29 Temmuz 2011
Sayı: SİKB 2011/29

 Kızıl Bayrak'tan
İşçi sınıfını genel greve
hazırlamak için ileri!
Birleşik-militan bir
sınıf hareketi olmalı!
Kürt halkına saldırganlıkta
“yeni dönem”
“Demokratik Özerklik meşru bir hak”!
Erdoğan’ın Filistinli
büyükelçilere hitabı.
Sermayenin
“kıdem tazminatı” yalanları
Saldırılara karşı mücadele
kararlılığı!
'Büyük sürgün’
1 Ağustos’ta yürürlükte!
PETKİM’de direniş kazandı!
Metal İşçileri Birliği
örgütlenmeye çağırıyor!
Hastane çalışanları isyanda!
Tunus-Mısır
dersleri - H. Fırat
Bahreyn’de kuşatmaya
karşı mücadele!
Popülist-parlamenterist
çizginin yükselişi - Volkan Yaraşır
Avrupa’da borç krizi ve olası gelişmele
‘Bebekten katil yaratan karanlık’ Norveç’te de,
Türkiye’de de aynıdır!
Çocuk katili devlet hesap verecek!
19 Aralık Katliamı’nı tetikçisi anlattı
“Üçlü protokol iptal edilsin!”
Kampüsler “Hansel ve Gretel”leri bekliyor
8. Mamak Kültür Sanat Festivali üzerine Festival Hazırlık Komitesi sözcüsü ile konuştuk
Nasıl bir zekâ meşalesi söndü
Nasıl bir yürek durdu!* -Viladimir İliç Lenin
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ortadoğu’da halk hareketleri-2

Tunus-Mısır dersleri

 

H. Fırat

(...)

Ortadoğu toplumlarının mayasında vardır emperyalizme karşıtlık. İfade uygunsa bu toplumların geninde vardır bu. Bu toplumlar köklü mutasyonlara uğramadan, o genetik yapı değişmeden, bu duyarlılığı kaybetmezler.

Gerici bir gözlemciden örnek vereceğim. Mısır toplumundaki anti-siyonist duyarlılıktan sözediyor ve diyor ki, Camp David Antlaşması 1978 yılında imzalandı, Mübarek 1981’de başa geçti, 30 yıldır başta, ama bir kere olsun İsrail’i resmi olarak ziyaret etmedi, bu cesareti gösteremedi. İsrail’e bir kere gitti ama, İzhak Rabin’in cenaze törenine katılmak için. Basına da İsrail’e resmi ziyaret için değil fakat cenaze töreni için geldiğini söylüyor, bunu söyleme ihtiyacı duyuyor. Aynı gözlemci ekliyor; 30 yıllık barış döneminde sayısız İsrail vatandaşı Mısır’ı ziyaret ettiği halde, turistik nedenlerle bile olsa Mısırlılar İsrail’e gitmedi, gitmez de... Bütün bunlar Mısır toplumundaki anti-emperyalist ve anti-siyonist duyarlılıkları gösteriyor. Bu toplumların siyonizme ve dolayısıyla emperyalizme, ki aynı gerçeğin iki görünümüdür bunlar, karşı tutumu üzerine bir tartışma olamaz. Kitleler o bunalmışlık, daralmışlık içinde kendilerini dizginlediler, açık anti-emperyalist, anti-siyonist söylem ve sloganlar kullanmadılar. Ama bunu salt bu konuda değil hemen her konuda yapmış oldular. Hedefi çok daralttılar. Bu, hareketin temel önemde bir zaafı da aynı zamanda. Bunun üzerinde duracağız zaten. Ama kimse hiçbir yanılgıya düşmesin; emperyalizme ve siyonizme karşıtlık Ortadoğu halklarının bilincinin derinliklerinde var.

Bunlar sosyal ayaklanmalardır, ancak bu sistemli bir sinsi çaba ile karartılıyor demiştim. Özgürlük istiyor, onur istiyor diyorlar. Ama özgürlük ve onur karın doyurmuyor. Kendini yakan Tunuslu genci düşünün. O diktatör değil de başkası olsa ne olur ki? Bunlar sosyal patlamalardır dedim. Bunlar gençlik patlamalarıdır diyorlar. Konuyu dağıtacak olsa da söylemeliyim. Bu küreselleşme neydi? Bunun bir yanı da eğitimin özelleştirilmesi değil miydi? Son 30 yıldır uygulanan o neo-libaral saldırının bir yanı da eğitilmiş insanın ücretli işçi haline düşürülmesi değil miydi? Eskiden teknisyenler, mühendisler fabrikalarda sömürü hiyerarşisinin bir parçası idiler. Şimdi onda dokuzu ücretli kalifiye işçi, onda biri fabrikadaki sömürü hiyerarşisinin bir parçası. Artık mühendis büyük ölçüde ücretli işçinin bir parçasıdır, dünden farklı olarak. Bunlar neo-liberal saldırı ile belirlenen son 20-30 yılın gerçekleri.

