7 Ocak 2011
Sayı: SİKB 2011/01

 Kızıl Bayrak'tan
Kürt sorununda inkarcı politikada ısrar sürüyor!
2011 Kürt sorununda
çetin bir mücadele yılı olacak!
Türk-İş’in “torba”sından ihanet çıktı!
Kılıçdaroğlu’nun
yeni yıl ikiyüzlülüğü
Petro-kimya işçileri direniyor.
MESS Grup Tis sürecinde
greve doğru
“Birleşmek ve
örgütlenmek gerek!”
“Kendi sınıfımızın
mücadelesini verelim!”
Teklif reddedildi
eylemler sürüyor..
PTT’de işçi kıyımına karşı direniş!
Patronların saldırılarına karşı tek yol direniş!
Büyük madenci
yürüyüşü 20. yılında...
Kampanya çalışması
üzerine notlar.
Öğrenci gençliğe yine polis terörü
OMÜ’de soruşturma-ceza terörü
Öğrenci forumlarında
mücadele tartışıldı..
Mutlu gözdağı verdi
Ulucanlar’dan müze
yapma kepazeliği
Bolivyalı işçi ve emekçilerin mücadele geleneği sürüyor
Katledilişlerinin 92. yılında Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’i saygıyla
2010 yılında emekçi kadınlar.
Kadın emekçilerin
hakları da ‘torba yasa’da!..
4 Ocak ‘96 Ümraniye: Bir kez daha katliam ve direniş
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ulucanlar’dan müze yapma kepazeliği...

“Kanla yazılan tarih silinmez!”

“Hoş geldiniz

Ulucanlar Merkez Kapalı Cezaevi, Ankara’nın Altındağ ilçesinin Ulucanlar semtinde bulunmaktadır. 1925 yılında kurulan cezaevi tahliye edildiği 2006 yılına kadar, ülkemiz demokrasi tarihine ve pek çok önemli döneme şahit olmuştur. 81 yıllık bu süreçte gazetecilerin, yazarların, politikacıların, aydınların devrimcilerin, yaşamlarına, hikayelerine gencecik isimlerin , yürek acıtan idamlarına , isyanlar ve isyanların bastırıldığı kanlı operasyonlara yakınen tanıklık etmiştir.

Başbakan Bülent Ecevit’ten, Osman Bölükbaşı’na, Nazım Hikmet’ten, Necip Fazıl’a, Deniz Gezmiş’ten, Muhsin Yazıcıoğlu’na hepimizin bildiği ve tanıdığı pek çok ismin yolu Ulucan’lardan geçmiştir.”

Ulucanlar müzesinin internet sitesi, bizi bu bozuk imlalı cümleler ile karşılıyor. Bu birkaç cümle, yan yana sayılan manidar isimler ve metnin genel havası bile zindandan bozma müzenin kepazeliğini göstermeye yetiyor aslında. Bir de bunun üzerine AKP’nin vitrin bakanı Ertuğrul Günay’ın Deniz Gezmiş ile dostluk hikayeleri ve ileri demokrasi masalları eklenince ortaya çıkan tablonun teşhire dahi ihtiyacı kalmıyor.

Projenin sanal dünyasında Proje Genel Koordinatörü ve Sanat Yönetmeni sıfatlı Deniz Yavuz’un veciz sözlerini de gözden kaçırmak mümkün değil: “Ulucanlar sahip olduğumuz özgürlüğün mücadelesini anlatıyor.” Sanki bir devrimin (!) ardından söylenmiş gibi duran bu cümleye Belediye Başkanı Veysel Tiryaki’nin tüccar edasıyla söylediği izlenimi yaratan şu sözleri eşlik ediyor: “Ulucanlar Cezaevi, yeni yüzü ile tüm ziyaretçilerine Türk siyasi hayatına dönük büyüleyici bir yolculuk sunuyor. Hoş sürprizlerin de olacağı Müze ve Kültür Sanat Merkezi’ne hem yurtiçi hem yurtdışından misafirlerimizi bekliyoruz.”

Bu romantik sanal yolculuğa son noktayı ise müzede bulunan kafenin tanıtım metni koyuyor: “Ulucanlar Cezaevi Müzesi’nin geçmişine yapacağınız duygulu bir yolculuğun ardından, kütüphane bölümünün içerisinde bulunan cafeterya’da bir mola verebilirsiniz.” Sitenin sağına soluna serpiştirilmiş cezaevi fotoğrafları, “basından” bölümünde yer alan katliam haberleri ise bu romantik atmosfer ile ahenk içinde sunuluyor sitenin takipçisine.

