05 Nisan 2013
Sayı: KB 2013/14

 Kızıl Bayrak'tan
“İmralı sürecinin” yeni aşaması
Sermaye ve düzeninden bağımsız, bürokratik yozlaşmadan arınmış devrimci bir DİSK için öncü işçiler görev başına!
İşçilerin birliği, halkların kardeşliği için
1 Mayıs’a!
“Geri çekilme” tartışmaları sürüyor
4+4+4 gericiliğine son!
“Sınıfın devrimci tutumunu
ortaya koymayı amaçlıyoruz!”
“Kurultay önemli bir eşiktir!”
MESS dayatmalarına karşı Birleşik Metal-İş’ten yürüyüşler
Türk Metal’den “uyuşmazlık” eylemleri
Bosch işçileri direnişte!
MİB MYK Nisan Ayı Toplantısı

Ulusal sorun ve kuyrukçu sol
H. Fırat

Çin’de ‘yeni dönem’
Geleneksel Paskalya yürüyüşleri
Latin Amerika’da sol dalga
Fas’ta sendikalar
dinci-gerici hükümeti uyardı
Kapitalist kriz kıskacında Kıbrıs
Halep’te çatışmalar
Kürt mahallelerine sıçradı
1 Mayıs’ta kavga alanlarına!
Genç komünistler
Çayan’ın mezarı başındaydı!
ON’ların mirası
komünistlerin elinde!
Avukatlara yönelik polis terörü sürüyor
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

 

Latin Amerika’da sol dalga...

Sokağın yıkıcı, iktidarın çürütücü gücü

Volkan Yaraşır

 

Tarih boyunca Latin Amerika kavganın, mücadelenin ve isyanın coğrafyası oldu. Sömürgeci talan, yağma, katliam ve soykırımları askeri darbeler, faşist diktatörlükler izledi. 20 yüzyılda şiddet dalgaları kıtayı sarstı. Büyük altüst oluşlar yaşandı. 1970-1990 arası Latin Amerikan’nın en karanlık dönemlerinden biri oldu. Kıta neoliberal karşı devrim stratejisinin laboratuvarı ve odak coğrafyası olarak işlev gördü. Sistematik bir karşı devrim programı olan ultra neoliberal politikalar, sistematik bir karşı devrim olan faşist diktatörlüklerle hayata geçirildi.

Aşağı yukarı çeyrek asrı kapsayan bu yeni sömürgeci dalga ve katliam, yeni yağma ve talanları yarattı. Büyük toplumsal yıkımlara yol açtı.

Küba Devrimi kıta için yeni bir tarihin başlangıcı oldu. Devrimin yıkıcı anaforu ve yol açtığı aura 1960’ların ortalarından itibaren kıtanın her ülkesinde kolektif ayağa kalkışlar ve isyan hareketleri doğurdu. Gerilla hareketleri biçiminde şekillenen bu isyan hareketleri sömürgecilik karşıtı direnişten beslendi, güç aldı ve tarihsel aidiyetlik kurdu. Gerilla hareketleri kitlelerin kolektif enerjisinin açığa çıkmasını ve halkların yıkıcı dirilişini sağladı. ABD emperyalizmine ve onların gerçek anlamda uşakları olan oligarşilere karşı direnişin mayası oldu. Muazzam bir güce karşı halkların öfkesinin, onurunun ve umudunun simgesi haline geldi. Hareketlerin Farabundo Marti, Tupac Amaro, Sandino gibi adlar alması tesadüfü değildi. Tarihin bugüne taşınması ve tarihsel bir hesaplaşmaydı.

1970’lerin başı yeni bir momenti simgeledi. Karşı devrim harekete geçti.

1973’de Şili’de Allende yönetimine karşı gerçekleşen faşist darbeyi, Latin Amerika’da CIA’nın koordinasyonunda bir sekron şeklinde yeni faşist darbeler izledi.

Sermaye ve militarizmin iç içeliğinin, vahşet ve gaddarlığın bu somut ve konsantre pratikleri Latin Amerika’da son derece rafine uygulandı.

Kıta müthiş bir şiddetle, köleleştirilmeye çalışıldı. Neoliberal yıkım programlarıyla enkaza çevrildi. Bu dönem ölümleri, kayıpları, işkence zamanlarını ve saf bir şiddeti ifade etse de, direniş her şart altında büyük bedeller ödenerek sürdürüldü. Faşizmin bir sınıf intikamı olduğu Latin Amerika’nın her toprağında anlaşıldı. Dönemin son derece ağır şartlarına rağmen başkaldırının tohumları yine de her coğrafyaya atılabildi. Yeni işçi hareketleri, kent yoksulları, yerli hareketleri ve kayıplara karşı mücadele bir dip dalgası gibi gelişti.