Sistem üniversiteden kitlesel düzeyde insan mezun ediyor, fakat onlara iş veremiyor, önemli bir bölümünü işsizler ordusunun içine atıyor, Tunuslu genç örneğinde olduğu gibi. Bu insanlar birer işçi olarak çalışmaya hazır ama buna rağmen iş bulamıyorlar. Tayyip Tekel işçilerinin direnişi sırasında buna ilişkin gerçeği küstahça bir biçimde dile getirdi; bizde asgari ücretle, hatta 4-C koşullarında çalışmak isteyen çok sayıda üniversite mezunu var, dedi. Bunun bir yanı işsizliğin işçi sınıfına karşı kullanılmasıdır. Öteki yanı, eğitimli insanların ücretli işçi durumuna düşmüş olmasıdır. İşsiz genç deniliyor, değil mi? İşi olsa ne olacak? İşçi genç olacak. Bunlar işçi sınıfının bir parçası artık. Neo-liberal yıkım programları bu eğitimli gençliğin büyük bir bölümünü bu duruma düşürdü. Eğitimde özelleştirmeler, Bologna Süreci vb. tüm yıkım saldırıları bunu amaçlıyor, bu sonuçları yaratıyor.

Ama bu gençlik kesimi işçi sınıfının hareket ettirici ekseni değil, hiçbir biçimde, bunu ayrıca ele alacağım. Bu kesim kuşkusuz işçi sınıfının bir parçası, geniş ve rahat bir tanım içerisinde. İşçi sınıfının eğitimli ve işsiz kesimi. Ama işçi sınıfının omurgası ve hareket ettirici kesimi değil. Bu bir yanılgı yaratmamalı. Daha eğitimli olabilir, bu eğitimin getirdiği avantajlara sahip olabilir, genç olduğu için daha dinamik olabilir. Ama işçi sınıfının ekseni her zaman için sanayi işçisidir, üretimi omurgasından tutan kesimdir. Bu da işin bir başka yanı. Çünkü bize mevcut hareketlerin zayıflığını da veriyor bu olgu. Bu hareketlere neden bir sınıf damgasının vurulamadığını ortaya koyuyor. Diğer türlü olsaydı, işçi sınıfı gençliği buna damgasını vururdu. Bunlar işçi eksenli halk hareketleridir derdik. Çok öyle diyemiyoruz. Mısır’da bu eksene doğru kayma önplana çıkınca, daha doğrusu çıkar çıkmaz, Mübarek’e hızla yol verildi ve hareket mevcut biçimiyle bitirildi. Bu son derece açıklayıcı bir davranış örneğidir, bu açıdan.

Mısır’daki hareket Tunus’takine göre daha görkemli oldu. Tunus’un arkasından geldi, bunun avantajına sahipti. Mısır büyük bir toplum, köklü bir tarihe ve kültüre sahip, bir tarihsel-toplumsal derinlik var burada. 82 milyonluk bir ülke, sekiz tane Tunus demek bu. Çok stratejik bir yer tutuyor. Tarihsel olarak Arap dünyasının her zaman öncelikle baktığı bir ülke olmuş, Arap dünyasında liderlik konumu kazanmış. İşte bir Nasırcı “Arap sosyalizmi” dönemi fırtınası var, ‘50’li ve ‘60’lı yıllara egemen olan. Bir dizi avantajı var, Ortadoğu’nun ve Kuzey Afrika’ın bu büyük ülkesinin. Mısır’da tabii ki daha görkemli olarak açığa çıkacaktı kitlelerin isyanı.

