26 Kasım 2005 Sayı: 2005/46 (46)

  Kızıl Bayrak'tan
  Devlet ve düzen suçlarının üstünü örtme, suçluları koruma telaşına düştü
  Şemdinli'nin yaydığı dalga kabarıyor
  Yüksekova'da onbinlerin katıldığı cenaze töreni
  Ülke çapında Şemdinli protestoları
  "Şemdinli, Yüksekova'nın faili devlettir"
Şemdinli protestolarından
Ordu'da skandal bitmiyor; Yalova'da deprem soygunu
  CHP Kurultayı ve ötesi
  DİSK'ten sermayeye "daha aktif" hizmet!
  Laik-şeriatçı bölünmesi değil emek-sermaye bölünmesi
  Sendikal ihanet çetelerinden arsızlığın bu kadarı
  Roj TV tartışmaları; Basın özgürlüğü kimin için?
  Son milli maçta yaşananlar devlet geleneğinin resmidir
  Milli Güvenlik Siyaset Belgesi üzerine... Devletin gizli ama gerçek anayasası / Orta sayfa
  Her üç kadından biri şiddete maruz kalıyor
  Ankara Sendika Şubeler Platformu sözcüsü ile röportaj
  Şemdinli ve gençlik alanında devrimci sorumluluklar
  Ekim Gençliği: Hedefli, sistemli bir kitle çalışması ve yoğun bir politik faaliyet örgütlüyoruz
  Ekim Gençliği'nin 10. yılında özgüleştirilmiş bir kampanya hazırlığı
  Irak'ta zorunlu olan halkların birleşik direnişidir!
  APEC zirvesini onbinlerce emekçi protesto etti
  Tekeller işkenceden de kar ediyor
  Yerel işçi kurultaylarında "işçilerin birliği halkların kardeşliği" şiarı yükselecek!
  Yerel işçi kurultayı hazırlıklarından
  Değiştirmek için değişmeli!
  Ekim Devrimi 88, Yeni Ekimler'in Partisi 7 yaşında!
  Basından/ Şemdinli olaylarının siyasal boyutu
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Geleceği fethetmek için kabuğunu kırmalı insan...

Değiştirmek için değişmeli!

Şehrin sokaklarına hakim olan sessizlik, sokaklara gölge düşüren evlerden duyulan soluk alışverişleri ve kesik çığlıklarla bölünüyordu. Yıldızsız gökyüzünün yarattığı karanlığı dağıtmaya yetecek gücü olmayan sokak lambalarının altında uyuklayan kediler ve köpekler dışında, sokakta herhangi bir canlılık belirtisine rastlamak imkansızdı. Evlerin pencerelerinde oynanan gölge oyunları mum ışığının titrekliği oranında belirgin, silik, seyircisiz ama sürekliydi.

Bir zamanlar farklı bir şehirdi burası. Geçmiş yeniden yaratılabilir miydi? Hiçbir zaman geç değildi. Ama bir zamanlar olduğundan çok farklıydı bugün şehir. Gece ve gündüz arasındaki sıcaklık farkı oranınca sokağa vuran yaşam ve yaşama belirtileri de değişiyordu. İnsanların yüzlerine egemen olan mutsuz ifade, yana doğru esneme yetisini sanki tümden kaybetmiş gibi duran dudaklar, “merhaba” diyebilecek gücü dahi kaybetmiş ses telleri, başka gözlerle karşılaştığında sanki kör olacakmışcasına kaçışan gözler... Bunlar gündüze ait yaşam belirtileriydi. Elbette yaşamın tümüyle evlere çekildiği yerde, geceleri gölge oyunları, hıçkırıklar, çığlıklar ve soluk alışverişler, hatta bazen horultular dışında yaşama belirtisine rastlamak mümkün değildi.

İçine kapanan şehir!

Bütün bunlar ne zaman başlamıştı? Aslında tek bir tarihe bağlamanın imkanı yok gibi görünüyor bugünden bakınca. Tarihin yazılmaya, gazetelerin çıkmaya devam ettiği günlere dönüldüğünde bir şeyler bulunabilir. Ama bütün bunları tek bir tarihe bağlamanın imkanı açık ki yok. Aksine bu şehirde uzun yılları bulan bir süreç yaşandı ve bu sürecin sonunda ruhhali bugünleri yarattı. Kısacası paranoya, güvensizlik, yabancılaşma, yalnızlaşma... Ve sonuç evlere bölünmüş yaşam adacıkları oldu.

Elbette bütün bu kötücül ruhhalini doğuran birçok olay ardı ardına yaşandı. Ama bunların hiçbiri bu şehirde yaşanan olaylar değildi. Bu şehir bütün olup bitenleri haberleşme araçları yoluyla öğrendi, öğrendikleri karşısında paniğe kapılan şehir hızla içine kapandı. Şehrin içine kapanmasını, insanların evlerine kapanması izledi.
Şehirden çok uzakta bir ülkede, Pakistan’da deprem olmuştu. Bir doğa olayı karşısında insanların içine düştüğü aciz durum, şehir açısından anlaşılmazdı. Her gün ölü sayısı açıklanıyor. Her gün artan sayı içerisindeki ölen çocuk oranı vurgulanıyordu. Ancak kimse deprem olan ülkede yaşanan ölümlerin faturasını doğal afet yerine, başlı başına afet olan bir başka şeye kesmeye eğilimli değildi. Şehir açısından anlaşılmazdı, çünkü deprem oldu diye doğayı suçlayamazdı hiçbir rasyonel beyin, ya da bir çocuğu deprem sırasında hızla üzerine çöken bir binadan kaçamadı diye yargılayamazdı. Ama yine aynı rasyonel beyin, bina niye yıkıldı sorusunu sorabilmeliydi kendine ve sorunu burada aramalıydı.