1980’lerin ortalarında, Latin Amerika’da Nikaragua Devrimi’nin gerçekleşmesi (1979) ve Filipinler’de Markos rejiminin yıkılmasıyla (1985), emperyal konsepte değişikliğe gidildi. Aşağıdan devrim tehlikesine karşı düşük yoğunluklu demokrasi adı verilen, yeni bir sürece girildi ve bir anlamda faşist diktatörlükler restore edildi. Aynı konjonktür kitle hareketlerinin şekillenme dönemi oldu. (1)

1990’larda sokak, geleceği feth ediyordu. Kitlelerle sokak yeniden buluştu. Aynı yıllar askeri faşist rejimlerin tasfiyesini/restorasyonu içerdi. Uzun şiddet yıllarında kitlelerin birikmiş yıkıcı öfkesi ve enerjisi dışa vurmaya başladı.

2000’li yıllarda Latin Amerika’yı saran kitle hareketleri bir sol dalga şeklinde iktidar değişikliklerine yol açtı. Yaşanan tam anlamıyla bir toplumsal patlamaydı. Özellikle yerli hareketleri Latin Amerika’nın özgün ve en diri dinamiği olarak dikkat çekti.

Sınıflar mücadelesinin zenginliği fabrika işgalleri, toprak işgalleri, sokak eylemleri ve savaşları, yerli hareketlerinin muazzam eylem ve direnişleriyle kendini dışa vurdu.

1 Ocak 1994’te EZLN’in silahlı isyanı başlangıç oldu.

Zapatist hareketin Meksikan’ın Chipas bölgesinde yeni ultra neoliberal anlaşma olan NAFTA’ya karşı yaktığı Maya ateşi, 1998’de Venezuella’da Chavez’in iktidara gelmesiyle harlandı ve yeni boyut kazandı. İnka toprakları tutuşmaya başladı.

Bu gelişmeler yoksulların ve yerlilerin muhteşem isyanlarını ve ayağa kalkışlarını simgeledi.

Farklı özgünlüklerdeki kitle harekelerinin aşağıdan yarattığı dalga, var olan kokuşmuş neoliberal rejimleri alt üst etti. Latin Amerika’da sol dalga ülke ülke yayılmaya başladı.

Dikkat çeken en önemli gelişmelerden biri mücadelenin parlamento dışı yükselmesi ve hızla radikalize olmasıydı. Ayrıca tarih boyunca hiç görülen, yok kabul edilen yoksulların ve yerli halkların bu süreç içinde tarih sahnesine bütün görkemleriyle girmeleri oldu. Öte yandan bu güçlerin siyasal bir kristalizasyon yaratamaması da en büyük handikaplarıydı.

Kitle hareketinin yok edici enerjisi daha çok sol popülist ve parlamenterist çizgide yer alan ağırlıkta yerli ya da melez karizmatik özellikteki kişi ya da yeni oluşan partiler tarafından “şekillendirildi’’, var olan neoliberal siyasal iktidarlara karşı yönlendirildi.

Venezuella’da Hugo Chavezi, Bolivya’da Evo Morales, Ekvator’da Rafael Correa, Paraguaya’da Fernando Lugo, Brezilya’da önce Lula daha sonra Dilma Rouseff, Uruguay’da Jose Mujito, Nikaragua’da Daniel Ortega, Peru’da Otola Humala iktidarları izledi. Guatemala ve El Salvador da sol iktidara taşındı.

Farklı siyasal atraksiyon ve vurgularına rağmen en genelde sol popülist bir siyasal çizgide yer alan bu iktidarlar, Latin Amerika’da büyük sosyal tahribatın ve yıkımın yarattığı kronikleşmiş ve kitleselleşmiş yoksulluk ve işsizlikle mücadeleyi ilk hedef olarak belirledi. Ayrıca kitle hareketlerinin özgün dinamiği ve rengi olan yerlilerin kimlik ve var oluş sorunlarının yanı sıra, topraklarının finans kapital tarafından gaspına karşı harekete geçti.

2000’li yıllarda Latin Amerika’daki tablo son derece çarpıcıydı. Latin Amerika’da emek gücünün %40’ı ile %80’ine yaklaşan kesimi ya işsiz ya da açlık sınırında yaşayabilecek bir gelir elde edebiliyordu. Halihazırda ağırlıkla marjinal sektörde ve geçici işlerde çalışan bu kesimler, sürekli işsizlik tehdidi altında yaşamlarını sürdürüyor.

