Çernobil felaketi 27. yılında…
Sermayenin “pişkin zihniyeti”
devam ediyor!
26 Nisan 1986’da yaşanan Çernobil felaketinin üzerinden 27 yıl geçti. 20. yüzyılın ilk büyük nükleer kazası olan Çernobil felaketi Ukrayna’nın Kiev kentinde bulunan Nükleer Güç Reaktörü’nde yapılan bir deney sırasında yaşanmıştı. Kazadan dünyanın haberi ancak dört gün sonra, 30 Nisan 1986’da olmuştu.
Felaketin ardından başta sayıları bini bulan acil durum çalışanları ve Çernobil personeli etkilenmiş, çalışanların bazıları için maruz kaldıkları radyasyon öldürücü olmuştu. Yayılan radyasyon başta tiroit kanseri olmak üzere pek çok ciddi sağlık sorununa sebep oldu. Felaketin ardından Türkiye’de ciddi bilimsel araştırmalar yapılmamış ve radyasyon seviyesini gösteren sayısal verilerin açıklanmamış olması, patlamanın Türkiye’ye etkilerinin tam olarak anlaşılmasını imkansızlaştırmıştır. Ancak felaketin Avrupa üzerindeki etkilerini gösteren harita ve çizelgeler, kanser vakalarının artış nedeninin Çernobil felaketi olduğuna işaret etmektedir.
Çernobil’de halkı ikna (!) etmişti…
Felaketin ardından o dönemde Anavatan Partisi hükümetinde Sanayi Bakanlığı yapan Cahit Aral kameraların önünde demli bir bardak çay içmiş ve şöyle demişti: “Bu Karadeniz’de değil bir, 17 tane Çernobil’i eritseniz, ancak radyasyon burada etkili olabilir denilebilir. İnsan vücudu radyasyonsuz yaşayamaz. Bunun azı faydalı, çoğu zararlıdır. Bir de çaydaki radyasyonun suya geçmemesi Allah’ın bir vergisi. Çok düşük oranda geçiyor.” Cahit Aral’ın bu arsız “pişkin zihniyet”i, bugün Tayyip Erdoğan’ın nükleer santrali evdeki tüp gaza indirgeyen, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın “bekarlık nükleerden daha risklidir” diyen zihniyetinde devam etmektedir. Kuşkusuz ki bu “pişkin zihniyet” için aslolan insan sağlığı ve doğal çevre değil sermayenin ihtiyaçları ve elde edeceği kârdır.
Sermaye iktidarı rant uğruna kentsel mekanı “kentsel dönüşüm” projeleri ile, doğal çevreyi de HES, termik santral projeleri ile sermayenin talanına açmakta, bu uğurda bir gecede meclisten yasalar çıkarmaktadır. Sermaye iktidarı için iştah kabartan bir başka rant alanını da nükleer santral projeleri oluşturmaktadır.
Sinop’ta nükleer santrali kimin inşa edeceği belli oldu
Çernobil’in ve sonrasında Fukuşima’nın etkileri tüm dünyada sürerken ve bunlara yenileri eklenirken sermaye iktidarı, bilim insanlarının, çevreci örgütlerin tüm karşı koyuşlarına rağmen Türkiye’de nükleer santral projelerini hayata geçirmek için kararlı adımlar atmaktadır. “Enerji ihtiyacının karşılanması”, “kalkınma” söylemleri eşliğinde Akdeniz ve Karadeniz nükleer atık çöplüğüne dönüştürülmek istenmektedir.
Mersin Narlıkuyu’da inşa edilmesi planlanan nükleer santralin ardından Sinop İnceburun’da inşa edilmesi planlanan nükleer santralin ihalesini kazanan firma da belli oldu. Yüzde yüzü ormanlarla kaplı, balıkların üretim alanı ve doğal SİT alanı olan İnceburun için doğal ve ekolojik dengenin bozulması anlamına gelen nükleer santral projesi ihalesi için Çin, Japon, Güney Kore ve Kanadalı nükleer reaktör üreticileri rekabet ediyordu. Geçtiğimiz günlerde kamuoyuna yansıyan haberlerde ihaleyi emperyalist tekellerden Fransız Areva SA ile Japon Mitsubishi’nin kazandığı açıklandı. Böylece Japon sermayesi Fukushima felaketinin ardından denizaşırı ülkelerdeki ilk nükleer santral projesini kazanmış oldu.
Nükleer santral projeleri için de “Hedef 2023”
Yapılan açıklamalara göre İnceburun’a dört nükleer santral inşa edilecek. Nükleer santral inşasına 2017 yılında başlanması ve ilk reaktörün de 2023 yılında faaliyete geçmesi hedefleniyor. Reaktörün 2023 yılında faaliyete geçmesinin planlanması, nükleer santral projesinin AKP iktidarının yerli ve yabancı sermayeyle el ele yağma ve talan için başlattığı “Hedef 2023” seferberliğinin içerisindeki “çılgın projeler”den birisi olduğunu göstermektedir.
Çernobil felaketinin 27. yılında yarattığı tahribat insanlar ve doğal çevre üzerinde halen devam ederken, sermaye iktidarı ve onun sözcüsü AKP hükümeti büyük bir arsızlıkla bunları görmezden gelmeye ve yok saymaya devam etmektedir. Bir yandan da Mersin’de, Sinop’ta olduğu gibi insanlık ve doğal yaşam için yeni felaketlere sebep verecek nükleer projelere imza atılmaktadır. Rant uğruna atılan bu imzaların insan yaşamı ve doğal çevre için ciddi tehditler içerdiği ortadadır. Sermaye iktidarının bu pervasızlığı karşısında hem nükleer santral projelerine hem de diğer yağma ve talan projelerine karşı insan sağlığı ve yaşanabilir çevre için mücadeleyi büyütmekten başka seçenek bulunmamaktadır.
HES şirketi Bağbaşı'nı terketti
Direnişin sembol ismi 17 yaşındaki Leyla Karakaya’ya verilen garip cezalarla hafızalara kazınan Bağbaşı HES projesinde, geçtiğimiz gün taşeron Paldet AŞ bölgeyi terk etti. Taşınması çok zor olan birkaç ağır iş makinesi dışında alandaki tüm ekipmanını toplayan şirket, şantiyesini söktü ve bekçi de bırakmadan alanı boşalttı. İşçilerin son 5 aylık ücretlerini de ödemeden kayıplara karışan şirket, bir açıklama yapmadı.
Bağbaşı HES’te Paldet AŞ’yi taşeron olarak çalıştıran esas lisans sahibi olan Kayı İnşaat AŞ, geçtiğimiz yıl 11 işçinin feci şekilde ölümüne yol açan Marmarapark AVM inşaatının da yüklenici firmasıydı.
Öte yandan HES projesini protesto eden köylülerden Leyla Karakaya’ya karşı, iki askere açtırılmış olan davada, askerler terhis olduktan sonra, talimatla alınan ifadelerinde şikayetlerinden vazgeçtiklerini belirttiler. Leyla Karakaya iki davasından birinden geçtiğimiz Çarşamba günü beraat etti ve son duruşması Haziran ayında görülecek ikinci davasından da beraat etmesi bekleniyor. |