Ama Tunus’taki hareket belli bakımlardan Mısır’dakinden daha ileri. Ne bakımdan? Tunus’taki harekette İslami akım fazlaca etkin değil. Tunus’taki harekette İslami akım bu denli gerici ve bağnaz da değil. Lideri, Mısır’ın Müslüman Kardeşler ile aralarına belli bir fark koyuyor, koymak ihtiyacı duyuyor. Kadın sorununda, müslüman olmayanlara yaklaşım sorunlarında, bir dizi başka sorunda... ‘70’li yıllarda sol söylemliymiş Tunus’taki İslami hareket. Ve bizzat hareketin liderinin kendi açıklamasına göre, her ne kadar şimdi AKP’yi model alıyorsa da, bizim öteki muhalif örgütlerle özellikle kadın sorunu başta olmak üzere bir dizi konuda ortak bir mutabakamız var diyor. Kadın özgürlüğü vb. konularda tavizler vermek durumunda kalıyorlar, Tunus toplumuna ve sol hareketine. Bir, bu yanı var.

İki, işçilerin özellikle de sendikalar üzerinde Mısır’dan daha belirgin bir ağırlığı var. Tunus’ta sendika militanlarının çok özel bir rol oynadığı söyleniyor, örgütlü güçlerin değil. Bu kendiliğinden bir patlama. Yani partiler ortada yok, partili militanlar var. Sendika militanları var, bu özellikle önemli. Hani kitlelerin öncüleri diyoruz ya, örneğin Tunus İşçileri Komünist Partisi (TİKP) harekete örgütlü bir biçimde müdahale edememiştir de, ama kitlelerin doğal bir parçası olan militanları patlayan eylemde şu veya bu ölçüde bir rol oynamışlardır. Bir de böyle bir farklılık var, solun Tunus’taki harekette bir yeri var. Tunus Komünist İşçi Partisi’nin varlığı bile bir şey anlatıyor. Ayaklanmayı bekliyorduk, bir hazırlık da yaptık gücümüze göre diyebiliyorlar. Bunlar hareketin öznel yönüne göre üstünlükler. Ama sosyal kapsamı, ağırlığı, şiddeti, görkemi bakımından tabii ki Mısır’daki hareket daha güçlüydü.

Her iki harekete baktığımızda, ki özellikle de Mısır’daki hareket için geçerli bu, şu son birkaç gününü dışında bırakırsak, genel planda gördüğümüz şekilsiz bir kitle hareketidir. Büyük bir sosyal patlama, çok farklı sınıflardan, katmanlardan geniş insan yığınlarının katıldığı eylemler bunlar. Ama şekillenmiş biçimiyle sınıfları göremiyoruz, şekilsiz kitlelerdir eylem halinde gördüklerimiz.

Oysa örneğin 1905 Rus Devrimi’nde belirgin biçimde hareket halindeki sınıfları görüyorduk. İşçileri görüyorduk; temel devrimci istemleri vardı ve devrimde işçi sovyetleri olarak . Demokratik cumhuriyet, 8 saatlik işgünü ve köylüye toprak istiyorlardı. Toprak talebi ile hareket eden köylüleri görüyorduk; asillerin şatolarını yakıyor, topraklara el koymaya kalkıyorlar, depoları yağmalıyorlar, toprak istiyorlardı. Liberal burjuvazi iktidar istiyor, meşruti monarşi peşinde koşuyordu. Özetle birinci Rus devriminde sınıflar ve sınıflara paralel partiler var. Liberal burjuvazinin Kadet partisi var. İşçi sınıfının sağ ve sol kanatlarıyla, Menşevik ve Bolşevik kanatlarıyla, sosyal-demokrat işçi partisi var. Köylülüğün sosyalist-devrimcileri var, köylülüğün büyük bölümüne hakim. Sadece sınıflar değil, sınıfları temsil eden siyasal akımlar da var demek istiyorum.

Sınıfların mücadele içinde şekillenmesiyle onları temsil eden siyasal akımların varlığı arasında kopmaz bir bağ, diyalektik bir bütünlük de var. Bundan dolayıdır ki, güdümlü bir Duma yaratmak dışında hiçbir sonuç yaratmadığı halde, görünürde açık bir siyasal kazanım yaratmadığı halde, 1905’te gerçek bir devrim var Rusya’da. Mevcut rejime, çarlık rejimine karşı sınıflar ayağa kalkıyor. Çarlık soylular sınıfının iktidarı demektir. O iktidar öylesine bir sınıfa ait ki, liberal burjuvazi (ki bu Rus burjuvazisi anlamına geliyor) bile işçiler inisiyatifi alınca devrimden yüzçeviriyor ama daha öncesinde o da kendi cephesinden devrime bir biçimde katılım gösteriyor. Köylülük var, işçi sınıfı var, liberal burjuvazi var, kuşkusuz kent küçük-burjuvazisi var, kısmen işçi sınıfına kısmen liberal burjuvaziye yakın. Sonuçta sınıflar ve az çok onları temsil eden siyasal partiler var ve çarlık rejiminin devrilmesini istiyorlar. Devirmek için de silahlı ayaklanma var. Orduda ayaklanma var, Potemkin Zırhlısı bunun çok bilinen ünlü bir örneği.

