20 Temmuz 2012
Sayı: SYKB 2012/29

 Kızıl Bayrak'tan
Amerikancı rejimin gerici ablukasını parçalamak için...
Kürt halkı devletin irade kırma saldırısını direnişle yanıtladı
Faşist baskı ve devlet terörü sökmedi.
“Yargı Paketi” ile faşist katiller
sokağa salındı...
Avukatlar: “Asıl biz yargılayacağız!”
Adım adım kürtaj yasağına
KPSS adaletsizliğine protesto
AD Demirel İşyeri Baştemsilcisi Hakan Akyol ile MESS Grup TİS süreci üzerine...
MICHA’da patron baskısına rağmen direniş!
Termo Teknik işçileriyle toplantı
TÜMTİS İstanbul Şube Başkanı
Ersin Türkmen ile
DHL direnişi üzerine
Havayolu işçileri AKP’ye yürüdü
Maden işçileri iş bıraktı
Birleşik Metal-İş TİS Uzmanı İrfan Kaygısız ile kıdem tazminatının gaspı üzerine konuştuk
Gaspçıları ve suç ortaklarını
yenmek için göreve!
TOGO direnişi üzerine
HEY Tekstil Direnişi’nin geldiği aşama ve yapılabilecekler!
İzmir’de “Dinsel gericilik ve
devrimci politika” semineri
Müslüman Kardeşler’in
milyon dolarlarla sınavı
İsrail’de “zorunlu askerlik” tartışması krize dönüştü
Opel’de sular durulmuyor
Köprüden geçerken
kapitalizmi görmek - TMMŞP
9. Mamak Kültür-Sanat Festivali
3-4-5 Ağustos’ta!
Samandağ Evvel Temmuz Festivali’ne dair
Cumartesi Anneleri'nin 381. eylemi
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

14 Temmuz Diyarbakır mitingi…

Kürt halkı devletin irade kırma saldırısını direnişle yanıtladı

Devletin valisi tarafından keyfi bir şekilde yasaklanmasına rağmen14 Temmuz’da DTK ve BDP tarafından Diyarbakır’da gerçekleştirilen “Özgürlük için Demokratik Direniş Mitingi”, AKP iktidarının Kürt halkının iradesini kırma hevesini bir kez daha kursağında bıraktı.

Kürt illerindeki polis ordusunu Diyarbakır’a yığan iktidar, vahşi bir saldırganlıkla miting yapılmasını önledi. Ancak kentin dört bir yanını direniş alanına çeviren Kürt emekçileriyle gençleri, polis terörüne boyun eğmek bir yana, saatlerce kolluk kuvvetleriyle çatıştılar. Vahşette sınır tanımayan kolluk kuvvetleri kadın çocuk, genç-yaşlı, milletvekili belediye başkanı ayrımı yapmadan saldırarak, zorbalığını Diyarbakır’dan dünya-aleme ilan etti.

14 Temmuz’da sermaye iktidarı faşizan zorbalığını sergilerken, keyfi miting yasağını tanımayan Kürt halkı ve hareketi ise, ulusal özgürlük ve eşitlik uğruna direnme kararlılığını görkemli bir tarzda yeniden ortaya koydu.

Kürt liderlerin devlet terörünü protesto etmek için yaptıkları açıklamalar, bu hamleyi yapan dinci-Amerikancı iktidarın hedeflerine ulaşmak bir yana, halkın ortaya koyduğu direnişten de güç alan Kürt hareketinin daha militan bir mücadele hattı izleyeceğine işaret ediyor.

Olayla ilgili yaptığı açıklamada “AKP bizim için sadece faşizmi temsil ediyor. Dün Amed’de (Diyarbakır) devletin copundan, gazından, panzerinden başka bir şey yoktu. Coptan, panzerden başka bir şeyi olmayan devlet meşruiyetini yitirmiştir. Kürdistan’da AKP, meşruiyetini yitirmiştir” ifadelerini kullanan BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, mücadelenin Abdullah Öcalan özgürlüğüne kavuşana kadar devam edeceğini vurguladı.

