22 Şubat 2013
Sayı: KB 2013/08

 Kızıl Bayrak'tan
“Heyet krizi”, İmralı masası ve şovenist histeri
Beşir Atalay devrimcilere “terörist” dedi
Sermaye devleti faşist baskı ve
terörü tırmandırıyor!
KESK operasyonuna yaygın ve kitlesel tepki
KESK’e yönelik saldırı kınandı
ÇHD Genel Merkez Yöneticisi Av. Zeycan Balcı Şimşek ile AKP’nin yargı alanındaki saldırıları üzerine konuştuk
Sendikal harekette örgütlenme “atağı”!
Karanlıklar içinden güneşle gelen grev: NETAŞ
Kayseri İşçilerin Birliği Derneği kuruldu
“Vergi haftasında
ne kutlanacak!”
Devrimci sınıf faaliyetlerinden
Sınıf hareketinden

Çalışma tarzında köklü bir değişim ihtiyacı

Devrimci Kadın Kurultayı’nın ardından
Devrimci Kadın Kurultayı tebliğleri - 2
Tarihte kadın hareketleri / 3
Halep kentinin yağmalanmasından
Erdoğan ve hükümeti
sorumludur!
İslamcı Hamas gerici rejimlerin saflarında!
Meclis komisyonu
Mısır’da direniş yeniden yayılıyor
Emekçilerin öfkesi hükümetleri deviriyor!
Hegemonya krizi - “savaşları” / 2 - Volkan Yaraşır
Yeni YÖK Yasası
hükümetin gündeminden çıktı mı?
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Devrimci Kadın Kurultayı tebliğleri-2

Kadın sorununa yaklaşımlar...

 

Devrimci Kadın Kurultayımızı, kadının kurtuluş mücadelesini ve kadının yaşadığı sorunların çözümünü Marksizm’in ışığında ortaya koymak, kadın sorununu cinsiyetçi temele indirgeyen reformist/feminist anlayışlara karşı devrimci sınıf alternatifini yükseltmek amacıyla gerçekleştiriyoruz.

Kadının kurtuluşu mücadelesini bir kurultayda tartışmayı zorunlu kılan, uzun bir dönemdir sol harekette kadın sorununda feminist çizginin belirgin bir ağırlık kazanmasıdır. Bu savrulma, devrim ve sosyalizm mücadelesinden uzaklaşmanın, kadın sorununa karşı alınan pratik tutuma yansımasından başka bir şey değildir.

8 Mart kutlamalarında yaşanan ayrışmalarda belirgin bir hal alan bu çizgi, dünün devrimcilerinin, gelinen yerde burjuva bir akım olan feminizmin peşinde sürüklenmelerinin yolunu açmıştır. Bu vahim tablo, sınıf mücadelesini bölen ve parçalayan eğilimlere karşı her zeminde mücadelenin yükseltilmesini zorunlu kılıyor.

Her toplumsal soruna olduğu gibi, kadın sorununa bakış da sınıfsal bir nitelik taşır. Feminist hareketin tarihsel evrimine bakıldığında da bu gerçek net bir şekilde görülür.

18. yüzyılın ortalarında kadının hak eşitliği istemiyle ortaya çıkan, burjuva kadınlarının damgasını vurduğu kadın hareketi, “oy hakkı, mülkiyet hakkı, eğitim hakkı, siyaset hakkı”nı talep ediyor, burjuva kadının burjuva erkeğiyle eşitliğini istiyordu. Toplum ölçeğinde kadın haklarının insan haklarının bir parçası olması ve kadınların hak eşitliği taleplerinin (burjuva ve orta-burjuva kesimlerin talepleri olmakla birlikte) meşrulaştırılmasının ötesinde, burjuva kadın hareketinin kadınların hak kazanımlarına özel bir katkısı olmamıştır.

19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başlarında, işçi sınıfı partilerinin yol göstericiliğinde, sınıf hareketinin bir parçası olan proleter kadın mücadelesi gelişmeye başlamış ve o günden bu güne önemli kazanımlar elde edilmiştir. Dolayısıyla, bugün kadınların sahip olduğu tüm temel demokratik ve sosyal haklar, tam da kurulu burjuva düzene karşı gelişen sosyal-siyasal mücadelelerde, önemli ölçüde işçi hareketi sayesinde ve işçi sınıfı partilerinin önderliğinde kazanılmıştır.