Tunus’ta ve Mısır’da bunlar yok. Mısır’da özellikle yok. Tunus’ta kısmen var. Tunus’ta polis karakolları yakıldı, hükümet binalarına saldırılar oldu ve devreye giren sendikalar ve partiler, gizli polisin dağıtılması, iktidar partisinin dağıtılması, kovulan diktatörden kalma meclisin dağıtılması gibi bir dizi politik istemle, eski rejimin kurumlarının tasfiye edilmesini gündeme getirdiler.

Mısır’da hareket uzun zaman Mübarek’in gitmesine odaklandı. Kuşkusuz ötesini de istiyordu, hala da istiyor. Kimden istiyor ama bunu? Mısır iktidarının temel dayanağı olan ordudan! Ordunun başında şimdi kim var? 1991 yılından beri genelkurmay başkanı, 1995’ten beri de milli savunma bakanı olan adam var. Yanında da diktatörlüğün bütün bir omurgasında yer alan, en kritik yerinde duran öteki generaller. Burada devrim falan yok. Geniş yığınların görkemli bir biçimde ayağa kalkışı kendi başına bir devrim değil, olamaz, olamıyor.

Devrim siyasal ya da sosyal ilişkilere yönelir. Siyasal iktidar ilişkilerinde köklü bir değişim yaratmaya, bundan da öteye geçerek sosyal ilişkileri, giderek mülkiyet ilişkilerini kökten değiştirmeye yönelir. Bu burjuva demokratik devrim biçimi içinde 1905 Devrimi’nde bile var. Ne demek köylünün toprak istemesi? Toprak mülkiyeti çarlık rejiminin ekonomik-sosyal temeli, sökonusu olan yarı-feodal bir toplum. Burada iktidar değişimi demek, soylular iktidarının, toprakta bunun dayalı olduğu mülkiyet ilişkilerinin yıkılması demek. Feodal toprak soyluluğunun son bulması, ona dayalı yarı-feodal sistemin, ona dayalı toprak düzeninin ortadan kaldırılması demek. Nedir kentte ayağa kalkan işçinin talebi? 8 saatlik işgünü, köylüye toprak ve demokratik cumhuriyet. Yani iktidar ve mülkiyet ilişiklerinde köklü değişim. Çarlığa dayalı soylular iktidarının yıkılması, köylülüğün özgürleşmesi ve siyasal özgürlüğün kazanılması...

Mısır’da ve Tunus’ta bunlar yok, bu düzeyde bir toplumsal radikalizmden eser yok. Mısır’da Mübarek gitsinden ibaret bir hareketle yüzyüzeyiz. Nedenlerini ayrıca tartışmak gerekir. Bu da bizi devrimci partiye getirir, bu bizi devrimci sınıfa getirir, bu bizi Mısır toplumunun dünkü otuz yıllık atomize edilişi gerçeğine getirir. Bunun nedenlerini anlamak sorun değil, bunun neden böyle olduğunu anlayabilir, sonuçta duruma şaşırmayabiliriz. Ama durum bu, hareketin halihazırdaki sınırları bu. Katılım çok daha sınırlı olabilirdi, hareket çok daha az görkemli olabilirdi, ama buna rağmen devrim niteliği taşıyabilirdi. Ama böyle değil.