Devletin Amed halkına karşı savaş pozisyonuna geçtiğini belirten DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk ise, “…Erdoğan şunu iyi bilsin ki bu yolun sonu özgürlüktür. En çok da o kutsadığı iktidarlarını bu halk onlara kaybettirecektir. İlelebet bunlara yalvaracak, yakaracak değiliz. Bu böyle sürmez. Bu halkın da bizim de bir tahammülümüz var. Barış kardeşlik diyoruz ama böyle kardeşlik olacaksa olmasın diyoruz. Gerekirse bu devletle bütün ilişkilerimizi keseriz. Bu sistem ve anlayışla yaşamak zorunda değiliz. Artık yeter” şeklinde konuştu. Benzer içerikte açıklamaların diğer Kürt liderler tarafından da yapıldığını belirtelim.

Miting için 14 Temmuz’un tercih edilmesi ve eylemin bir “milat” olarak değerlendirilmesi, Kürt hareketinin devrimci mirasına yapılan anlamlı bir vurgudur. Zira 14 Temmuz 1982, devletin Diyarbakır zindanındaki vahşi işkencelerle uyguladığı teslim alma politikasına karşı ölüm orucunun başlatıldığı tarihtir. PKK’li tutsaklar Hayri Durmuş, Kemal Pir, Ali Çiçek ve Akif Yılmaz’ın şehit düştüğü bu eylem, Kürt hareketinin direniş tarihinin kilometre taşlarından biridir.

14 Temmuz eyleminin “milat” olarak tanımlanması, ırkçı-inkarcı politikada ısrar eden rejime verilmiş bir mesajdır aynı zamanda. Kolluk kuvvetlerinin terör estirmesi, sermaye medyasının koro halinde Kürt hareketini hedef alması, valinin zırvalarla dolu açıklamaları, AKP şeflerinin BDP’ye yüklenmesi… Tüm bunlar, Amerikancı rejimin mesajı algıladığının göstergeleridir.

Ancak mesajı alan dinci-gerici iktidarın histerik bir halde saldırıya geçmesi, zorbaların derdine derman olmayacak. Tersine, Kürt halkının direnişine toslayınca daha da zıvanadan çıkıyorlar. Bu ise, Kürt sorununu çözeceklerine dair ettikleri lafların bir kıymet-i harbiyesinin olmadığının herkes tarafından görülmesini kolaylaştırıyor.

Son yıllarda Kürt hareketi ve Kürt halkında yaratılan beklentiler, rejimin ırkçı-inkarcı politikada ısrarı sonucu, ortadan kalkmış bulunuyor. 14 Temmuz’daki olaylar, bu durumu daha da pekiştirdi. Yaratılan beklentiler temelden yoksun olsa da, seçim öngünlerine denk düşürülen ateşkesler sayesinde dinci-gerici iktidar kısmen rahatlamış, oy oranını arttırmıştır.

Bu yanılsamanın uzun sürmesi mümkün değildi elbet. Zira kaba riyakarlık üzerine inşa edilen her siyaset, er ya da geç deşifre olmaya mahkumdur. AKP’nin “Kürt açılımı” söylemiyle yarattığı sanal atmosferin de aynı akıbete uğraması kaçınılmazdı; nitekim öyle de oldu.

Dinci-Amerikancı rejime kısa süreli de olsa yarayan sahte vaatler, gelinen aşamada ters tepmiş durumda. Kürt halkına ve siyasetçilerine karşı gözü dönmüş bir pervasızlıkla icra edilen “sürek avı” devam ederken, eylemlerin keyfi bir şekilde yasaklanması, diğer bir ifadeyle Kürt halkının iradesini kırma hezeyanı da buna eşlik etmektedir. İrade kırma saldırılarına karşı sergilediği direnişten dolayı yasaklarla etkisizleştirilmek istenen Kürt halkı, yasakları da alanlarda paramparça ediyor. Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, bu durumdan çıldıran AKP şefleri, ırkçı zihniyetlerini tüm çirkinliğiyle sergilemek zorunda kalıyorlar.

Irkçı-inkârcı politikanın yansımalarından biri olan eylem yasaklamaları, bu yılın Newroz kutlamalarında doruğa çıkmıştı. Newroz’da yediği şamara rağmen 14 Temmuz’da Diyarbakır’da yapılan eylemi yasaklaması, AKP iktidarının kaba şiddeti bir yönetim biçimi haline getirdiğini somut bir şekilde kanıtlıyor. Bu olgu yeni olmamakla birlikte, daha belirgin bir hal almıştır.

