26 Şubat 2010
Sayı: SİKB 2010/09

 Kızıl Bayrak'tan
İhanet ve teslimiyet engelini aşarak ilerleyelim!
TEKEL’de direniş kazanacak!
TÜSİAD şeflerinin derdi
Amerikancı düzenin bekasıdır!
Hiçbir demagoji katliamcı kimliğinizi gizleyemez!
TEKEL’de direniş günlüğü
Binlerce emekçi Ankara’da tek el-tek yumruk oldu!
TEKEL direnişiyle dayanışma eylem ve etkinlikleri
Metal işçilerinden
TEKEL direnişiyle dayanışma
Aka Deri direnişçisi ile
direniş süreci üzerine konuştuk...
Sendikalardan madenci katliamına tepkiler
İşçi ve emekçi hareketinden...
TKİP III. Kongresi
Kapanış Konuşması...
8 Mart ve sendikaların tutumu
8 Mart’ı sınıfsal ve tarihsel özüne uygun kutlamak için
Gençliğin TEKEL çalışmalarından..
İstanbul’da öğrencilerden
TEKEL’e destek eylemi
Ege’de TEKEL işçileri
öğrencilerle buluştu.
IG Metal ve SI temsilcileri ile TEKEL direnişi üzerine konuştuk...
Avrupa’dan TEKEL direnişiyle dayanışma eylemleri.
Dünyadan işçi ve emekçi eylemleri.
Suç dosyaları kabaran işgalci güçlerin kaçışı başladı...
Özel Savaş Mahkemeleri…- M. Can Yüce
Hasta tutsaklara özgürlük!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Düzen içi çatışma yargı üzerinden derinleşerek sürüyor...

Bir süredir ordu ve hükümet arasında şiddetini arttıran düzen içi çatışma Erzincan-Erzurum-Ankara hattında yargı üzerinden yaşanan gerginliklerle bir rejim krizi olarak gündemin ön sıralarına yerleşti. Bu kriz üzerinden “yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı” tartışmaları tekrar gündeme geldi.

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HYSK)“Hükümetin yargıya müdahale ettiği” gerekçesiyle sesini yükseltirken, hükümet cephesi de“Yüksek yargı kurumlarının yargıya müdahale ettiğini” öne sürdü. Hükümet cephesinin hayli sert açıklamalarına karşılık yüksek yargı kurumlarının başkanları da sert açıklamalar yaptılar, hükümetin hedefe koyduğu HSYK’yı ziyaret ederek “kararlılıklarını” sergilediler.

CHP lideri Baykal ise yüksek yargı mensuplarına destek vermekle kalmadı, olağanüstü yetkili savcıların ve mahkemelerin Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin devamı olduğunu öne sürerek kaldırılmasını istedi. Cumhurbaşkanı Gül de, gelişmelerin vahameti karşısında, “AB kriterleri çerçevesinde acil bir yargı reformu” talep etti.

Son aylarda hükümet, “yargı bağımsızlığının olmadığı”nı ya da “yüksek yargı organlarının hükümete yönelik muhalefeti”ni öne sürerek, yargıya daha kolay müdahale edebileceği bir “yargı reformu” istiyor. Bugün özellikle özel yetkili savcıları kullanarak yargı alanında bir hesaplaşma yürütüyor. Son günlerde yaşanan bu “yargı krizi”ni düzen içi hesaplaşmanın bir uzantısı olarak görmek gerekiyor.

“Yargı bağımsızlığı”nı dilinden düşürmeyen her iki burjuva kamp da kendi ihtiyaçları doğrultusunda yargıya müdahale etmektedirler. Bu yeni bir durum değildir, yıllardır böyledir. 12 Eylül generalleri, devlet aygıtını tahkim ederken, her alanda “egemen” olma anlayışıyla hareket etmişler, yargı da bu alanlardan biri olmuştur. Yargı, iktidar mücadelesinde “karşı taraf”a kaptırılmaması gereken en önemli mevzilerden biridir.

AKP, 12 Eylül karşı-devriminin burjuvazinin çıkarları doğrultusunda tahkim ettiği faşist devlet yapısını değiştirmeden, sermaye iktidarı olmanın sağladığı olanakları alabildiğine kullanmak istemektedir. Bu çerçevede son derece kararlı bir duruş sergilemektedir. Kadrolaşarak, “yargıda reform” gerçekleştirerek yargıyı denetimine alma politikası ile, iktidar mücadelesinde kendi konumunu sağlamlaştırmaya çalışmaktadır.

Kuşkusuz AKP hükümetinin politikaları, temel dayanağı olan emperyalist güçlerin ve işbirlikçi burjuvazinin amaçlarından bağımsız değerlendirilemez. ABD’nin Türkiye’ye “Ilımlı İslam modeli” rolü verdiği biliniyor. “İslamcı kadrolaşma” da bu gelişmeden bağımsız değildir. AKP kadrolaşma yoluyla düzen kurumlarını bu doğrultuda yeniden şekillendirmek istiyor. Ordu ise tüm bu gelişmelere ABD’ye rağmen tavır alma gücüne sahip olmadığını göstermiş bulunuyor.