Latin Amerika’da yoksulluk toplam nüfusun %70’i gibi olağanüstü bir rakamı buluyor. Bu yoksul kesim günlük olarak 5 dolar ya da daha altında bir gelir elde ediyor. %70’in içindeki %40’ın durumu ise tam anlamıyla felaketi andırıyor. Bu nüfus günde 2 doların altında bir gelirle yaşamını idame ettiriyor.

Latin Amerika’da uygulanan radikal neoliberal saldırılar özellikle tarımda büyük yıkıma yol açtı. Kırda yoksullaşma, mülksüzleştirme, toprasızlaştırma hız kazandı. Yine aynı dönemde Latin Amerika’dan metropollere, başta ABD’ye muazzam oranda değer transfer edildi. 1992-2002 arasında gerçekleşen yağma ve talanın 1 trilyon doları bulduğu tahmin ediliyor.

Bu vahşi tablo, bir biriktirme sürecinden sonra kitlelerin yıkıcı öfkesini harekete geçirdi. Parlamento dışı mücadele biçimleri, büyük kitlesel mobilizasyon ve sokakta politikanın yarattığı yıkıcı enerji kıtanın “lanetlerinin” gücü oldu.

Lümpen kapitalizmin” restorasyonu mu?

Sol popülist yeni iktidarlar mülkiyet ilişkilerine, sermayenin iktidar ve tahakküm araçlarına dokunmadı. Hatta bu yönde küçük de olsa yapısal ve köklü değişiklikleri bile önüne koymadı. Kapitalizm verili durum kabul edilerek, kapitalizmi ehlileştiren, bir anlamda “lümpen” kapitalizmi revize ve restore eden politikalar uyguladı.

Bunun yanında bazı sosyal programlar devreye sokuldu. Bu programlar kitlenin acil ihtiyaçlarının giderilmesi ve kronik yoksulluğa karşı yeni düzenlemeleri kapsadı.

Latin Amerika’da farklı biçim ve kademelerde yaşanan bu süreç Brezilya’da CUT, Brezilya İşçi Partisi ve Lula’nın yaşadığı metamorfozla somut biçim aldı. Brezilya’da finans kapitalin yeni sözcüsü bir zamanların bir taban ve yığın hareketi içinden çıkan Lula oldu. Ayrıca Brezilya işçi partisi ve CUT sistemin temel aparatlarına dönüştü. Bu iki yapı burjuva, korporatist ve bürokratik çürümüşlüğün simgeleri haline geldi.

Latin Amerika’da sol popülist iktidarlar, 21. yüzyıl sosyalizmi gibi melez, eklektik argümanlarına, bir dizi alternatif ekonomik bloklaşmalara ve değişik sosyal programlarına rağmen temel yönelimleri ehlileştirilmiş bir kapitalizm çerçevesinde gerçekleşti. Kapitalist mülkiyet ilişkileri ve burjuva devlet mekanizması bütün “ihtişamıyla” korundu. Korunmasına özen gösterildi. Bazı yapısal sosyal reformlar, IMF ve Dünya Bankası’yla ilişkilerin kesilmesi, uluslararası tekellerin hakimiyetinin kırılması, toprak reformu ve farklı sosyal dağıtım mekanizmaların kurulması gibi adımlar atılamadı.

İzlenen sosyal programlar, sistemi sarsacak bir içerikte gelişmedi. Hatta parodoksi bir boyutta da sistemin uzun vadede rasyonalizasyonuna hizmet edecek şekilde biçimlendi.

Venezuela hariç diğer bütün sol popülist çizgideki iktidarlar benzer bir yol izledi.

Bu noktada iktidarların ABD karşıtlığı, bazı ülkelerde ABD’nin üslerinin kapatılması gibi ABD hegemonyasını kırıcı hamlelerini anti-kapitalizmle karıştırmamak gerekiyor. Bu yaklaşım ALBA ve CELAC gibi ABD’nin üyeliğini dıştalayan bir dizi ekonomik bloklaşmanın ve ABD hegemonyasını kırıcı bazı hamlelerin ve bu iktidarların sol tandanslı yönelimlerinin ve potansiyellerinin görülmemesi anlamına gelmez. Bahsedilen sokakların yıkıcı ruhu ve bu ruhun taşıdığı potansiyelle, sol tandanslı iktidarlarının ruhunun uyuşmadığıdır. Hatta bu ruhun, kitlelerin taşıdığı yıkıcı enerjiyi absorbe etme ya da çürütme tehlikesidir.

