7 Ocak 2011
Sayı: SİKB 2011/01

 Kızıl Bayrak'tan
Kürt sorununda inkarcı politikada ısrar sürüyor!
2011 Kürt sorununda
çetin bir mücadele yılı olacak!
Türk-İş’in “torba”sından ihanet çıktı!
Kılıçdaroğlu’nun
yeni yıl ikiyüzlülüğü
Petro-kimya işçileri direniyor.
MESS Grup Tis sürecinde
greve doğru
“Birleşmek ve
örgütlenmek gerek!”
“Kendi sınıfımızın
mücadelesini verelim!”
Teklif reddedildi
eylemler sürüyor..
PTT’de işçi kıyımına karşı direniş!
Patronların saldırılarına karşı tek yol direniş!
Büyük madenci
yürüyüşü 20. yılında...
Kampanya çalışması
üzerine notlar.
Öğrenci gençliğe yine polis terörü
OMÜ’de soruşturma-ceza terörü
Öğrenci forumlarında
mücadele tartışıldı..
Mutlu gözdağı verdi
Ulucanlar’dan müze
yapma kepazeliği
Bolivyalı işçi ve emekçilerin mücadele geleneği sürüyor
Katledilişlerinin 92. yılında Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’i saygıyla
2010 yılında emekçi kadınlar.
Kadın emekçilerin
hakları da ‘torba yasa’da!..
4 Ocak ‘96 Ümraniye: Bir kez daha katliam ve direniş
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Büyük madenci yürüyüşü 20. yılında...

İşçi sınıfına ışık tutmaya devam ediyor!

Türkiye işçi sınıfı tarihinin en önemli ve güçlü eylemlerinden olan Zonguldak maden işçilerinin büyük yürüyüşü 20. yılında. Maden işçileri 20 yıl önce, 4 Ocak 1991 günü başlattıkları yürüyüşle ülkeyi sarsmış, sermaye iktidarı ve uşaklarının korkularını büyütmüştü. 4. gününde, 8 Ocak günü sendikal ihanete uğrayarak bitirilen bu büyük işçi eylemi aradan geçen bunca yıla rağmen işçi sınıfının yoluna ışık tutmaya devam ediyor.

Patlamanın kaynakları

Maden işçilerinin büyük yürüyüşü 1990 yılının ikinci yarısında başlayan TİS görüşmelerinin tıkanmasıyla çıkılan grevin ilerleyen aşamasında gündeme geldi. Hükümetin taleplerine yanıt vermemesi ve madenlerin kambur olduğu yolunda kara bir propagandaya girişmesi üzerine, maden işçileri Ankara yürüyüşünü başlattılar.

Ancak bunlar yüzeydeki nedenlerdi. Daha geride ise sınıf mücadelesinin on yıllara yayılan mücadele birikimleri yatıyordu. Madencilerin bu büyük eylemi, 12 Eylül darbesiyle ücretleri eritilen ve hakları elinden alınan işçi sınıfının birikmiş öfkesinin patlamasıydı. Daha doğrusu bu patlamanın doruğuydu. Çünkü işçi sınıfı 12 Eylül karanlığını ‘87 bahar eylemleriyle birlikte yırtmış, bu yoldan giderek çapı ve derinliği büyüyen bir hareketlilik içerisine girmişti. Öyle ki genel grev istemi güçlü bir biçimde ortaya konulmaktaydı. Ayrıca taban örgütlülükleri bakımından güçlü bir durumda olan işçi sınıfı içerisinde, mücadele içerisinde yetişmiş yüzü sosyalizme dönük bir öncü kuşak da vardı.

İşte tüm bu birikim üzerine yükselen büyük madenci grevi, işçi sınıfı hareketinin doruk noktası oldu. Ekonomik hakları uğruna Ankara yoluna dökülen maden işçileri hem işçi sınıfının ileri bir bölüğüydü, hem de eylemleri politik bir düzeyi zorluyordu. Bunun için de sermaye devleti ve sendikal uşakları tarafından elbirliğiyle yoğun bir çaba ve çeşitli manevralar sonucunda bitirildi.

TİS süreci greve evriliyor

Maden işçilerinin TİS süreci kamu işyerlerini kapsayan grup TİS sürecinin bir parçasıydı. Yıl ortasında başlayan bu süreç için TİS kapsamında bulunan işyerlerinde örgütlü sendikalardan bir alt komisyon oluşturulmuştu. Komisyonda Genel Maden-İş, Teksif, Petrol-İş, Selüloz-İş ve Hava-İş sendikaları bulunuyordu. Bu komisyonun hükümetle temmuz ayından itibaren başlattığı görüşmelerden herhangi bir sonuç alınamadı. Sendikaların TİS teklifinde aylık ücretin net 2,5 milyona, asgari yevmiyenin ise 85 bine çıkarılması talep ediliyordu. Ancak hükümet bu teklifi kesin biçimde reddetti.

