4 Mayıs 2012
Sayı: SYKB 2012/18

 Kızıl Bayrak'tan
Coşkulu, yaygın ve kitlesel
1 Mayıs
BDP heyetinin ABD gezisi
Yüzbinlerce işçi ve emekçi Taksim Meydanı’nı doldurdu
İzmir’de coşkulu ve kitlesel
1 Mayıs
Ankara’da kitlesel ve coşkulu
1 Mayıs!
Bursa’da iki 1 Mayıs
Türkiye’nin dört bir yanında
1 Mayıs kutlamaları
Kürdistan’da kitlesel 1 Mayıs
1 Mayıs’ta iş cinayetleri
TOGO’da direniş başladı!
Devrimci mirası yaşatmak,
daha ileriye taşımakla
mümkündür!
1 Mayıs dünya genelinde coşkuyla kutlandı
Almanya’da 1 Mayıs

Avrupa’da 1 Mayıs
Özelleştirmenin önündeki hukuki engeller kaldırıldı

“Karar; cezasızlıktır, karar beraattir,
karar yargısız infazı aklamaktır!”
Karadağ cinayeti davasında 7. duruşma
Fethiye davası üzerine
İzmir Öğrenci Kurultayı
üzerine
“Dilimin sınırları,
dünyamın sınırlarıdır!”
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır!”

Dilin tanımı, genelde sanıldığı üzere yalnızca insanlar tarafından doğanın ve eşyanın ortak kalıplar halinde manalandırılmasını değil, ayrıca bütün canlıların kendileri arasındaki bildirişimlerini1 de içerir. Aslolanın insanların bildirişim aracı olarak kullandıkları işaretler ve sesler olduğuna kanaat getirdiğimizi varsayarsak, dil üzerine yapacağımız bilimsel tanım sözlük anlamı ile “insanların aralarında anlaşmaya, kendilerini ifade etmelerine araç olan, bir dil bilgisi sistemi içinde örgütlenmiş, düşünce ve duyguları bildirmeye yarayan ses, işaret ya da hareketlerin bütünü” olacaktır.

İnsan bildirişim için ya hareket eder (jestler), ya ses çıkarır (konuşma) ya da belirli işaretler çizer (yazı). Teknik bakımdan dil, bu anlamda, 3 kategoride toplanır. Konuşma dili, yazı dili ve hareket dili insan dilinin üç ayrı görüntüsüdür. Bu yazıda temel aldığımız, ağırlık olarak konuşma dili ve tali olarak yazı dilidir.

Eskiden beri süregelen şu tanımı hepimiz duymuşuzdur: “Dil sürekli gelişen, değişen, canlı, sosyal bir varlıktır.” Bu cümlenin gerçeklik payını bir tarafa bırakarak eklemek gerekir ki “ama ayrıca dil, düşüncenin göstergesidir.” İnsanın konuşması düşünce dünyasını ele verdiği gibi, ayrıca bu konuşmalar da düşünce dünyalarının “el verdiği ölçüde” aktarılabilmektedirler.

Kullanılan dil dünyayı nasıl kavradığımızın ve onu nasıl yorumladığımızın açık ve dolaysız bir alametidir. 20. yüzyılın en önemli filozoflarından sayılan ve “Tractatus Logico-Philosophicus” isimli başyapıtında tüm felsefi problemlerin dilin araştırılmasıyla çözülebileceğini belirten Wittgenstein’ın meşhur sözü, bu son cümleye tercüman olmaktadır: “Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır.” İnsanlar dil aracının dışına çıkamadığına göre dünya, dil aracılığılıyla ifade edilen ve onunla bir bütün olarak kaynaşmış bulunan düşüncelerimizden öte bir yer değildir aslında.

İnsan dili konuşmaz, dil insanı konuşur

Yukarıda vurgulanan tüm bu gerçekliklerin muhteviyatı gereği kanalize olduğu zemin, “zihinlerimizde barındırmadıklarımızın ağzımızda da barındırılmaması” zeminidir. Her şey gibi toplumsal evrim ve iktisadi ilişkiler üzerine şekillenen, sürekli gelişen ve değişen dil; toplumlar nezdinde yaşanmış her altüst oluşu içinde barındırır. Temelde düşüncenin göstergesi olan dil, ancak bazı “resmi söylem/ideoloji/düzen” cenderelerinden geçerek cinsiyetçi, homofobik, ırkçı, eril veya militarist olur. Tekrarlamakta yarar var, dil gramer özelliklerinden değil ama taşıyıcısı olduğu toplumsal yapıdan kaynaklı belli sıfatlarla tanımlanır. Ünlü filozof Martin Heidegger’in de ifade ettiği gibi “İnsan dili konuşmaz, dil insanı konuşur”.

Elbette “söylediğinin farkında olmak” esas düşünceye nitelik olarak bir şey katmaz, doğru veya yanlış bir düşüncenin yalnızca güzel bir ifade biçimidir. Öte yandan biçimin özü dıştalaması durumunda, öz ile biçimin bütünlüğünde çelişkiler oluşur. Örneğin kadın sorunundan dem vuran bir kadın ya da erkek devrimcinin günlük yaşamda cinsiyetçi terimler kullanması, öz ile biçim arasında bir çelişki oluşturabilir.