Gerçekten de “Deniz Hanım’ın” ve “Veysel Bey’in” hakkını teslim etmemek elde değil. Söyledikleri gibi proje cumhuriyet tarihine ışık tutuyor. Ama bu ışık ne yazık ki onların göstermek istediği gibi bugün “sahip olduğumuz” özgürlüğü değil devletin katliamcı yüzünü aydınlatıyor.

Basit gerçekler ve karışan kafalar

Basından öğrendiğimiz kadarıyla Ulucanlar müzesinin girişinde ziyaretçileri “meşhur” darağacı karşılıyor. Bakan Günay’ın bakmaya dayanamadığını söylediği darağacını biz Denizler’den, Necdetler’den, Erdallar’dan hatırlıyoruz. Onların kokuşmuş düzene karşı korkusuzca çıktıkları ve sloganlarını haykırdıkları darağacı bu. Ve onları katleden düzenin temsilcileri, kendi sandalyelerini tekmeleyen bu yiğit devrimciler üzerinden prim yapmak için utanmadan onların yanına üç-beş tane faşist katilin adını ekliyor. Diyorlar ki solcular da sağcılar da asıldı ama o günler artık geride kaldı.

Peki darağacına bakmaya dayanamayan Bakan Kürdistan’da her gün yaşanan katliamlara nasıl dayanıyor, ya da sokak ortasında yaşanan infazlara? 300 haftadır kayıplar için eylem yapanlara “terörist” diyen bir partinin bakanı nasıl olup da vicdandan bahsedebiliyor. Oysa gözyaşı döktüğü ve geçmişte iyi arkadaş oldukları yalanını söylediği Deniz Gezmiş’in son sözlerinde Kürt halkının özgürlüğünden bahsettiğini bilmeyen yok. Ya da Erdal Eren’i asan darbecilerin yargılanması yönünde neden adım atmıyor bu vicdanlı bakan?

Sonra zindanların müdavimlerine geliyor sıra. Nazım Hikmet, Ahmed Arif, Yılmaz Güney gibi sanatçılar sıralanırken araya Necip Fazıl gibi bir gericilik abidesi ekleniveriyor. Şiir denince Recep Tayyip Erdoğan’ın malum şiirinin de müzede yer aldığı hatırlatılıyor, siyaset denilince Muhsin Yazıcıoğlu faşisti yâd ediliyor. Bir yanda yazdıkları ve ürettikleri nedeniyle sürgün edilen, ömürlerini türlü zorluklarla ve memleket özlemiyle geçiren devrimci sanatçılar, diğer yanda haspelkader cezaevine girmiş üç beş tane soysuz. Biri türlü katliamlarla adı anılan Yazıcıoğlu, diğeri halen daha katletmeyi sürdüren Erdoğan…

Katliam koğuşlarındaki balmumu heykeller

Müze turu koğuşların, maltanın ve hamamın gezilmesiyle sürüyor. Koğuşlarda bulunan balmumu heykeller, “zindan” olarak adlandırılan tecrit hücreleri, hepsi ziyaretçileri bir cezaevi atmosferine sokabilmek için düşünülmüş. Üstelik ilerde “cüzi” bir ücret karşılığında 1 saatliğine bu hücrelere girmek ve “tutsaklık” yaşamak mümkün olacakmış.

Buraları gezerken asıl akıllara takılan ise kuşkusuz ki 26 Eylül 99’da yaşanan katliam oluyor. Balmumu heykeller ile “sevimli” hale getirilen 4. ve 5. koğuşları biz, çok değil daha 11 yıl önce devrimcilere yönelik gerçekleştirilen vahşi saldırı ile hatırlıyoruz. Çatıları delen katliamcıların ağır silahlarla açtığı ateş ile kevgire dönen duvarlar, sıkılan köpük ve atılan gaz bombaları nedeniyle kullanılamaz hale gelen koğuşlar halen hafızalarda.

Bugün gezi amaçlı açılan koğuşlara operasyondan sonra 10 gün boyunca gazdan dolayı girilememiş olması, hamam bölümünün insanlığın gördüğü en vahşi işkencelerin uygulandığı bir işkencehane olarak kullanılması ve tüm bu katliam boyunca 10 devrimcinin katledilmesi nedense (!) müzede kendisine önemli bir yer bulamamış.