Ekim ayı sonuna kadar devam eden toplantılardan herhangi bir sonuç alınamadı ve süreç grev aşamasına geldi. Bu aşamada madenciler Genel Maden-İş kurultayında grev kararını aldılar. Karara göre grev 30 Kasım 1990’da başlayacaktı.

Grev kararının alınması üzerine dönemin ANAP hükümeti başta olmak üzere düzen cephesinden gerici tepkiler yükseldi. Madenlerin kar etmediği, toptan kapatılmasının daha iyi olacağı yönünde gerici bir propaganda yapılarak grevin yararsız olduğu yönünde mesajlar verildi. Maden işçilerinin grev kararlılığını sürdürmesi üzerine ise hükümet, 4 Aralık’ta başlamak üzere lokavt kararı aldı. Ayrıca grev başlamadan hemen önce Zonguldak’a asker ve polis yığınağı yapıldı. Böylelikle işçiler yıldırılmaya çalışıldı.

Grev başlıyor...

Baskı ve tehditlere rağmen 30 Kasım 1990’da grev başladı. Bu ilk günde Türk-İş üst yönetimi maden işçilerini yalnız bırakarak tutumunu ortaya koyarken Genel Maden-İş Sendikası (GMİS) Genel Başkanı Şemsi Denizer ise şöyle konuşuyordu: Biz madenciler olarak ilk kıvılcımı çaktık. Grevimiz tarihin en büyük grevlerinden biridir. Biz üretmiyoruz, Türkiye işçi sınıfı da üretmesin.

Ancak Şemsi Denizer bu sözlerin hemen arkasından ise işçileri evlerine gitmeye ve kendilerinden haber beklemeye çağırdı. Denizer böylelikle tüm süreç boyunca olduğu gibi, bir adımını ileriye atarken iki adım da geriye atıyordu. Çünkü gerçekte tabandan yükselen büyük dalganın önünde sürükleniyor, önden gitmek zorunda kalıyordu. Denizer böylelikle Mengen’e kadar gidecek, ancak burada inisiyatifi ele geçirecek ve sermaye iktidarıyla işbirliği içerisinde madencileri geri çevirecekti.

Grevin ilk gününde ise Denizer’in kendilerini evlerine göndermek istemesine rağmen işçiler, onu dinlemediler. Öncü işçilerin de yönlendirmeleriyle sendikanın önüne yığıldılar. Coşkulu sloganlarıyla kent merkezini inlettiler. Denizer’e de, cadde ve sokakları dolduran maden işçilerine mücadeleden yana konuşma yapmaktan başka bir seçenek kalmamıştı. Maden işçilerinin sendika yönetimine rağmen yaptığı bu çıkış, sürecin bundan sonraki seyrini de tayin edecekti.

İşçi sınıfının kalbi Zonguldak’ta attı

Birkaç gün sonra maden işçileri adeta kent merkezini mesken tutmuştu. Binlerce işçi ve onlara destek veren halk, kent merkezinin bir ucundan diğer ucuna yürüyüşler yapıyor, sloganlarını haykırıyordu. Polis başlangıçta engel olmaya çalışsa da işçiler karşısında çaresiz kaldı.

Her gün tekrar eden bu eylemler, gün geçtikçe daha da büyüdü. Sokaklardaki kitle diğer işçi grupları ve emekçilerin katılımıyla artarak 70 bini bulmuştu. Bu arada esnaf da kepenk kapatarak madencilere destek sunuyordu. Liseli öğrenciler okullarından çıkıp eylemlere katılıyorlardı.

Yapılan eylemlere ülkenin birçok yerinden gelen işçiler, emekçiler, öğrenciler, aydınlar ve sanatçılar da katılıyorlardı. Ayrıca birçok kentte madencilerle dayanışma gösterileri yapılıyordu.

Madenci grevinin etkisi Türkiye’nin sınırlarını da aştı. Çeşitli ülkelerde dayanışma kampanyaları başlatılırken, destek eylemleri de gerçekleştirildi. Örneğin Güney Afrika başta olmak üzere çeşitli ülkelerden kömür ve liman işçileri Türkiye’ye gelecek kömürlerin yükleme işini durdurdular.

Grev yürüyüşe dönüştü

Grevin büyük ses getirmesi ve sınıfın geniş desteğini alması nedeniyle Türk-İş de 3 Ocak 1991 tarihinde uygulanmak üzere genel grev kararı almak zorunda kaldı. Ancak bu karar sonuca gitmek için yeterli değildi. Göstermelik bir eylem olarak kalıyordu. Bu nedenle maden işçileri de Ankara’ya yürüme kararını aldılar ve hazırlıklara başladılar. 3 Ocak’taki genel greve rağmen hükümet taleplerini kabul etmezse 4 Ocak günü yürüyüşe başlayacaklarını ilan ettiler.

