29 Temmuz 2011
Sayı: SİKB 2011/29

 Kızıl Bayrak'tan
İşçi sınıfını genel greve
hazırlamak için ileri!
Birleşik-militan bir
sınıf hareketi olmalı!
Kürt halkına saldırganlıkta
“yeni dönem”
“Demokratik Özerklik meşru bir hak”!
Erdoğan’ın Filistinli
büyükelçilere hitabı.
Sermayenin
“kıdem tazminatı” yalanları
Saldırılara karşı mücadele
kararlılığı!
'Büyük sürgün’
1 Ağustos’ta yürürlükte!
PETKİM’de direniş kazandı!
Metal İşçileri Birliği
örgütlenmeye çağırıyor!
Hastane çalışanları isyanda!
Tunus-Mısır
dersleri - H. Fırat
Bahreyn’de kuşatmaya
karşı mücadele!
Popülist-parlamenterist
çizginin yükselişi - Volkan Yaraşır
Avrupa’da borç krizi ve olası gelişmele
‘Bebekten katil yaratan karanlık’ Norveç’te de,
Türkiye’de de aynıdır!
Çocuk katili devlet hesap verecek!
19 Aralık Katliamı’nı tetikçisi anlattı
“Üçlü protokol iptal edilsin!”
Kampüsler “Hansel ve Gretel”leri bekliyor
8. Mamak Kültür Sanat Festivali üzerine Festival Hazırlık Komitesi sözcüsü ile konuştuk
Nasıl bir zekâ meşalesi söndü
Nasıl bir yürek durdu!* -Viladimir İliç Lenin
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Bebekten katil yaratan
karanlık’ Norveç’te de,
Türkiye’de de aynıdır!

Geçtiğimiz hafta dünya gündeminin en önemli başlığı Norveç’te yaşanan vahşi saldırılar oldu. Başkent Oslo’da gerçekleştirilen patlamada 8, İşçi Partisi’nin gençlik kampının düzenlendiği Utöya Adası’ndaki silahlı saldırıda ise 68 kişi hayatını kaybetti. Ama saldırının ardında “İslami terör” arayan düzen güçlerini esas ters köşeye yatıran ise saldırganın Avrupalı, orta sınıf bir Norveçli oluşuydu.

Dünyayı şaşırtan katil

22 Temmuz günü ajanslar önce Norveç’in başkenti Oslo’dan bir patlama haberi geçtiler. Öğle saatlerinde başbakanlık ve bakanlık binalarının bulunduğu alanda gerçekleşen patlamada 7 kişinin hayatını kaybettiği, çok sayıda ise yaralının bulunduğu duyuruldu.

Birkaç saat içinde ikinci bir haber ortaya çıktı. Hükümet olan İşçi Partisi’nin Utöya Adası’nda gerçekleştirdiği gençlik kampı polis kıyafetli bir saldırgan tarafından basılmış ve bir saat boyunca kampta rastgele ateş açılarak yüze yakın kişi katledilmişti. Basın daha bu ikinci haberi nasıl yorumlayacağına karar veremeden saldırgan yakalandı ve “İslami terör-El Kaide” edebiyatı başlamadan sona erdi. Zira saldırgan ne Müslüman ne de göçmendi. Anders Behring Breivik orta sınıf mensubu bir Avrupalı, Hıristiyan ve milliyetçiydi.

Avrupa’nın ezberini bozan katil, terörün doğudan geldiği, İslam’dan kaynaklandığı, göçmenlerle taşındığı propagandalarını da altüst ederek böylesi büyük bir katliama imzasını atmıştı. Medya da hemen dilini gözden geçirerek “terörist” sözünün yerine saldırgan, cani gibi ifadeler kullanmaya başladı. Temel tartışma ise bir Avrupalı’nın nasıl böylesi bir katliam yapabileceğine kilitlendi.

Breivik’in basında “manifesto” şeklinde yer alan 1500 sayfalık günlükleri, her ne kadar çoğu sağdan soldan aşırılmış olsa da, faşist katilin ruh halini ve dünya görüşünü tüm açıklığıyla yansıtıyor. Mahkeme ifadelerinde de bu görüşleri yineleyen Breivik, İslam ve Marksizm karşıtı olduğunu her fırsatta dile getiriyor. Gerçekleştirdiği saldırının da Marksizmin ve İslamın Avrupa’da yayılmasına engel olmak amacı taşıdığını söylüyor. Saldırının hedefi olan İşçi Partisi’ni de “Müslüman göçmenleri Norveç’e sokmak ve onları desteklemekle” suçluyor.

Katliamın habercisi
Avrupa’da tırmanan faşizm

Avrupa’yı şaşırtan katili yaratan koşulları biraz daha iyi anlamak için onun sahip olduğu ırkçı-faşist görüşlerin Avrupa’da tuttuğu yere bakmak da önem taşıyor.

Avrupa’da 1930’larda ekonomik kriz ile birlikte ortaya çıkan ve yükselen faşizmin, 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na ve büyük katliamlara sebep olması, ardından ise Kızıl Ordu’nun faşizmin başını ezmesi, bu karanlık düşüncenin uzun yıllar etkisini kaybetmesine sebep olmuştu. Ancak Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve Avrupa’daki sosyal devlet uygulamalarının geriye çekilmesi ile birlikte milliyetçilik ve faşizm Avrupa’da yeniden güçlenmeye başladı.