Emperyalistler adına bölgenin “etkin taşeronu” olarak hareket eden Türk sermaye devleti/AKP iktidarı, alçaltıcı olduğu kadar uğrusuz da olan bu rolü istediği gibi oynayamıyor. Zira her adımda Kürt sorunu Amerikancı rejimin ayağına dolanmakta, Kürt halkının ulusal özgürlük ve eşitlik talepleri uğruna yükselttiği direniş ise, gerici iktidarın tökezlemesine yol açmaktadır. Polis terörünün vardığı boyut ise, Baas yönetimini hedef alan AKP şeflerinin maskesini paramparça etmektedir.

Elbette Baas yönetiminin yıkılması için emperyalistlerle ve bölgedeki gericilik odaklarıyla işbirliği yapmalarının, Suriye’de demokratik bir yönetimin kurulmasıyla alakası yoktur. Nitekim eğitip silahlandırdıkları kökten dinci çetelerin bir cinayet şebekesi gibi çalıştıkları artık kimse için bir sır değil. Buna karşın dinci-gericiliğin şefleri iki de bir Beşar Esad’ın halka zulüm yaptığını tekrarlarken, ne kadar ikiyüzlü oldukları Roboski katliamı, Newroz ve 14 Temmuz’da sergiledikleri vahşi saldırganlıkla gözler önüne serilmiştir. Bir Arap atasözü, “Eğer evini camdan inşa etmişsen komşulara taş atmayacaksın” der. Oysa Ankara’daki Amerikancılar’ın hem evleri camdan hem tüm komşulara taş atıyorlar…

14 Temmuz eylemi, AKP iktidarının Kürt sorununa iğreti de olsa çözüm üretme niyeti ve gücünden yoksun olduğunu bir kez daha kanıtlamış; bu iktidarın aczinin derinleşmeye devam ettiğini göstermiştir.

Devletle barışmaya endeksli bir çizgi izleyen Kürt hareketi ise, Kemal Pirler’in, Hayri Durmuşlar’ın çizgisinden uzaklaşmış olsa da, politik, moral ve özgüven açısından gücünü korumaktadır. Fakat hareketin düzenle uzlaşmaya endeksli çizgisinin kaçınılmaz kıldığı açmaz, esas olarak Kürt emekçilerinin mücadele azmine dayanan bu gücün etkisini sınırlamaktadır. Irkçı-inkarcı politikada ısrar eden devlet, “ben sizinle barışmam, teslim olacaksınız!” mesajı verirken, Kürt halkı ise, “teslimiyet asla! Özgürlük ve eşitlik taleplerini kazanana kadar direniş!” diyor. Diğer bir ifadeyle, olayların seyri, Kürt emekçilerinin direnme kararlılığını Türkiye işçi sınıfı ve emekçileriyle birleştirmek dışında bir çıkışın yolunun olmadığını döne döne hatırlatıyor. Esas sorun, bu iki mücadele dinamiğini dinci-Amerikancı iktidara karşı tek kanalda birleştirebilmektir.

Tarihi önem taşıyan bu birleşmenin sağlanması hem Kürt halkının ulusal özgürlük ve eşitlik mücadelesine hem işçi sınıfı ve emekçilerin sömürü, kölelik ve zorbalığa karşı yükselttikleri mücadeleye muazzam bir ivme katacaktır.

 

 

 

Mardin ve Batman cezaevlerinde protesto

Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi ile Batman M Tipi Kapalı Cezaevi’nde kadın siyasi tutsaklar isyan çıkardı.

Mardin Cezaevi’nde Diyarbakır’daki polis saldırılarını protesto için isyan çıkarıldığı açıkladı.

Batman Kapalı Cezaevi’ndeyse siyasi kadın mahkumların bulunduğu koğuşta yataklar ateşe verildi. Cezaevi önünde açıklama yapan İnsan Hakları Derneği Batman Şube Başkanı Osman Künteş, “Kadınların bulunduğu koğuşta yangın çıktı. Dün de Bilal Doğan isimli 20 yaşındaki bir tutuklu bedenini ateşe vererek kendini ağır yaraladı” diyerek hapishanedeki tutsaklardan bilgi verdi.