Hükümet ise GMİS üzerindeki baskılarını arttırarak yürüyüşü durdurmaya çalışmaktaydı. Ancak artık ok yaydan çıkmıştı. Denizer’in maden işçilerinin önünde durması mümkün değildi. Bu nedenle son gece yürüyüşe engel olmaya çalışsa da başaramadı. Maden işçileri Ankara’ya yürümekte kararlıydılar.

Ankara yürüyüşü için yapılan planlama bir süre yüründükten sonra otobüslerle devam etmek biçimindeydi. Ancak devletin otobüslere engel olması üzerine, yollara dökülerek yürüyüşe geçtiler.

Büyük işçi seli Ankara’ya akıyor

“Ölmek var dönmek yok”, “Yolumuz Ankara, hedefimiz Çankaya” sloganlarıyla yürüyen işçilere destek çığ gibi büyüdü. İşçilerin aileleriyle birlikte yöre halkı da yürüyüşe katılıyordu. Sadece bu kadarla da kalmadı. Ülkenin birçok köşesinden gelen işçiler, emekçiler, aydınlar, sanatçılar ve gençler de yürüyüş kortejinde yerlerini aldılar. Böylelikle 100 bin kişilik bir yürüyüş korteji oluştu.

Sermaye devleti de bu büyük işçi seli karşısında büyük bir korkuya kapıldı. Bu nedenle Çankaya Köşkü’nün çevresi dikenli tellerle çevrilirken, Ankara’daki güvenlik önlemleri üst düzeye çıkarıldı. İşçileri engellemek için ise ilk barikat Devrek yolunda kuruldu. Ancak bu barikat kolaylıkla aşıldı.

Yürüyüş kolu ilk günün akşamında Devrek’e vardı. Devrek halkı yürüyüşçüleri bağrına bastı. Evini açtı, yiyeceğini paylaştı. Öyle ki gece tek bir kişi dahi dışarıda kalmadı.

Ertesi gün sabah erkenden kortejler oluşturularak yürüyüş kolu yeniden yola koyuldu. Bu arada Şemsi Denizer ise hükümetin isteği üzerine görüşmelerde bulunmak için işçilerden habersiz olarak Bolu’ya gitmişti.

Fakat işçiler disiplinli ve coşkulu yürüyüşlerini sürdürdüler. Yürüyenlerin sayısı ikinci gün yeni katılımlarla daha da artmıştı. Bu arada da devlet de yürüyüş kolunun önüne bu kez Dorukhan Tüneli’nde askerlerden oluşan ikinci barikatını kurdu. Barikatın kurulduğu haberi işçiler arasında dalga dalga yayılırken coşku ve kararlılığı daha da arttırdı. Bu büyük ve kararlı insan seli karşısında, barikatlar açıldı, yürüyüş devam etti.

İhanet ağlarını örüyor...

Bu arada da Bolu’daki Denizer’den “görüşmeler bitene kadar Mengen’de bekleyin” mesajı geldi. Bunun üzerine işçiler de Mengen’de beklemeye geçtiler. Ancak bir süre sonra dönen Denizer ortada herhangi bir sonucun olmadığını, hükümetin geri adım atmadığını, görüşmek için dahi yürüyüşün bitirilmesi şartını koyduğunu açıkladı. Bu, işçilerin öfkesini daha da büyüttü. Ama yine de Denizer büyük ölçüde inisiyatifi almış ve yürüyüşü Mengen’de durdurmayı başarmıştı.

Bu aşamadan sonra ise adım adım direnişi bitirmek üzere manevralara başvurdu. Önce yürüyüş komitesinde yer alan işçilerle bir toplantı yaptı. Bu arada işçiler de bekleyişlerini sürdürüyor, kararlılıklarını, “ölmek var, dönmek yok!”, “gemileri yaktık, geri dönüş yok!” gibi sloganlarla dile getiriyorlardı. Toplantı sonrasında işçilere seslenerek kararı yarına bıraktıklarını duyururken provakatör edebiyatı yapmayı da ihmal etmedi.

İşçiler o geceyi kış sokağında Mengen’de geçirirken, devletse bölgeye büyük bir askeri yığınak yapıyordu.

Mengen’de barikat...

İşçiler yine de 6 Ocak günü yürüyüşlerine devam ettiler. 12 kilometre kadar yürüdükten sonra ise karşılarında devasa ölçülerde bir barikat buldular. Barikat, buldozerler, iş makinaları, panzerler ile desteklenmiş bir asker ve polis ordusuyla örülmüştü. Bunun üzerine işçiler, aşamadıkları barikatın 50 metre kadar önünde beklemeye başladılar. Böylelikle geceyi geçirdiler. Ancak devlet de boş durmadı. Sabaha doğru çoğu öncü işçilerden olmak üzere 201 işçiyi uykudayken gözaltına aldı. Durumu öğrenen işçiler büyük bir öfkeye kapıldılar. Ancak Denizer ve ekibi işçileri harekete geçmekten alıkoydu.