Elbette bilinçsiz olarak içselleştirilen dile karşı koyabilmenin zorluğu ortadadır ama aslolan bunun bilincine varmak ve değiştirmeye çalışmaktır. Türkçe’ye yerleşmiş ve toplum tarafından yıllarca içselleştirilmiş bir takım cinsiyetçi günlük kullanım terimlerinden ziyade, dilde cinsiyetçilik denince ilk olarak akla gelen argo ve küfürün (ki cinsiyetçi olmayan küfür yok denecek denli azdır) kullanımını aşmak daha kolaydır. Kuşkusuz ki kolay olan aşılmıştır. Artık aşılması gereken, bilince işlenenleri eleştirel bir bakışa sunmaktır.

Dilde seksizm

Öte yandan, toplumla eşit orantılı olarak şekillenen dil yapısında, kendiliğinden seksist2 olarak varolan birtakım formlar da mevcuttur. Örneğin bazı kelimelerin ilk ve temel formları hep maskülendir3, kadın için kullanılan kelimeler hep bu ilk maskülen forma eklenen takılarla üretilmiştir. “Müdür-müdüre” kelimeleri gibi bu olguya örnek olarak gösterilebilecek birçok form vardır. Bazı kelimeler de yalnızca eril anlamlar üzerinden şekillenir. İnsanoğlu, bilim adamı vb gibi...

Ne var ki kullanılan dili bu çarpıklıklardan arındırmak, asgari düzeyde de olsa dili “temizlemeye” gayret göstermek, yeni bir dünya kurma özleminde olan devrimciler için bilince çıkarılması gereken bir çabadır. Onlar ki “yeni insan” ve “yeni kültür” demektedirler. Yalnızca düzenin yasal boşluklarına değil bizzat düzenin kendisine de sığmayan sınıf devrimcilerinin ve genç komünistlerin istemlerinin ifadeleri, dilin çarpık düzenini de aşmaktadır. Toplum, isterse ya da farkındalık düzeyini yükseltirse yepyeni kullanım biçimlerini de içselleştirecektir. Farkındalık düzeyi en üst safhalarda olan devrimcilerin ise buradaki yeri ve konumu açıktır. Dil alanında böyle bir farkındalık ve bilince çıkarma eylemi öz ve biçim çelişkilerini ortadan kaldıracaktır.

1 Bildirişim: İşaretlerin birden fazla birim arasında tek yönlü veya karşılıklı iletilmesi yahut akışımı.

2 Seksist: Cinsiyete dayalı ayrımcılık.

3 Maskülen: Fransızcada “erkek”. Dilbilimde “eril”.

İ. Kızıl

YDSB’den taşeronlaştırma paneli

Yeni Demokratik Sendikal Birlik (YDSB) “İşçi sınıfının düşmanı taşeronlaştırmaya karşı örgütlü mücadeleye” şiarıyla 27 Nisan günü bir etkinlik gerçekleştirdi. SBF öğretim üyesi Metin Özuğurlu, YDSB temsilcisi, DİSK/Genel-İş 2 No’lu Şube temsilcisi ve Maltepe Belediyesi direnişçi işçileri etkinlikte birer sunum yaptılar.

İlk olarak söz alan YDSB temsilcisi, kapitalist sistemde taşeronlaştırmanın rolüne değindi. Taşeronlukla işçilerin birbiri ile rekabet halinde ve güvencesiz çalıştırıldıkları vurgulandı. Örgütsüz işçinin daha çok sömürülmekle karşı karşıya olduğu, buna karşı örgütlenmenin gerekliliğine değinildi.

Metin Özuğurlu taşeronlaşmanın dünya çapında yaygınlaştığını vurgularken, bugüne kadar uygulanan bütün refah uygulamaların işçi sınıfının kazanımları sayesinde olduğuna ve bugün örgütsüz olunduğu için birçok hakkın gasp edildiğine vurgu yaptı. Türkiye’de patronların taşeronluğu henüz yeteri kadar gelişkin bulmadığını vurgulayan Uğurlu, dünden bugüne kapitalizmin gelişimini ve taşeron sisteminin nerede durduğunu anlattı.

Genel-İş 2 Nolu Şube Temsilcisi ise Yeni Mahalle’de yaşadıkları süreci anlatırken sendikaların bugün durdukları yere değindi. Her zaman için işçilerin yan yana olması ve örgütlenmesi gerektiğinin altını çizdi.

Maltepe Belediyesi direnişçi işçileri ise yaşadıkları süreçleri ve deneyimlerini paylaştılar. Özelde taban örgütlüklerinin altını çizen direnişçi işçiler bugün Türkiye’de sol gözüken birçok yapının işçi sınıfını temel almadığını, işçi sınıfını temel almayan yapıların varlığını sürdüremeyeceğini ve sol olamayacağını vurguladılar. Ankara yürüyüşüne değinen işçiler direnişin haklılığını vurguladı. Kurultay sürecine de değinen Maltepe işçileri buradan aldıkları güçle 1 Mayıs’a yüklendiklerini anlattılar. Son olarak 1 Mayıs bildirisini okuyan direnişçi işçi “Kahrolsun ücretli kölelik düzeni” diyerek konuşmayı bitirdi.

Kızıl Bayrak / Ankara