1908’de Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde gerçekleşen hareket bile belirli sınırlar içinde bir devrimdir. Zira ilk kez olarak Jön Türkler şahsında doğmakta olan burjuvazinin ilk modern temsilcileri iktidara ortak hale geliyorlar. Mutlak monarşi yerini meşruti monarşiye bırakıyor, temsili bir parlamento kuruluyor. İttihatçı Talat Paşa başbakan oluyor ve hükümet kuruyor, devleti fiilen yönetmeye başlıyor. İstanbul’da Abdülhamit gericiliğe dayanarak bir darbe yapmaya kalktığında, Selanik’ten Harekat Ordusu yola çıkıyor, iki günde İstanbul’a geliyor ve İstanbul’u ele geçiriyor. Abdülhamit’i hallediyor. Dikkat edin, tüm bunlar siyasal iktidar ilişkilerinde bir değişime yol açıyor. Aslında kitlelerin çok az bir kesimini kapsıyor hareket, kapsamaktan çok pasif desteğini alıyor demek daha doğru. Esası yönünden, bir bölümü devlet bünyesinde yer alan, bir elit tabaka eylemi olarak gerçekleşiyor. Ama iktidar ilişkilerinde, siyasal biçimlerde belli bir değişim yaratıyor. Yöneldiği hedefler kadar ulaştığı sonuçlar yönünden de bu böyle.

Tunus’ta ve Mısır’da ne oldu? Diktatör gitti, diktatörlük yerli yerinde duruyor, tüm biçim ve kurumlarıyla. Zira Mısır’da ve Tunus’ta sınıflar, giderek siyasal özneler değil, fakat şekilsiz kitleler hareket halinde. Kendi sınıf ayrımlarını, çizgilerini, isteklerini formüle edemeyen, bunları formüle eden partiler tarafından temsil edilemeyen yığınlar kendiliğinden harekete geçtiler. Böyle olunca, tüm kitlesel görkemine rağmen, politik olarak hareket son derece kısır ve dar kalabiliyor. Hedefleri kadar sonuçları bakımından da. Bu bizi devrimci öncüye, bu bizi öncü devrimci sınıfa, sınıf aydınlarına, giderek sınıf iktidarı sorununa, giderek burjuvazinin bu hareketin hedeflerini daraltan ve karartan kesimlerinden ayrışma sorununa getiriyor.

İki Taktik’te Lenin, 1905 Devrimi’nin sorunlarını tartışırken, Kafkasyalı menşeviklerin burjuvazi devrime katılmazsa devrimin kapsamı daralır diyen düşüncesini ele alıyor. Tam tersine, diyor Lenin, burjuvazi yüz çevirdiği ölçüde devrimin kapsamı genişler. Neden? Çünkü burjuvazi hareketin hedeflerini daralttığı ölçüde kitlelerin, köylülüğün, işçi sınıfının, öteki emekçi katmanların serpilecek devrimci dinamizmini sınırlıyor, felç ediyor. Onların devrimci taleplerini bastırıyor, böylece devrimci sınıf dinamizmlerini dizginliyor. Ama hareket içinde burjuvazinin hegemonyası kırıldığında, burjuvazi siyasal olarak tecrit edildiğinde, işçi sınıfı ve köylülük kendi gerçek istemleriyle, bunun sağladığı muazzam bir devrimci enerjiyle tarih sahnesine çıkacaklar, devrim yolunu tutacaklardır. Bu da, tam tersine, devrimin kapsamının alabildiğine genişlemesi demektir. Lenin’in Kafkasyalı menşeviklerin oportünist mantığını çürütüş tarzı bu.

Ben yeri geldikçe, özellikle de ulusal sorunu ele alırken, hep hatırlatmışımdır; Vietnam Devrimi’nin gelişim seyri de benzer bir yaklaşımı tarihi olaylar üzerinden örnekler. Vietnam İşçi Partisi Tarihi, partimiz bir dönem, tam da yurtsever toprak ağalarının harekete katılımını kolaylaştırmak üzere, toprak devrimi programı yerine toprak kiralarının düşürülmesi talebini geçirdi; ama bu hiç de devrime güç katmadı, tam tersine onu güçten düşürdü, çünkü bu köylülüğün savaşım azmini ve gücünü zayıflattı, diyor. Parti bu hatayı zamanında gördü ve çok geçmeden düzeltti, diye de ekliyor. Yurtsever toprak ağalarını ulusal harekete katmak için toprak devrimi programını askıya alıyorsunuz, yerine toprak kiralarının düşürülmesi politikasını gündeme getiriyorsunuz, ama bu Vietnam Devrimi’nin temel ve gerçek kitlesel gücü demek olan köylülüğün savaşım azmini sınırlıyor, milli kurtuluş devrimine katılma isteğini zayıflatıyor. Devrimin kapsamı, gücü ve dinamizmi genişlemek bir yana, tam tersine zayıflayıp daralıyor.

