03 Eylül 2010
Sayı: SİKB 2010/35

 Kızıl Bayrak'tan
İşçi sınıfı ayak bağlarından kurtulmaksızın sınıf mücadelesinde
yol alamaz!
Orduda resmi çizgi devam ederken
rejim krizi derinleşiyor!
Kürt halkının özgürlük ve eşitlik
istemleri boğulamaz!
BDSP’nin referandum seminerleri
devam etti..
Metal İşçileri Birliği MYK Eylül ayı toplantısı sonuçları
BETESAN’da direniş
dayanışmayla büyüyor!.
UPS direnişiyle uluslararası
dayanışma büyüyor
Direnişçi UPS işçileri
eğitim seminerinde buluştu
Toplu görüşme oyunu sona erdi..
İşçi ve emekçi hareketinden.
12 Eylül’ün hesabını
işçi ve emekçiler soracak!
Eyvah; Lenin de
boykota karşıymış!
Devleti aklamanın yeni hamlesi: Ergenekon’dan sonra Cemaat!.
Güney Afrika kapitalizminin konsolidasyonu ve işçi hareketi
Güney Afrika Cumhuriyeti’nde
kitlesel militan grev!
UPS’de sendika düşmanlığı tüm dünyada protesto edildi..
“Yok olup gitsinler!”
Rize’de su boşa değil felakete aktı
Tacizciye terfi,
tacize uğrayana ceza!..
Dünya Barış Günü, TC ve Kürdistan
M. Can Yüce
“Hasta tutsaklar
serbest bırakılmasın”
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Hayal kırıklığından yeniden isyana...

Güney Afrika kapitalizminin konsolidasyonu ve işçi hareketi

Volkan Yaraşır

2010 yılının Temmuz ayının ortasında başlayan 1 milyon kamu emekçisinin grevi Güney Afrika’da işçi hareketinin yeni bir döneme girişini işaretledi. Apartheid sonrası işçi sınıfının gerçekleştirdiği en büyük eylem olan bu gelişme, sınıfın uzun süreden beri yaşadığı ataleti ve demoralizasyonu kırma potansiyeli taşıyor.

1994’te ANC (Afrika Ulusal Kongresi), SACP (Güney Afrika Komünist Partisi) ve COSATU (Güney Afrika İşçi Sendikaları Kongresi) ittifakıyla apartheid rejimi yıkıldı. Rejimin yıkılışı sermaye iktidarına ve düzenine karşı bir tutum içermedi. Yarım asırdan fazla devrede olan Apartheid rejiminin Güney Afrika kapitalizminin gelişme dinamiklerini engelleyici bir içeriğe bürünmesi ve yarattığı sınıfsal ve toplumsal kutuplaşma kapitalizmin geleceğini riske sokmaktaydı. 1994’le başlayan yeni süreç kapitalizmin rektifikasyonunu içeren bir dizi “reformu” beraberinde getirdi.

Üçlü ittifakın iktidara gelişi bu konjonktürde oldu. Özellikle işçi hareketinin ehlileştirilmesi ve sistemin yeni revizyonlarla konsolide edilmesi yönünde önemli adımlar atıldı. Yaşanan konjonktür aslında bir dizi radikal olanağı içinde barındırmaktaydı. Aşağıdan gelme ihtimali olan devrim, yukarıdan müdahale ve politik iktidar değişikliğiyle hem kontrol edildi, hem de içeriği hızla boşaltıldı.

Bunun temel nedeni işçi hareketinin bağımsız, birleşik ve politik güç olarak devrede olamayışıydı. Aslında Güney Afrika işçi hareketi tarihi boyunca önemli örgütsel yapılanmalar yarattı. FOSATU ve özellikle COSATU gibi bağımsız sendikal örgütlenmeler kurdu. Bunlar, apartheide karşı mücadelenin ekseninde yer aldı. Ama bu birikimlerin bütünü kapitalizmi yıkma hedefinden uzaktı. Bunun hem ideolojik-politik boyutu, hem de politik-pratik nedenleri vardı. SACP, dünyanın en eski komünist partilerinden biri olmasına rağmen, uzun yıllar pro-sovyetik çizgide yer alışı önündeki en önemli engeldi. Ülke özgülünü kavramaktan ve sınıf hareketini toplumsal devrimle bütünleştirmekten yoksundu. Sovyetler Birliği’nde yaşanan büyük çöküş, partiyi ciddi derecede sarstı. Her şeye rağmen bir düzeyde örgütsel varlığını sürdürdü. Burjuva demokrasisi partinin siyasal ufkunu oluşturdu. Hızla sol-sosyal demokrat bir çizgiye kaydı. Özellikle iktidar ortağı olma ve kendisinin de onayladığı radikal neoliberal politikalar partiyi iyice çürüttü. Bazı iç ayrılıklar bu çürümenin dışavurumu olarak şekillendi.