Brezilya’da Lula iktidarı buna örnektir. Nikaragua’da devrim önderlerinden Ortega kardeşlerin Nikaragua’nın en zengin ailelerinden biri olması çok şaşırtıcı bir durum değildir. Ortega, özelleştirmelere ve neoliberal politikalara son derece esnek yaklaşıyor. Uruguay’da Geniş Cephe ve Tupamarolar’ın liderinden Mujica uluslararası sermayeyle flörtünü artırıyor. Neoliberal politikalara son derece uyumlu tutum alıyor. Bu iki ülkede toprak reformu gibi yapısal sorunların aşılması için küçük bir adım bile atılmış değil. Arjantin’de Kirchner iktidarı neo-korporatizmin ve sol-peronizmin yeni yüzü oldu. 2001 isyanının tüm potansiyeli, Kircher iktidarı tarafından eritildi. Arjantin’de neo-liberal politikalar hızla hayata geçirilmeye başlandı. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Diğer sol sosyal demokrat yada varyantları olarak kabul edebileceğimiz, sol iktidarlar içinde benzer şeyleri söyleyebiliriz.

Önümüzdeki süreç, bir yandan kapitalizmin yapısal krizinin evrimi ve emperyal özneler arasında hegemonya savaşlarının biçim alışı ve ABD emperyalizminin Latin Amerika politikalarına bağlı olarak biçimlenecek, öte yandan Latin Amerika’daki taban hareketlerinin gelişim dinamiklerine göre şekillenecektir. Bu faktörler Latin Amerika’daki sol-popülist iktidarların kaderlerini etkileyecektir.

Yakın dönemde Ekvator’da Correa’nın yeniden iktidara gelişi ve Chavez’in ölümü kıtadaki olası gelişmeler hakkında bizlere fikir verebilir.

Venezüella ve Latin Amerika’da
sokak gelecektir, geleceğin tek güvencesidir!

Ekvator’da Rafeal Corea şubat ayında yapılan seçimlerle yeniden başkanlığa geldi. %57’lik bir oy çoğunluğuyla seçimleri kazandı.

Corea’da “21.yüzyıl sosyalizmi” argümantasyonu geliştiriyor. Corea, iktidarı döneminde kronik yoksulluğun azaltılması yönünde politikalar izledi. Bir sosyal programları hayata geçirdi. Kapitalist krizin yıkıcı etkilerinden finansal düzenlemelerle korundu. Bütçeden kamuya yoğun kaynak aktarımında bulundu. Corea’nın izlediği temel siyasal çizgi sosyal kapitalizm ekseninde oldu. Kapitalizmi terbiye edecek hamleler yaptı. 21. yüzyıl sosyalizmi, anti-kapitalist bir mahiyet taşımıyor. Hatta Corea piyasanın kaçınılmazlığından bahsediyor ve anti-kapitalizme şiddetle karşı çıkıyor.

21. yüzyıl sosyalizmi kıtada sol sosyal demokrat çizginin argümantasyonundan başka mana taşımıyor ve “lümpen” kapitalizmin rasyonalizasyonunu ve modernize edilmesini içeriyor.

Corea yeni sol sosyal demokrat çizgiyi temsil ediyor ve Latin Amerika’da sol dalganın sürdüğünü gösteriyor. Chavez “iktidarları” giderek kitlelerle bütünleşen, yoksulların öfkesini harekete geçiren ve onlara muktedir olma duygusu veren içerikte biçimlendi.

Chavez “yoksulların” Bonapart’lığından, kitlelerin yaratıcı ve yıkıcı gücünü harekete geçiren bir lider konumuna geldi.

Kitle mobilizasyonu ve radikalizasyonu Chavez’i şekillendirdi. Düşünsel gelişimini besledi, zenginlik kattı. Chavez “Bolivarcı” düşünsel çizgiden eklektik mahiyette de olsa sosyalizme yaklaştı.

Buna rağmen Chavez iktidarları kapitalist mülkiyet ilişkilerine hiçbir biçimde müdahalede bulunmadı, burjuva devlet yapılanmasına dokunulmadı.

Devlet, yoksulların devrimci enerjisiyle kuşatılmaya çalışıldı. Yoksul yığınlar kolektif bir güç olmanın yarattığı zenginlikle hareket etti.

Chavez, kitlelere dayanarak etkili ve yaygın sosyal programlar hayata geçirdi. Petrol gelirlerinin kamuya akıtılmasıyla, kronik ve yaygın yoksulluğun engellenmesinde son derece ciddi adımlar atıldı. Ayrıca Küba’yla girilen yakın ilişkilerle özellikle sağlığın sosyalizasyonu yönünde olağanüstü başarılar sağlandı. Eğitimde de benzer pratikler yaşandı. Yoksulların barınma sorunu ciddi oranda iyileştirildi.