Aynı gün Türk-İş’e bağlı bazı sendikaların başkanlarıyla bir toplantı yaptı. Toplantı sırasında Çalışma Bakanı, Denizer’i arayarak ertesi gün Ankara’da görüşmeye davet etti. Bunun üzerine toplantıda “işçilerle konuşup onları geri dönmeye ikna etme” kararı alındı.

Nitekim 8 Ocak günü Denizer Mengen Belediyesi binasından işçilere hitap ederek işçileri evlerine geri dönmeye çağıran bir konuşma yaptı. Konuşmasında “Yürüyüş eylemi bitmiştir. Sizler Zonguldak’a dönüyorsunuz” diyen Denizer, “gemileri yaktık geri dönüş yok” sloganı atan işçileri de “Kışkırtıcılar seslerini kessin” diyerek susturmaya çalıştı.

Denizer amacına ulaşmıştı. İşçiler ikna olmasalar da kabul etmek zorunda kaldılar. Hüngür hüngür ağlayarak şaşkınlık içerisinde otobüslere doldurulup Zonguldak’a gönderildiler.

Büyük yürüyüş sona ermişti. Madenci fırtınası dinmişti.

Sermaye devleti karşı saldırıya geçti

Denizer ise görüşmeleri sürdürmek üzere Ankara’ya gitti. Ancak bu görüşmelerden herhangi bir sonuç çıkmadı. Hükümet bundan sonra süreci sürüncemeye bıraktı. Bu arada da Körfez savaşı başlamıştı. Sermaye iktidarı 25 Ocak günü önce MESS grup TİS sürecinde grevde bulunan 90 bin metal işçisini kapsayan sözleşmeyi sonuçlandırdı. Ardından ise “milli güvenlik” bahanesiyle tüm grevleri yasakladı. Böylelikle maden işçilerinin de içerisinde olduğu toplam 120 bin işçiyi kapsayan grevler bitirilmiş oldu. Türk-İş ile birlikte GMİS yönetimi de bu saldırıyı sineye çekti. Sonuçta maden işçileriyle ilgili TİS 6 Şubat günü imzalanırken, hükümet greve neden olan kendi teklifini de geri çekerek daha da geri şartlarda bir sözleşmeyi kabul ettirdi.

Ancak bu sonuç işilerin maddi kayıplarının ötesinde daha ağır bir faturaya dönüştü. Çünkü böylelikle ‘87’den itibaren yükselişe geçen ve madenci yürüyüşüyle doruk noktasına ulaşan işçi hareketi kırılmış oldu. Mengen barikatından dönüş bu kırılmanın başlangıç noktasını oluşturmuştu. İşçi hareketi düzenin koyduğu barikatları ve esasında ise sendikal bürokrasi engelini aşabilecek bir örgütlenme düzeyini ortaya çıkaramadığı ölçüde yenilmişti. Bu noktadan sonra ise siyasal-moral üstünlük ve inisiyatif sermaye devletine geçti. O da bu üstünlüğünü sonuna kadar kullanacaktı. Bu nedenle grevleri yasakladıktan sonra işçi hareketinin ileri-öncü kuşaklarını tasfiyeye yöneldi. Yüzbinlerce işçi işten atıldı.

Maden işçileri yol göstermeye devam ediyor!

İşçi hareketi bu büyük kırılmadan sonra büyük bir gerileme yaşadı ve saflarında büyük dağılmalar ve boşluklar ortaya çıktı. Bu koşullarda ise sendikal bürokrasi sendikalar üzerindeki egemenliğini pekiştirirken, işçi hareketi üzerindeki kontrolünü sağlamlaştırdı. Böylelikle de daha kapsamlı hak gasplarının yolu da açılmış oldu. Bugün işçi sınıfının çektiği katmerli sömürü ve kölelik düzeninin oluşturulması da ancak böylelikle mümkün olabildi.

İşçi hareketinin tarihinde böylesi özel bir yeri olan maden işçilerinin büyük yürüyüşü, diğer taraftan yenilmiş olsa dahi, büyük ve şanlı bir işçi eylemi olarak tarihteki yerini aldı. İşçi sınıfı bu eyleme baktığında hem büyük gücünü, hem de aşması gereken engelleri gördü. Bu nedenle üzerinden 20 yıl geçse de büyük madenci yürüyüşü işçi sınıfına ışık tutmaya devam ediyor. İşçi sınıfı sermaye iktidarı ve uşaklarından kurtulabilmek için bu yoldan ilerlemeli ve maden işçilerinin yarım bıraktığı işi tamamlamalıdır.