Yine Ulucanlar’da kalan “ünlü” isimlerden bahsedilirken sıklıkla Ecevit’in adı anılıyor. Ecevit’in de siyasi görüşlerinden dolayı cezaevinde kaldığı anlatılarak kendisi onore edilmeye çalışılıyor. Oysa Ulucanlar katliamında Ecevit’in Başbakanlık yaptığı ve katliamda doğrudan rolü olduğu bilinen bir gerçek. Ancak yaratılmak istenen kafa karışıklığı, Ecevit ile katlettiği devrimcileri yan yana getirmeyi gerektiriyor.

Ulucanlar anılarda mı kaldı?

Ulucanlar’ın müze yapılmasının ardındaki niyetin hiç de bir belediye başkanının girişimci ruhu ile sınırlı olmadığı açık. Belki müze turuna dahil edilen hediyelik kalem, çakmak, kupa, t-shirt gibi ürünler ya da zindanda 1 saat geçirmek gibi aykırı fikirler projenin yürütücülerine ait olabilir. Ancak Ulucanlar’ın bugünkü haline getirilmesi çok daha kapsamlı bir hesabın sonucudur. 12 Eylül ile hesaplaşma adı altında referanduma giden ve iktidarını güçlendiren AKP Ulucanlar’ı müze yaparak sola ait değerlerin içini boşaltma ve ödenen bedelleri kendine yontma yönlü politikalarını uygulamayı sürdürmüştür. Bu vesileyle tüm olumsuzlukların geride kaldığı mesajı topluma verilmeye çalışılmaktadır.

Oysa bugün ne Ulucanlar gerçekten kapanmış, ne de devletin katliamcı politikalarında bir değişiklik olmuştur. Zindanlarda yaşanan zulüm bugün F tipleriyle birlikte ve tecrit biçiminde çok daha sistemli olarak sürmektedir. Devletin katliamcı yüzü ise her gün yeniden ortaya çıkmakta, sokakta dolaşan herhangi biri dahi keyfi biçimde katledilebilmektedir.

Bu koşullarda ilerici ve devrimci güçlerin böylesi popüler projelere prim vermeyerek cepheden tutum alması ve her fırsatta teşhir etmesi büyük önem taşımaktadır. Bugün bizler için ne 12 Eylül, ne katliamlar, ne de Ulucanlar geride kalmıştır. Tüm bunlar toplumun halen siyasal mücadelenin önemli gündemleridir. Özellikle Ulucanlar katliamının baş aktörlerinden olan Ali Öz’ün soruşturulmak bir yana katliamdan sonra terfi etmesi ve Hrant Dink başta olmak üzere yeni katliamlarla adının anılması bile devletin Ulucanlar’ı tarihe gömemeyeceğini ve onun halen daha yaşadığını anlatmaktadır.

Ulucanlar ya da bir başka tarihi mekan hangi müze maskesi ile kaplanmaya çalışılırsa çalışılsın, her zaman onun altında gerçek yüzü görmeyi sürdüreceğiz. Serpiştirilen balmumu heykellere rağmen 4. ve 5. koğuşu kurşunlara karşı direnen devrimci tutsaklar ile anacağız. Yapılan “restorasyon”a rağmen ağır silahların karşısında kevgire dönen duvarlarını unutmayacağız. Ve ne kadar boyanırsa boyansın Ulucanlar’ın duvarlarında yazılı “Kanla yazılan tarih silinmez” yazısını hatırlamaktan geri durmayacağız.

İster müzeye dönüştürün, ister yıkıp yeniden yapın; kanla yazılan tarih silinmez!

 

Alternatif bir müze turu…

Ulucanlar Merkez Kapalı Cezaevi Müzesi’ne hoş geldiniz. 1925 yılında inşa edilen cezaevi kapatıldığı 2006 yılına kadar 81 yıl boyunca katliamlarla ayakta duran Cumhuriyet’e önemli hizmetlerde bulunmuş, onun katliamcı yüzüne tanıklık etmiştir.

