeti” denilen bir atılım içerisindeydi ve cezaevlerindeki direniş, ülke gündeminin ilk sırasına oturmuştu. Sıkışan Türk sermaye devleti bir kere daha “milli birlik” projesini devreye sokarak Kuzey Kürdistan’da az-çok bir rahatlama içerisine girdi. Bunda Kürt hareketinin masabaşı çözüm hayallerinin de payı tartışılmaz. Dahası Kürt hareketi tarafından yer yer devlete ‘bizimle anlaş, Ortadoğu’da yolun açılsın’ gibi mesajlar verilmesi sermaye devletinin elini rahatlatan gelişmeler oldu. Üstelik devlet içi boş “çözüm” sürecini epeyce parlattı, bunun en son örneğini de “demokrasi paketi” ile gerçekleştirdi. Kürt hareketi ise bir kere daha devlet ile uzlaşmaya çalışma düşüncesinin handikapını yaşadı ve yaşamaya devam ediyor. Gerillanın kısmi olarak çekilmesi üzerine onlarca kalekol yapımına başlandı. İlerleyen zamanda bunun Rojava özelindeki yansıması da “güvenlik duvarı” oldu.

Kürt halkı imha ve asimilasyona direniyor

Kürt halkı “demokrasi” paketlerinin, “çözüm” sürecinin ne olduğunun farkında ve devletin kalekollarına, duvarlarına militan bir biçimde karşı çıkıyor. Duvar inşaatı Kürdistan’da büyük tepki topluyor. Son olarak Nusaybin Belediyesi Başkanı Ayşe Gökkan projeye karşı açlık grevine başladı. Duvar projesi yeni kitlesel eylemlere de yol açacak gibi. Çünkü bu duvarın Kürt halkı için başka anlamları da var. Duvar ile sadece Rojava’ya giden yardımların kesilmesi engellenmiyor. 90 yıl sonra Kürdistan’ın parçalanması derinleştiriliyor. Emperyalist paylaşım savaşı sonunda Türk sermaye devleti ile emperyalistlerin imzaladığı Lozan Antlaşması ile Kürdistan coğrafyası parçalara bölünmüştü. Aynı şehir, kasaba ve köylerin arasına dikenli teller örülerek yapay sınırlar çekilmişti. Şimdi bu yapay sınırlar birkaç metre kalınlıkta, yüksek duvarlar ile çevrelenmek isteniyor. Bundan dolayı duvarın inşası daha üst boyutta anlamlar taşıyor. Hükümet cephesi ise her zamanki yalanlarına devam ediyor. Duvar yapımının “söz konusu olmadığını” söylüyorlar.

Duvar inşası şu an için Rojava’yı kuşatma amacı taşıyor gözükse de Kürtleri birbirinden tecrit etmeyi de amaçlıyor. Yani Kuzey Kürdistan da bir kuşatma altına girmiş olacak. Olası bir Kürt sığınmacı akınına karşı ırkçı bir set işlevi görecek. Halkların birbirleriyle dayanışması engellenmeye çalışılacak.

Rojava abluka altına alınmak isteniyor

Duvar son günlerde Kürdistan üzerine oynanan oyunların cisimleşmiş halidir. Son dönem yaşanan gelişmeler, saldırının sadece bu alanda olmadığını gösteriyor. Güney Kürdistan sınırları da Rojava’ya kapalı tutuluyor. KDP ve Barzani Rojava’ya karşı düşmanca bir tutum içerisinde ve Rojava halkının başarısından büyük bir korku duyuyor. Çünkü Rojava halkının başarısı işbirlikçi Kürtler’in koltuklarının sallanması anlamına geliyor. Barzani sürecin başında Rojavalı Kürtleri kendi nüfuzu altında toplamak istemişti. Türk devleti de Barzani’den bu şekilde ricalarda bulunmuştu. Ancak Suriye’de işbirlikçi Kürt cephesi yaratma çabaları suya düştü. Rojava’da asıl güç olan PYD, kendisine üçüncü bir yol çizerek ne rejimle ne de işbirlikçi muhalefet ile birlikte hareket etti. Gelinen yerde iki taraf arasında büyük bir gerilim var ve Barzani Rojava halkına karşı sınırı kapatarak ablukaya kendi cephesinden destek veriyor. Geçtiğimiz hafta Salih Müslim’in Güney Kürdistan’a girmesine izin verilmemişti. Dahası işbirlikçi KDP, Rojava’ya insani yardımların dahi girmesini engelliyor. Sığınmacıları sınırları içerisine almıyor. Güney Kürdistan yönetimi ve sömürgeci Türk devleti Rojava halkına karşı birlikte politika yürütüyorlar.

Emperyalistlere ve işbirlikçi sömürgecilere karşı
direniş büyütülmelidir!

50’li yıllarda Türk sermaye devleti, bugünküne benzer bir biçimde Kürdistan’ı bölen yapay sınırlara mayınlar döşemişti. Neredeyse Kıbrıs büyüklüğünde olduğu söylenen bu mayınlı alanlar Menderes döneminde uygulamaya sokulmuştu. Suriye’nin Amerikan nüfuzunu kabul etmemesi “komünizm tehdidi” olarak görülmüş, yine emperyalistler adına Suriye’ye yönelik savaş tamtamları çalınmıştı. 60 yıl sonra bir kere daha Suriye’ye yönelik savaş tamtamları ile Kürdistan duvarlarla parçalanmak isteniyor. Bahsettikleri “güvenlik” ise halk için değil, kendi güvenlikleri için alınıyor.

AKP’nin paketlerinde kırıntılar haricinde bir şey bulunmuyor. Paketlerin ardında ise Kürt hareketini silahsızlandırma ve ehlileştirmenin yanında gelecek dönemlere dair savaş hazırlıkları bulunuyor. Bu politikanın son adımları olan kalekol ve duvarlar olmuştur. Elbette halkların örgütlü güçleri karşısında duvarlar da kağıda dönüşecektir. Ancak sermaye devletinin “demokrasi” aldatmacalarına kanmadan, duvarları başlarına yıkılmalıdır. Yürünecek yol açıktır. Demokratik ve ulusal hakların yegane kazanmanın yolu ise emperyalizme ve işbirlikçi sömürgecilere karşı cepheden bir karşı koyuştan geçmektedir. Gerçek ve kalıcı çözüm ise devrim ve sosyalizmle mümkün olacaktır.

 
§