Dolayısıyla, Mısır’daki görkemli kalabalık aynı zamanda Mısır’daki halk ayaklanmasının bir zaafiyetidir de. Hareketin içinde burjuva kesimleriyle Müslüman Kardeşler, Mısır burjuvazisinin ve emperyalizmin Baradey türünden temsilcileri, yeni yetme burjuvaların tipik bir temsilcisi sayabileceğimiz Google’ın Mısır bölümü müdürü olursa, tüm bu burjuva kesimler hareketi salt Mübarek’in gidişi sınırlarına indirirler. Mübarek gider gitmez de durdururlar hareketi. Bunu ordu-halk elele sloganı, eylem içindeki kitlelere ordunun tarafsızlığı inancını pompalamak tamamlar. Baradey gibi biri, aman ordu bir an önce yönetime el koysun, çünkü olaylar çığrından çıkıyor der. Orduyu hakem tutar, böylece de hareketi felç edersiniz.

Eğer kitle hareketi ile karşı karşıya gelseydi, ordu kesin olarak bölünürdü, bunu herkes söylüyor. Ordu kesin olarak bölünürdü, çünkü tankın içindeki asker ve tankın başındaki alt düzey subay, astsubay halka öyle kolay kurşun sıkmayacaktı, hareketin gücü ve görkemi onu halkın saflarına çekecekti. Biz bunu 1979 İran Devrimi’nde çarpıcı biçimde gördük. Halka kurşun sıkıldı, ama ordu parçalandı ve büyük bölümüyle halkın saflarına geçti. İran’dakine devrim diyoruz, çünkü bir rejimi değiştirdi gerçekten. Yerine başka türden bir melanet rejim daha sonra geçti, bu ayrı bir sorun, olayların sonraki seyriyle bağlantılı. Devrimi yapan güçler kendi içinde ayrışıp, bir kesim öteki kesimi tasfiye ettikten sonra oldu bu. İlk aşamadaki hedefi İslam Cumhuriyeti değil, fakat baskıcı bir rejimi, kanlı bir diktatörlüğü siyasal özgürlüğü ele geçirmek üzere devirmekti. Bu bir devrimdi ve Şah’ın askeri mekanizmasını felç etti, onu kendi içinden böldü ve işe yaramaz hale getirdi. Şahlık kurum olarak tasfiye edildi ve hizmetinde olduğu emperyalist çıkarlara önemli bir darbe indirildi.

Tunus’ta hareket başlayalı iki ay, diktatör gideli bir ay oldu ama siyasi tutuklular daha yeni yeni serbest bırakılıyorlar. Tunus’ta şu an ülkenin başındaki adam Bin Ali’nin atadığı meclis başkanıdır, onun partisinin kıdemli üyelerinden biridir. O meclis derhal dağıtılmalıydı oysa. Mısır’da bu yapıldı, meclis dağıtıldı ama yerini askeri cunta aldı. Tunus’ta askeri cunta olmadığı için, görünürde sivil biçim olduğu için, meclis duruyor ama meclisin tasfiye edilmemiş olması büyük bir zaafiyet, hareketin sınırlarını gösteriyor. Ama henüz dağıtılmamış olan bu meclis şu anki meclis başkanına, kendi başına kanun yapma ve kritik noktalara atama yapma yetkisi verebildi. Kitleler meclisi sardılar, milletvekillerinin bu oylamayı yapmasını engellemeye çalıştılar. Mücadele sürüyor kuşkusuz. Ama o Bin Ali’nin parlamenterleri o kararı çıkarttılar, kovulan diktatörün yerine geçen adamı gerçek diktatörlük yetkileriyle donattılar. Diktatör gitti, diktatörlük sürüyor! dediğimiz bu işte...

Bu konuyu gerçekte biraz zamansız olarak girmiş oldum. Hareketin niteliği ve sınırları nedir, devrim mi değil mi diye tartışırken, ister istemez bu olgulardan da sözetmek durumunda kaldım.


 

 

Mısır’da çatışma sertleşiyor!

Mısır’da yönetimi elinde tutan ordu, sıkıştıkça gerçek yüzünü de göstermeye başladı. Ordu ile göstericiler arasında 23 Temmuz günü çatışma çıktı.

Mısır’da Mübarek’i defettikten sonra iktidarı alabilecek gücü gösteremeyen emekçiler, ordunun inisiyatifini kabul etmiş, fakat taleplerinin karşılanmaması üzerine yeniden Tahrir Meydanı’na dönmüşlerdi. 8 Temmuz’dan bu yana sivil yönetim talebiyle eylemler sürüyor.