Chavez iktidarları Latin Amerika’da en sol, en radikal ve büyük potansiyeller taşıyan pratikler oldu. Yoksulların kolektif aksiyonu açığa çıktı. Chavez’in ölümü Venezüella’da yeni bir döneme girişi simgeliyor. Venezüella’da önümüzdeki dönem son derece büyük gelgitlere ve altüst oluşlara sahne olabilir. Venezüella bu süreçte karşı devrim tehdidiyle yüz yüzedir. Maduro iktidarı yoksulların geleceği için yaşamsal önem taşıyor.

Sınıfsal antagonizmanın şiddetlenmesine bağlı olarak, büyük sınıf ve kitle hareketleri ile, devrimci radikal dönüşümlerin yaşanacağı bir sürecin içine girilebilir.

Venezüella’da sokak ve sokağın ruhu geleceği belirleyecektir. Sokakla yoksulların bütünleşmesi, Venezüella’da aşağıdan yükselecek muazzam gelişmelerin önünü açabilir.

Sokak sadece Venezüella’da değil, sol dalganın yaşandığı her ülkede belirleyici bir alandır. Kitlelerin devrimci enerjisi, sokağın yaratıcı ve yıkıcı gücü geleceğin tek güvencesidir.

 

 

 

 

Dünyadan işçi ve emekçi eylemleri...

 

Güney Afrika’da madencilere yine kurşun

Mpumalanga’nın Graspan kömür ocaklarında grevde olan işçilerin üzerine polis ateş açtı. Polisin azgın saldırısında yaralanan iki işçi hastaneye kaldırıldı. Hastaneye kaldırılan her iki madenci de ölümcül yerlerinden vuruldular. Madenciler ise polisin saldırısı sonucunda beş işçinin daha yaralandığını belirtti.

18 Mart’ta greve giden madenciler ödenmeyen primlerinin ödenmesini istiyorlardı. Devletin desteğine güvenen maden işletmesi yönetimi, işçilerin grevini illegal ilan ederek 250 grevciyi işten attığını duyurmuştu. Madenciler, kapitalist işletmenin devlet desteğinde başlattığı saldırıya boyun eğmeyerek grev ve direnişlerini devam ettirdiler.

Hong Kong’da liman işçileri grevde

Hong Kong’un Kwai Chung şirketine ait olan konteyner terminalinde çalışan 150 liman işçisi ücretlerinin yükseltilmesi talebiyle greve gittiler. Ücretlerine son onbeş yıldır hiçbir artış yapılmayan işçiler kendilerine reva görülen kaderi değiştirmek için greve giderken, şirket yönetiminin işçilerin grevine güvenlikleri saldırtması sonucunda da işçilerle güvenlik arasında çatışmalar yaşandı.

Çin’de maden cinayetleri

Çin’in kuzeydoğu kesiminde yer alan Cilin eyaletinin Bayşan kentinde bulunan kömür madeninde grizu patlaması meydana geldi. Patlama nedeniyle madende çalışan 41 işçiden 28’i hayatını kaybederken patlamadan sadece 13 işçi kurtulabildi.

İş cinayetinin yaşandığı madenin devlet bünyesindeki Tonghua Maden İşletmeleri Şirketi’ne bağlı olduğu öğrenildi.

Çin’in Tibet özerk bölgesinde ise altın madeninde heyelan meydana geldi. Lasa’nın Maycoukungar kasabasında bulunan madende yaşanan heyelan nedeniyle 83 işçi toprak altında kaldı.

Madenin Çin Milli Altın Grubu’nun yan kuruluşlarından biri tarafından işletildiği belirtildi.

Şilili madencilerin grevi başarıyla sonuçlandı

23 Mart günü Codelco Ocakları’nda, 37 yaşındaki makina operatörü geçirdiği iş cinayeti sonucunda yaşamını yitirmişti. Arkadaşlarını iş cinayeti sonucunda yitiren işçiler, cinayetin sorumlusu olarak işletme yönetimini gösterdiler.

Maden ocağında çalışan bini kadrolu ve üç bini sözleşmeli olan toplam dört bin madenci yeterli iş güvenliğinin alınması uyarılarına, kapitalist işletme yönetiminden yeterli yanıtı alamaması üzerine greve gittiler. Dört gün süren grev sonucunda kapitalist işletme yönetimi işçilerin talebini kabul etmek zorunda kaldı.