Feminizm burjuva bir akımdır

1960’lı yıllarda şekillenen feminizm ise, dönemin toplumsal hareketlilikleri ile bağlar kurmayı başarabilmiştir. Bu dönemde feministler, toplumsal cinsiyet rollerinin bütünüyle yıkılmasını ve tam bir eşitliği savunmuşlar. Dönemin toplumsal hareketlerine de yaslanarak, kürtaj hakkı, doğum kontrolü vb. alanlarda kazanımlar elde etmişlerdir. (Aynı dönemin sosyalist feministleri ise, bugünkülerden farklı olarak Marksizm ile bağ kuran daha özgün bir akımdı.)

Burada feminist hareketin tarihsel gelişim sürecini ayrıntılı olarak ele almak gerekmiyor. Vurgulamak istediğimiz birinci nokta, feminist hareketin sınıfsal karakteridir. Başlangıçta kadının hak eşitliği mücadelesi tümüyle burjuva kadınlara dayanmıştır. ‘60’lı yıllardaki kadın hareketi ise orta ve küçük burjuva kadınlarına dayanmakla birlikte, burjuva kadın hareketinin uzantısı olarak şekillenmiştir. Ufku burjuva sınırların ötesine geçememiş, sorun, düzen sınırları içinde kadının biçimsel hak eşitliği temelinde ele alınmıştır.

Vurgulanması gereken ikinci nokta ise, kadınların en temel kazanımlarının işçi sınıfı ve onun partilerinin mücadeleleri sayesinde elde edilmiş olduğudur. ‘60’lardaki kısmi kazanımlar da, dönemin yükselen toplumsal hareketliliği ve onun devrimci dinamizminin etkisiyle sağlanabilmiştir.

Kadın sorununda feminizme savrulanlar,
devrim iddialarını yitirenlerdir...

Türkiye’de ise süreç farklı gelişmiştir. 1980’deki 12 Eylül faşist darbesi Türkiye’de toplumsal hareketin gelişimi açısından önemli bir dönemeci ifade eder: Dünya ölçeğinde esen gerici, liberal dalga, Türkiye’de faşist darbenin yarattığı ağır baskı ve gericilik, SSCB’nin çöküşü vb... Bu dönem kapitalizmin ebediliğinin kutsandığı, “sosyalizmin öldüğü” naralarının atıldığı, koyu gerici bir dönemi ifade eder. Türkiye’de feminizm, tam da bu gerici dalganın, solda yarattığı tasfiyeciliğin ve yenilginin ürünü olarak ortaya çıkmıştır.

Türkiye’de feminizm, tam da bu gerici dalga ile soldaki yenilgi ve tasfiyeciliğin ürünüdür. ‘80 darbesinin ardından, geçmişte kimi sol örgütlerin bünyesinde yer alan kadınların, kendilerinin deyimiyle “sınıfsal, kimliksel farklılıklar parantez dışına atılarak, tek bir ortaklıkla (kadınlık)” bir araya gelmesiyle ortaya çıkmıştır.

Dünyada da bu dönemde esen liberal gerici rüzgara paralel bir feminist hareket şekillenir. ‘60’lı yıllarda feministler toplumsal cinsiyet rollerinin yıkılmasını talep ederken, bu dönemin feministleri tarafından bu roller kabullenilir. Erkek kimliğinin eril bir iktidara sahip olmasından yola çıkılarak “ezen” olduğu ifade edilir ve kadın kimliğinin “ezme” misyonu olmadığı, yaşatılması gerektiği söylenir. Mücadelesi de öncelikli olarak bu “eril iktidara” yani erkeğe yönelir. Türkiye’de ‘80’lerde ortaya çıkan feministler de, kadın cinsinin ezilmişliği temelinde erkek egemenliğine karşı mücadeleyi esas alırlar.

Türkiye’de feminizm, sol harekette tasfiyeci savrulmanın derinleşmesiyle etki alanını genişletti. Halkçı küçük-burjuva devrimci akımların önemli bir bölümünün “reformizm”e evrimi, ‘90’ların ortalarından itibaren işçi hareketinin geri çekilişi ile birlikte hız kazandı. Bu gelişme giderek toplumsal mücadelenin çeşitli alanlarında sonuçlarını üretti. Bu alanlardan biri ise kadın sorunu ve mücadelesi oldu. Reformist sol akımlar feminist düşünce ile buluştular ve “sosyalist feminizm” adı altında gerçekte “burjuva feminizmi”ne yöneldiler.

Kürt hareketinin sistemle barışma çizgisine yerleşmesi ile bu tasfiyeci eğilim, bir-iki örnek dışında halkçı akımların tümünü girdabına almıştır. Reformizmin bayrağı altında toplananlar, hızlı bir biçimde feminist çizgi ile buluştular ve “sosyalist feminizm” söylemiyle, “sosyalizm” ile “burjuva feminizmi”ni birleştirme çabasına girdiler.