Yargı kurumlarındaki AKP kadrolaşması, diğer alanlardaki düzenlemelerin de önünü temizlemeyi kolaylaştıracak, ordu eksenli düzen kliğine en büyük darbe bu alanda olacaktır. Bunun bilincinde olan yüksek yargı kurumlarının da içinde olduğu ordu eksenli düzen cephesi buna karşı şiddetli bir direnç göstermektedir.

Yaşanan bir iç iktidar dalaşı olduğu için, her iki burjuva kampın da kendi yaklaşımını haklı gösterme amaçlı öne sürdüğü gerekçeler gerçeği yansıtmıyor, sadece ideolojik bir örtü olma işlevini yerine getiriyor. Gerçekleri saptırarak işçi ve emekçi kitleleri kendilerine yedeklemeyi amaçlıyor.

Burjuva düzende “yargının bağımsızlığı” koskoca bir yalandır. Örneğin bugün “yargının bağımsızlığı”nı dillerinden düşürmeyenler, Genelkurmay’ın yargıya müdahalelerine hiçbir zaman seslerini çıkarmamış, kaba müdahalelerini hep bir emir olarak algılamışlardır. Yargıtay-MİT ilişkisi dillere destan olmuştur. Düzene muhalif güçleri sindirme amaçlı davalarda polisten MİT’e ve jandarmaya kadar açık ve kaba müdahalelere hiçbir itiraz etmemişlerdir. Aldıkları emirler doğrultusunda, burjuva hukukun güdük yasalarını bile bir yana bırakarak hareket etmeyi tercih etmişlerdir. Bu ülkede yıllardır iddianameler polis fezlekeleri üzerinden hazırlanmakta, verilen tüm kararlar da en üst yargı kurumu tarafından onaylanmaktadır.

Sermaye sınıfı ve onun devletinin çıkarlarını temel alan yargı kurumları için “hukuk”, “adalet”, “yargının bağımsızlığı” vb. kavramlar, gerçeklerin üstünü örtmeye yarayan içi boş kavramlardan ibarettir. Burjuva düzenin hukuku da, yargı kurumları da her zaman bu düzenin bekası içindir, onun ihtiyaçları doğrultusunda hareket eder. İşçi sınıfı ve emekçi kitleler sermaye sınıfına karşı mücadeleye girdiğinde, karşısına sadece bu düzenin kolluk güçleri değil, binbir yasakla dolu yasaları da çıkar. Kağıt üzerinde yazılı olmanın ötesine geçemeyen kimi güdük yasaların ise pratikte hiçbir hükmü olmadığı görülür.

Yargı etrafında dönen tartışmalar burjuva düzenin ikiyüzlülüğünü, onun hukukunun çürümüşlüğünü bir kez daha gözler önüne sermektedir. “Darbe planlayan paşalar”ı gözaltına alanların, Anayasayı ortadan kaldıran darbeci paşaların kılına bile dokunmadıklarını, bunun tartışmasını bile yapmadıklarını biliyoruz. Öte yandan, düzen değişikliği isteyen devrimcileri, işçi ve emekçileri isyana teşvikten ömür boyu hapisle cezalandırabiliyor. Kürt çocuklarına taş attıkları bahanesiyle yıllarca hapis cezası veriliyor. Sömürüye, baskıya ve eşitsizliğe karşı çıkan her birey suç işlemiş sayılıyor. Haksız ve kirli savaşlarda insan kanı dökmek istemeyenler suçlu ilan ediliyor, vb…

Burjuva yargı kurumlarının varlık nedeni sermaye düzenini korumaktır. Bu düzene karşı mücadele edenleri cezalandırmak, böylece işçi ve emekçileri sindirerek düzene boyun eğdirmektir. Burjuva yargı kurumları, sadece işçi ve emekçileri sefalet batağına sürükleyen kölelik yasalarının onaylayarak düşmanlık yapmakla yetinmiyor, işçi ve emekçilerin kurtuluşu için mücadele eden devrimcileri, kendi yasalarını dahi çiğneyerek en ağır bir biçimde cezalandırıyorlar. Düzen klikleri arasındaki çatışmada ise, hukuksal kimliklerini bir tarafa atıp, hizmetinde oldukları düzen kliğinin istemleri doğrultusunda kararlar alıyorlar.

Dolayısıyla, işçiler ve emekçiler çatışan düzen güçlerinden birinden yana taraf olamazlar. “Laik” maskeli ordu cephesi de, “demokrasi” maskeli hükümet cephesi de zerrece ilerici bir yan taşımamaktadır.

Bugün kıyasıya bir dalaşmaya tutuşmuş her iki düzen kliği de, kullandıkları kavramlar ve savunur gözüktükleri değerlerle, düzen içinde kendi konumlarını korumak ve güçlendirmek istiyorlar. Yargı üzerinden yaşananların gerisinde bu vardır, bu düzende “bağımsız yargı” yalnızca bir safsatadır.