Daha 50’li yıllardan itibaren pek çok önemli devrimci bu zindana kapatılmış, Nazım Hikmet, Ahmed Arif, Yılmaz Güney gibi sanatçılar, toplumcu üretimlerinin bedelini bu zindanda ömürlerinin pek çok yılını harcayarak ödemişlerdir.

Burada gördüğünüz dar ağacı ise Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan gibi üç önemli devrimcinin idamına tanıklık etmiştir. Yakalandıktan sonra Ulucanlar’a getirilen THKO önderleri bu zindanda tutulmuş, yargı sürecinin ardından 6 Mayıs 1972 sabahı, apar topar darağacına çıkarılmışlardır. Devrimci önderler ölüme giderken dahi tereddüt etmemiş, son sözlerinde düzen güçlerini mahkûm etmekten geri durmamıştır.

Pek çok devrimci 70’li yıllar boyunca Ulucanlar zindanında kalmış, işkencehanelerini yaşamıştır. 12 Eylül askeri faşist darbesi ile birlikte ise Ulucanlar işkencehane ve infaz merkezi halini almıştır. Pek çok devrimci burada idam edilmiştir. Bunlardan Erdal Eren, gerek işlemediği bir suçtan ötürü usulsüzce yargılanması, gerekse 17 yaşında olması nedeniyle ayrı bir yerde durmaktadır.

Bir jandarmayı öldürdüğü gerekçesiyle tutuklanan ve 12 Eylül 1980 darbesinin ardından idam hükmü verilen Eren Mamak Askeri Cezaevi’nde türlü işkenceler altında yattıktan sonra idam edilmek için Ulucanlar’a getirilmiş ve tıpkı Deniz Gezmişler gibi ailesine dahi haber verilmeksizin katledilmiştir. Erdal Eren de tıpkı kendinden önceki devrimciler gibi ölümün üzerine kararlılıkla yürümüş, ölürken “Faşizme ölüm halka hürriyet” sloganını haykırmıştır.

Darbenin ardından da devrimci tutsaklar Ulucanlar zindanlarında kalmışlardır. Burada gördüğünüz 4. ve 5. koğuşlar ise ‘99 Eylül’ünde yaşanan katliamın mekanıdır. Bu koğuşlarda kalan devrimci tutsaklar kapasitenin üç katı gibi bir sayıda oldukları için cezaevi idaresinden ek koğuş talep etmişler ancak bu talepleri karşılanmamıştır. Bunun üzerine 7. koğuşun duvarını delerek buraya yerleşmişler ancak buna rağmen yönetim çözüme yönelik adım atmamış, aksine sayım almayı da durdurarak durumu daha da çözümsüz bir hale getirmiştir.

26 Eylül sabahı devletin eğitilmiş katilleri, Ali Öz ve Kemal Albayrak gibi jandarma komutanlarının kontrolünde tutsakların üzerine ağır silahlar ve gaz bombalarıyla saldırmıştır. Çatıyı da delen kolluk güçleri buradan içeriye köpük ve su sıkarken ağır silahlarla da tutsakların üzerine ateş açılmıştır. 4. koğuşun girişinden başlayan ateşin ardından koğuşa giren katil sürüleri tutsakları hamama götürmüş ve burada işkenceye başlamıştır. Bir işkencehaneye dönen hamamda özel olarak seçilen tutsaklar işkence ile katledilmişlerdir.

Yaşanan saldırı ve işkenceler sonucunda 10 devrimci tutsak katledilirken yüzlerce kişi de ağır biçimde yaralanmıştır. Yaşanan katliam öylesine büyüktür ki TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyeleri katliamın ardından otopsi görüntülerini izlemeye dahi dayanamamıştır. Yine katliamın gerçekleştiği koğuşlara gardiyanlar temizlik için 8 gün boyunca girememiş, 10. gün basına açılan 4. ve 5. koğuşta hala daha zehirli gazların tesirini gösterdiği görülmüştür.

Ulucanlar’a yönelik katliamın ardından ise hepsi biliniyor olmasına rağmen katiller hakkında herhangi bir yasal işlem yapılmamış, aksine katledilen devrimci tutsaklar suçlanmıştır.

Ulucanlar zindanı 2006 itibariyle kapatılmıştır. Ancak cezaevlerinde tecrit, zulüm ve işkence hiçbir biçimde durmamıştır. Aksine F tipleriyle birlikte çok daha sistematik bir hal alan işkence, bugün artık ülkenin dört bir yanında uygulanmaktadır.