Yüzlerce kişi yaralandı

Mısır’da cuma eylemleri kapsamında işçilerin grevde olduğu Süveyş ve İskenderiye gibi kentlerde yapılan eylemlere ordunun saldırması üzerine tansiyon yükseldi. İskenderiye’de ana yolları kapatan emekçilere jandarma ateş açtı. Benzer bir gerginlik Süveyş’te de yaşandı.

Kahire’de ise binlerce kişi ordunun bu tutumuna karşı 23 Temmuz günü Mısır Silahlı Kuvvetleri Yüksek Konseyi’ne yürümek istedi. Mısır’da ordunun son günlerde göstericilere karşı sert tutumunu protesto etmek isteyen göstericilere saldıran askeri birlikler, çok sayıda kişinin de yaralanmasına sebep oldu.

Tahrir Meydanı’ndan Köprü El Kobba’daki Kahire Merkez Komutanlığı’na yürümek isteyen 10 bin kişi, Abbasiye bölgesinde bulunan Nur Cami önünde askerlerin barikatıyla karşılaştı. ‘Baltacı’ tabir edilen çapulcuları göstericilerin üzerine salan ordu, havaya ateş açmakla yetinse de ‘Baltacı’lar göstericilere taş ve sopalarla saldırdı.

Uzun saatler boyunca süren çatışmalarda 200’ün üzerinde kişi yaralandı.

 

 

 

 

Cuma eylemlerinde öfke!

Humus’ta katledilenlere adandı!.. 

Cuma eylemleri kapsamında 22 Temmuz günü Suriye’nin Halep, Humus, İdlib ve Şam kentlerinde gerici rejim protesto edildi. Yüzbinlerce kişinin kaltıldığı gösterilerde son günlerde Humus’ta katledilen göstericiler anıldı. Gösterilerde en az 8 kişi öldü.

AFP, Hama ve Deyr Ezzor olmak üzere ülke genelinde 1 milyonu aşkın kişi protesto gösterilerine katıldığını belirtirtirken, cuma namazlarının ardından kitlesel yürüyüşler gerçekleştirildi.

Eylemciler, ateş açılırken sıradan protestocuların değil doğrudan gösterilerin düzenlenmesine öncülük eden kişilerin hedef alındığını söyledi.

Bununla beraber gerici rejimin terörü 27 Temmuz günü de sürdü. İnsan Hakları İzleme Örgütü, 27 Temmuz günü Suriye’de Baas güçlerinin gerçekleştirdiği saldırıda 8 kişinin öldürüldüğünü açıkladı.

Şam’ın Kanaker banliyösü sakinlerinin, baskın düzenleyen güvenlik kuvvetlerine yolu kapatarak taşlarla karşı koyduğu belirtildi.


Ekonomik krize öfke

Yemen’deki cuma eyleminde gerici rejimin yıldırma politikalarına öfke vardı. Binlerce muhalif cuma gösterilerinde ülke genelinde uygulanan elektrik kesintileri ve ekonomik krizi protesto etti.

Yoksulluk, işsizlik ve hayat pahalılığının tetiklediği halk hareketi yedinci ayına girdi. Bugünkü eylemde günlük 20 saati bulan elektrik kesintileri ve şebeke sularının kesilmesi protesto edildi. Bunların hükümetin “yıldırma ve halkı cezalandırma’’ politikası olduğu söylenirken, bu atılan sloganlara ve açılan pankartlara da yansıdı. Yemenli emekçiler ve gençler yılmayacaklarını tekrarladılar.

Hükümet yetkililerini harekete geçmediğini ve ülkeyi büyük bir boşluğa sürüklediğini söyleyen göstericiler, artan petrol ve gıda fiyatlarından devlet kademesindeki yetkililerin çıkar sağladığını belirtti.

Emperyalist müdahaleye protesto

Yemen’de emekçiler ve gençler emperyalist müdahaleyi protesto etmek amacıyla 25 Temmuz günü eylemler düzenledi. Başta başkent Sana olmak üzere birçok kentte yüzbinler sokaklara çıktı. Eylemlerde “Amerika’ya ölüm, İsrail’e ölüm” sloganları atıldı.

Daha önce devlet görevlileri tarafından, ABD’nin Yemen ordusuna destek sağladığı ifade edilmişti.