Burjuvazinin egemenliğine boyun eğenler, “erkek egemenliğine” karşı mücadele ile teselli bulmaya başladılar. “Emekçi kadın” mücadelesi, salt “kadın” mücadelesiyle, kızıl renk mor renkle yer değiştirdi. Dolayısıyla, bugün kadın sorununa yaklaşımdaki savrulmanın kaynağında, sol hareketin ağırlıklı bölümünün iktidar perspektifini yitirmesi ve devrim ufkunun kararması var. 8 Martlar’da yaşanan tablo, bu vahim savrulmanın yansımasından ibarettir.

Sonuçta, kadın ve erkeğin ortak mücadelesini dışlayan bağımsız bir kadın hareketi, birleşik emekçi mücadelesini bölmeye ve kadın emekçilerin mücadelesini burjuva toplum sınırlarına hapsetmeye hizmet etmektedir. Böylece sadece kadın-erkek işçi ve emekçilerin ortak mücadelesini değil, aynı zamanda emekçi kadın mücadelesinin kendisini de sakatlayıp zayıflatan bir rol oynamaktadır.

Kadın sorununun tarihsel ve sınıfsal özünü yok sayan, kadının ezilmişliğinin nedenlerine ve kökenine bakma yeteneğinden yoksun olan feminizm, kadın sorununu, kadın-erkek eşitsizliğine indirgemekte, sorunun sınıfsal boyutunu inkar etmekte, kadın-erkek eşitliğini kapitalist düzen temeli üzerinde biçimsel hakların elde edilmesine indirgemektedir.

Sonuçta, sınıflar mücadelesinden bağımsız bir kadın hareketini savunanlar, kadın emekçileri burjuva ufkunun dar sınırlarına hapsetmekle kalmıyor, sınıfın birliği ve mücadelesini bölen, zayıflatan, sakatlayan bir rol de oynuyorlar. Hal böyleyken, bazılarının bu çizgiyi devrim ve sosyalizm adına savunmalarını, ciddiyet ve samimiyet bunalımı içinde olduklarının kanıtı saymak gerek.

Kadın sorununda biricik gerçek çözüm bilimsel sosyalizmdir!

Kadın sorununun toplumsal bir sorun olduğunu ortaya koyan Marksizm, tüm diğer temel toplumsal sorunlarda olduğu gibi kadın sorununda da gerçek ve köklü çözümün, bu sorunu yaratan toplumsal koşulların yok edilmesiyle olanaklı olacağını ifade eder. Bu nedenle toplumsal düzenin ürettiği sonuçlara karşı değil, temellerine karşı mücadeleyi esas alır.

Sınıf ilişkilerini, yani toplumsal koşulları yok sayarak cinsler arası ilişkileri açıklamak olanaklı değil. Marksist dünya görüşü, kadın sorunu ve cinsler arası ilişkileri sınıfsal temelleriyle ele alır. Cinsiyet eşitsizliğinin, sınıfsal eşitsizliğe dayanan toplumsal sistemin sadece bir parçası olduğunu ortaya koyar.

İşçi sınıfının ideolojisi olan bilimsel sosyalizm hem kadının sınıfsal ve cinsel ezilmişliğinin kaynağına hem bu kölelikten kurtulmanın yollarına ışık tutar. Burjuva düzen koşullarında kadının özgürlüğü ve eşitliği mücadelesine elbette gereken önemi verir, fakat hukuksal planda çok ileri kazanımlar elde edilse bile, tam da sınıfsal ezilmişlikten dolayı bunların önemli ölçüde kağıt üzerinde kalmaya mahkum olduğunu da ortaya koyar. Zira kadının ezilmişliği hak yoksunluğundan değil kapitalizmin ekonomik karakterinden kaynaklanır.

İşçi sınıfının felsefesi olan bu dünya görüşü, kadının kurtuluşunun yegane yolunun, kadın/erkek işçi ve emekçilerin özel mülkiyet ve sömürüye dayalı kapitalizme karşı sınıfsal temelde birleşerek mücadele etmesinden geçtiğini söyler.

Kurultayımız vesilesiyle bir kez daha vurgulayalım ki, işçi ve emekçi kadınların yeri, tüm işçi ve emekçilerin olduğu gibi, kadın sorununun da gerçek ve kalıcı çözümünü sağlayacak olan devrim ve sosyalizm mücadelesinin saflarıdır.

Kadının kurtuluşu sosyalizmde!

Yaşasın devrim ve sosyalizm!