1994’te finans kapitalin, olası devrim tehdidine ve kapitalist rasyonellere uygun olarak attığı adımların yarattığı anafor içinde, devrimci karakterini uzun yıllardan beri yitirmiş SACP kayboldu. Aynı akıbete COSATU’da uğradı. ANC ise zaten çok sınıflı görünümüyle sisteme hızla entegre oldu. Özellikle COSATU’nun siyasal iktidarla ortak çalışması ve tabi oluşu, sınıfın devrimci kimyasını bozucu sonuçlar doğurdu. Reformun öldüren cazibesi, sınıfı bloke etti. Bu aşamadan sonra ANC hükümetinin neoliberal politikaları hayata geçirmesi kolaylaştı. Sınıfın ehlileştirilmesi yönünde bir dizi önlem alındı.

İşçi sınıfının ANC hükümetini kendi iktidarı olarak görme yanılsaması, iktidara neoliberal politikaları rahatça uygulama şansı verdi. İşçi sınıfı müthiş bir hayal kırıklığı içine düştü. Demoralize oldu. Radikal neoliberal politikalar bu şaşkınlık ve demoralizasyon üzerinden -yeniden yapılanma adıyla- kolayca hayata geçirildi.

Bir dönem apartheid rejimine karşı net bir duruş sergileyen COSATU, ittifak içinde olduğu ANC iktidarı karşısında etkisizleşti ve izlenen politikalara sessiz kaldı.

1996 yılında yürürlüğe konan yeni çalışma yasası işçi sınıfının haklarını genişleten bir mahiyet taşıdı. Ancak yine aynı yasa bir sosyal konsensüsü hedeflemekteydi. Güney Afrika kapitalizminin küresel rekabette daha etkin olmasını sağlayacak, sermayeyle emeğin bir konsensüs çerçevesinde hareket etmesini amaçlayan yasal bir düzenleme olarak dikkat çekti. Yasa kapitalist rektifikasyon adımlarından biri olarak işlev gördü. Yine 1996’da onaylanan, son derece “demokratik” bir içeriğe sahip yeni anayasa, kapitalist rasyonalizasyonun ve rektifikasyonun hukuksal ifadesi oldu1. Aynı dönem Dünya Bankası’yla “yapısal uyum” anlaşmaları imzalandı ve neoliberal politikalar radikal bir şekilde hayata geçirilmeye başlandı. Çok kısa bir zamanda 15 bin işçi işten atıldı. Özelleştirmeler ve taşeronlaştırmalar sonucunda 100 bin işçi hak kayıplarına uğradı.

ANC hükümetinin sınırları burjuva demokratik içerikteydi. Programını da bu çerçevede oluşturdu. Hükümet, başta COSATU ve diğer sendikalara sosyal konsensüse uyumlu hareket etmeyi dayattı. Büyük yanılsama ve sınıfın bağımsız, birleşik gücünün yaratılamaması, sendikal yapıların hızla sınıfsal karakterini bozdu, korparatist bir yapıya dönüştürdü. Bu süreç sınıfın üzerinde yıkıcı etkiler yarattı. İşçi sınıfı hızla amorfe olma sürecine girdi.

ANC hükümetinin “siyahi işadamlarını güçlendirmek ve verimliliği arttırmak” yönünde aldığı kararlar, kendini somut olarak özelleştirmelerle dışa vurdu. İşçi sınıfının yanılsamalarını derinleştiren bu uygulamalar, sınıfın bilinç ve kimliğinde önemli aşınmalara neden oldu. Kapitalizm kendi kurallarını acımasızca hayata geçirirken, siyah işçi sınıfında zulüm, sömürü, şiddet ve ırk ayrımcılığıyla bütünleşmiş “beyaz patron” imgesi, ANC hükümeti tarafından kullanıldı. ANC’nin, siyah burjuvazi yaratma girişimi ya da Güney Afrika kapitalizminin yeniden yapılanması yönündeki adımları, özellikle siyah işçilerde kolektif halüsinasyona ve demoralizasyona yol açtı. COSATU ve sendikal hareket işçi kitlelerin duyarlılığını arttıracak bir şey yapmadı. Hatta yaşanan bu süreç, COSATU içinde hızla iç çürümeyi de beraberinde getirdi. Kapitalizmin yarattığı olanaklarla, sendikal yapının birçok yönetici kadrosu sınıf atladı. Bunlar içinde COSATU’nun genel sekreterliğini yapan kişiler de bulunuyordu. Neoliberal yıkım politikaları bu kesimlerin bazı olanaklardan yararlanmasını da beraberinde getirdi. Benzer şeyler ANC ve SACP yönetici kadrolarında da yaşandı. İktidar sahibi olmak ve iktidarın sağladığı olanaklar, (ANC gibi) bir özgürlük hareketini çözen, (COSATU gibi) sınıfın radikal örgütlenmesini dejenere eden, (SACP gibi) bir siyasal yapıyı etkisizleştiren sonuçlar doğurdu. 1994’te başlayan bu süreç, 1996’dan sonra uluslararası sermayeyle kurulan ilişkilerle derinleşti ve birçok yeni türeyen siyah sermayedar ortaya çıktı. Ne yazık ki bu sermayedarların bazıları, Güney Afrika özgürlük hareketi içerisinde çok önemli görevler üstlenmişti. Özgürlük hareketinin önemli aktörlerinden kimileri büyük bankaların, uluslararası şirketlerin yöneticileri oldu. Kimileri ise yaygın patronaj ilişkileri sayesinde yakınlarına büyük olanaklar sağladı.