Dünya ekonomisinin yeniden krizle yüzyüze gelmesi ise işçi ve emekçilerin kapitalizme yönelecek tepkisini saptırmak için burjuvazinin bir kez daha faşizmden medet ummasına sebep oldu. Faşist iktidarlar henüz gündeme gelmese de, Avrupa’nın hemen her ülkesinde, özelllikle Müslümanlık ve göçmen karşıtı propaganda yapan faşist partiler peyda oldu. Bu partiler özellikle 2000’lerden bu yana oy oranlarını ve politik etkilerini hızla arttırdılar. Nazi kıyafetli yürüyüşler, göçmen kurum ve derneklerine yönelik saldırılar hatta cinayetler daha sık yaşanır hale geldi.

Bu belirgin yükseliş, Avrupa devletleri tarafından da belli sınırlarda desteklendi. Keskinleşen yönleri yontulsa da, ırkçı faşist parti ve akımların varlıklarına her zaman göz yumuldu. Bunun temel sebebi ise, tıpkı 1930’larda olduğu gibi, Avrupa işçi sınıfının enternasyonalist, sosyalist bir zeminde burjuvaziye karşı ayaklanması yerine öfkesini diğer uluslardan emekçilere -Yahudilere ya da Müslümanlara- yönelterek sistemin bekasının korunmak istenmesidir. Yani burjuvazi kendi iktidarının güvencesi için milliyetçiliği ve faşist partileri beslemekte ve zor günler için elinin altında saklamaktadır.

Norveç’teki katliamı gerçekleştiren Anders Behring Breivik de bu faşist propagandanın etkisinde şekillenmiş, pek çok faşist partide yer alarak faaliyet yürütmüş, sonra da bununla yetinmeyerek söz konusu katliama imza atmıştır. Breivik’in psikolojik durumunun bozukluğunu tartışmak dahi gereksizdir ancak onu bu hale getiren ve katletmeye iten temel etken, hiç kuşkusuz ki çürümüş kapitalist sistemdir.

Önemli bir noktayı da es geçmemek gerekir. Faşist partilerin güçlenmesi ya da zayıflamasından da bağımsız olarak, emperyalist kapitalizm zaten katliamlar üzerine kurulu bir sistemdir. Kimi zaman akli dengesini yitiren bir faşist katil onlarca kişiyi katlederek gündeme oturabilir. Ama aslında bu sistem var olmak için her an katliam yapmaktadır. Sadece Körfez savaşlarında, Irak ve Afganistan işgallerinde gerçekleştirilen katliamların bilançosu bile Norveç’te bilançonun yüzlerce mislidir.

Bebekten katil yaratan karanlık...

Türkiye gibi burjuva demokrasinin dahi ‘güdük’ işlediği ülkelerde katliamlar, Avrupa’ya göre kuşkusuz ki çok daha açık gerçekleşir. Türkiye’de yüzlerce devrimci cezaevlerinde katledilir, muhalif aydınlar kitlesel linçlere maruz kalarak yakılır, Hrant gibi bir gazeteci Ermeni olduğu için sokak ortasında öldürülür. Yine “Avrupalı-Hıristiyan-milliyetçi” Breivik’in Türkiye versiyonu olan “Beyaz Türk-Müslüman-milliyetçi” güruhlar, sokak ortasında Kürtleri linç etmeye çalışır, dükkanları yağmalar. Tüm bunlar aynı madalyonun iki yüzüdür. Irkçı-faşist güçler Avrupa’da da Türkiye’de de aynı amaçla kullanılmaktadır: Halkları birbirine düşman ederek asıl düşmanın saklanmasına hizmet etmek.

Breivik’in gerçekleştirdiği katliamı “şaşkınlıkla” karşılayanlara, eşi Hrant faşist bir katil tarafından katledilen Rakel Dink’in ünlü sözunü hatırlatmak yeterli olacaktır. Dink, Hrant’ın cenaze töreninde yaptığı konuşmasında “Bir bebekten katil yaratan karanlık sorgulanmadan hiçbir şey yapılamaz” demiştir. Kuşkusuz ki bu karanlık, kapitalizmin karanlığıdır ve aydınlık tarafa ancak kapitalizmin karanlığı dağıtılarak ulaşılacaktır.



Onbinler yürüdü

26 Temmuz günü Norveç’te onbinlerce kişi, Anders Behring Breivik adlı aşı sağcı eylemcinin, Cuma günü düzenlediği saldırıda hayatını kaybeden 76 kişi için anma yürüyüşü düzenledi.

Oslo’da akşam saatlerinde yapılan anma yürüyüşüne 100 binden fazla kişi katıldı. Yürüyüşe katılan Başbakan Jens Stoltenberg, ellerinde mumlar ve çiçeklerle yürüyen kalabalığa, “Bu yürüyüşe katılarak demokrasiye evet diyorsunuz. Bu bir demokrasi, hoşgörü ve birlik yürüyüşüdür. Kötülük bir kişiyi öldürebilir. Ama bir halkı yenemez” dedi.

Yürüyüşte Nazi karşıtı marşlar söylendi.