ANC hükümeti “yeniden yapılanma” adı altında radikal neoliberal politikaları hızla hayata geçirdi. En başta ulusal havayolları ve telekomünikasyon özelleştirildi. Yine bu yıllarda siyasal jargona “1996 sınıfı” diye tanımlanan bir kavram girdi. Yukarıda belirttiğimiz kesimler 1996 sınıfını oluşturanlardı. Bu kesimler kendi çürümüşlüklerini yaymaya ve imtiyazlarını korumaya çalıştı. Apartheid sonrası Mandela’dan Mbeki’ye ve şimdiki başkan Zuma’ya kadar değişen bir şey olmadı.

Üçlü ittifakın ya da üçlü kuvvetin “ulusal demokratik devrim” diye tanımladığı bu süreç, pratik olarak siyah burjuvaziyi yaratmayı hedefledi. Böylesi bir perspektif üçlü ittifakı oluşturan bütün yapılarda çözülmeyi ve çöküşü beraberinde getirdi. ANC hükümetleri siyah burjuvaziyi yaratmayı sermayenin hükümetle ittifak kurmasını kolaylaştırıcı bir faktör olarak açıkladı. Bu yönde yoğun manipülasyonlar uygulandı. Özünde bütün proje, kapitalizmin rasyonalize edilmesini içeriyordu. Bu rasyonalizasyon projesi içinde siyah öfkenin massedilmesi amaçlandı, siyah işgücü sistemin yeniden yapılanmasında reorganize edildi. Bazı devlet kaynakları “siyah” sermayedarlara aktarıldı2. “Beyaz” sermayedarlar kendileri için risk gördükleri sektörleri ve işletmeleri siyahlara devretmeye başladı.

COSATU bünyesinde sendikaların kurduğu 20’nin üzerinde şirket ve 60’a yakın kâr amaçlı işletmenin olması bu adımlardan sadece biriydi. Böylece bir dönemin radikal işçi örgütlenmesi bir sermayedar gibi hareket etmeye başladı. COSATU bu durumunu büyük bir pişkinlikle sendikaların bağımsız gelir kaynağına sahip olmasının gerekliliği olarak açıkladı. Ayrıca bu işletmelerde işçilerin aktif katılımının olduğunu ileri sürerek, ne derece “demokratik” olduğunu göstermeye çalıştı. COSATU “emek kapitalizmi” yönünde ilginç bir örnek oluşturdu.

ANC hükümetleri kendi nomenklaturasını yaratmak için tıpkı Rusya ve Doğu Avrupa’daki özelleştirmelere benzer operasyonlar yaptı. Bu coğrafyalarda mega devlet işletmeleri, özelleştirmelerle nomenklaturayı oluşturan gizli servis şefleri, generaller, bürokratlar ve komünist parti yöneticilerine devredildi. Geçmişin egemen sınıfı, yeni kapitalistler olarak ortaya çıktı. ANC, SACP ve COSATU yöneticileri benzer operasyonlar içinde aktif şekilde yer aldı. Özelleştirmeler siyah burjuvaziyi yaratma projesiyle çakıştı. Devlet işletmeleri öncelikli olarak “yeni siyah burjuvaziye” devredildi.

Fakat sınıf mücadelesinin çıplak gerçekliği kısa zaman sonra burjuvazinin renginin olmadığını gösterdi. Burjuvazi için sermaye birikimi ve maksimum kâr hırsı onun tek karakteri ve rengiydi.

Bu gerçekliğin yeterince kavranmaması, özgürlük hareketini oluşturan toplumsal, siyasal ve sendikal örgütlenmelerin yarattığı hayal kırıklığı Güney Afrika işçi sınıfı içinde yıkıcı sonuçlar doğurdu. İşçi sınıfı yer yer direnişler ve grevlerle tepkilerini dışa vurdu.

2007 yılında Polokwane Kongresi “sol kanat” diye tanımlanan grubun ANC içinde yönetime gelmesine yol açtı. Bu grup “ulusal demokratik devrimi” yeniden canlandırmayı program olarak önüne koydu. ANC, COSATU ve SACP’nin desteğiyle genel seçimlerde % 67 oy alıp, iktidara geldi. Hükümet 2009 Nisan ayında Zuma başkanlığında kuruldu. Mbeki liderliğindeki liberal kesim ANC’den ayrılıp, orta sınıfa dayanan yeni bir parti kurdu.

Yeni ANC hükümeti neoliberal politikaları radikal bir şekilde uygulamaya devam etti. Yalnızca başkan Zuma’nın farklılığı bu politikaları popülist bir söylemle hayata geçirmesi oldu.

SACP ve COSATU, ANC ve Zuma’ya eleştirel yaklaştığını, “demokratik devrimin” kazanımlarının sürmesinden yana olduğunu açıkladı. COSATU üyelerinin ANC iktidarına yaklaşımı da benzerlik gösterdi.

ANC gençliği ve SACP’nin gençlik örgütü olan Genç Komünistler Ligi, hükümetin politikalarına muhalefet ediyor, bankacılık ve maden sektörünün kamulaştırılmasını istiyor.

“Ulusal demokratik devrim” halüsinasyonu ve apartheid sonrasında oluşturulan demokratik anayasa özünde burjuva liberal bir içerik taşıyor. Bu COSATU ve SACP’nin siyasal ve sendikal ufuklarını belirliyor. Geçmişin son derece önemli sınıf örgütleri bu sınırda giderek etkisizleşti ve çürümeye başladı.

Son 15 yıllık süreç Güney Afrika işçi hareketinde büyük hayal kırıklıklarına ve şiddetli alt-üst oluşlara neden oldu.

Her şeye rağmen sınıf mücadelesi kendi antagonizmasını yaratarak, gerçekliği örten şalı çekip aldı. İdeolojik mistifikasyonları dağıttı. İşçi sınıfı her direnişte, her grevde yeniden şekillenmeye başladı. Büyük mücadelelerin yaratıcısı ve büyük bedeller ödeyen Güney Afrika işçi sınıfı şimdi burjuvazinin rengine bakmadan yeniden sokaklara ve alanlara çıktı. 1 milyon kişinin katıldığı son grev aslında 15 yıllık bir birikimin patlaması oldu. Ağırlıkta ekonomik nedenlerle başlayan bu grev, Güney Afrika işçi sınıfının şekillenmesi yönünde önemli bir gelişmedir.

Güney Afrika’nın kapitalist krizden şiddetli bir şekilde etkilenmesi önümüzdeki dönemin yeni sınıf savaşlarına sahne olacağının habercisidir. Güney Afrika işçi sınıfı sınıfsal bir apartheid yaşadığının farkına varıp, burjuvazinin rengine bakmadan mücadelesini geliştirmelidir. Önümüzdeki günler kavga ve isyan günleridir. Güney Afrika işçi sınıfına kendi tarihi yol göstermektedir. Kapitalist krizin yıkıcı etkilerinin Güney Afrika’da hissedilmesi, sınıfsal öfkeyi ve kini arttıracaktır.


Dipnot:

1 Bugün Türkiye’de anayasa referandumu üzerine yürütülen tartışmalarda Güney Afrika deneyimi son derece önemli bir pratik olarak değerlendirilebilir. Güney Afrika pratiği bir anayasanın “ileri derecede” demokratik mahiyet taşısa da aslolanın sınıf mücadelesi ve bu mücadeledeki güç ilişkileri olduğunu ortaya koydu. Güney Afrika anayasası kapitalizmin konsolidasyonunu sağladı ve sağlamaktadır.

2 Güney Afrika’da apartheid rejiminin çöküşü ve kapitalist restorasyon doğrultusundaki gelişmeler, ulusal sorunun olası gelişme dinamikleri üzerine önemli veriler sunmaktadır.

* Bu makale, yayıma hazırlanmakta olan, 21. yüzyılda uluslararası sınıf hareketlerini inceleyen (Bolivya, Arjantin, Fransa, Hindistan, Güney Kore, Güney Afrika, Filipinler, Brezilya) kitap çalışmamın, Güney Afrika bölümünden yararlanılarak kaleme alındı.