Depremden uzun bir süre sonra ama hala deprem sonrası sefalet görüntülerinin gazete ve televizyonlarda yayınlandığı günlerde, başka bir ülkeden, Arjantin’den bir haber şok etkisi yarattı. Eşcinsellerin yürüyüşüne saldıran polis bir eylemciyi döverken, araya bir kadın girmiş ve polisin eylemciyi dövmesini engellemek istemişti. Hamile olan bu kadın polis tarafından ölesiye dövülmüş, metrelerce yerde sürüklenmişti.
Ve yine aynı günlerde başka bir ülkede, Türkiye’de, adı Umut olan bir kitabevine bombalı bir saldırı düzenlenmişti. Hem de devletin kendisi tarafından. Sonra halk saldırganları yakalamıştı. Bu başlı başına kafa karıştırıcıydı. Roller değişilmişti adeta. Saldırganlar serbest bırakılmış ve dahası bu durumu protesto eden binlerce insanın üstüne ateş açılmış, devlet tarafından açıkça cinayet işlenmişti.

Şehir dünyada neler olduğunu anlamakta güçlük çekiyordu. Başka ülkelerde o sıralarda zaten savaşlar sürüyor, bu savaşlarda her gün birileri ölüyordu; ama artık bu ölülere şehir hariç tüm dünya duyarsızlaşmıştı. Ölümün sıradanlaşması sorun değil ama cinayetin, katliamın, çıkar savaşlarında pazarlık aracı olarak insan bedeninin ileri sürülmesinin sıradanlaşması sorundu. Şehir artık bu kadarını kaldıramazdı. Yıllarca dünyanın herbir köşesinde o kadar çok işgale seyirci olmuştu ki; Afganistan, Irak, Filistin... O kadar çok katliama tanıklık etmişti ki... Şehir dünyanın merkeziydi adeta ve dört bir tarafında barbarlık kol geziyordu. Şehir paniğe kapıldı, ama daha çok çektiği acı yüzünden, içine kapandı.

İçine kapanan bir şehir yok! İnsan var!

Anlatımın simgeselliğine atıf değil, gerçekliğe keskin bir dönüşü hedefleyen ve ihraç edilmiş bir yabancılaşma hiç değil. Ama böyle bir şehir yok!

Geceye ve gündüze hasredilmiş yaşama belirtileri şehre değil, insana ait. Dünya ölçeğinde barbarlıktan nasibini almamış tek bir şehir olmadığı gibi, yaşanan barbarlıktan dehşete kapılmayan tek bir insan da yok. Ama her insan bir şehir işte! Her insan bir dünya! Ve maalesef çoğu insan, barbarlığın sorumluluğunu da bir parça taşıyor, çoğu şehir gibi, dünyanın çoğu insanı gibi. Vahşet karşısında içine kapandığı için, gölge oyunlarını tercih ettiği, birçok şeyi aydınlatacak olan elektrik düğmesine basmaya cesaret edemediği için, “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” dediği için, sadece seyredip gözyaşı döktüğü için, ama en çok alıştığı, kanıksadığı, yabancılaştığı, sıradanlaştırdığı için... Bir de değiştirmeye olan inancını, umudunu, dolayısıyla değiştirecek gücünü kaybettiği, yeniden üretmeye çalışmadığı için!

Oysa her insan bir şehirdir ve şehirler yanyana gelince koca bir dünya eder. Her insan bir dünyadır, dünyalarca insan, tek başına umudu ve inancı kuşandığında, seyretmek yerine katıldığında, bugün kendinden bağımsız algıladığı ama aslında ondan ibaret olan koskoca dünyayı yeniden yaratır.

Şimdiki zamanda yaşananlar geleceği ortadan kaldırmaz, yalnızca belirler. Bugün barbarların her saldırısı geleceğin işgalini hedefliyor. O zaman örülecek cephe, yürütülecek mücadele açık ki geleceği kazanma mücadelesidir. Geleceği anlatan kitaplar dolusu şiirimiz var, inancımızı anlatan ağız dolusu türkümüz... Dünyayı yeniden yaratma gücümüzün dayanağı, kanıtı koskoca bir tarihimiz ve en önemlisi öfkemizi bileyecek düşmanımız ve onun eseri bir “bugün” var! İşte bu yüzden “bugün”, tam da geleceği kazanmak için biz, geçmişimize sahip çıkmak zorundayız!

Bu, savaşa katılma çağrısıdır. İki emperyalist ülkenin bir toprak parçasını paylaşamamasından çıkmamıştır bu savaş. Bu savaşın ilahi hiçbir dayanağı yoktur. Bu savaşın açıklanamayacak ve meşru olmayan tek bir amacı yoktur. Ne için savaştığını bilmeyen şartlandırılmış bir ordu değiliz biz, kendisinin, şehrin ve dünyanın geleceği için savaşa durmuş bir bilinç ordusuyuz. O zaman artık kabukları kırma zamanıdır.

Şehri içine kapayan insanın içine kapanmasıysa eğer, şehri sokaklara dökmek için, şehrin sokaklarına onurlu yaşamı hakim kılmak için, duvarları yıkmalı, sokaklara çıkmalıyız. İçine kapanan şehir yoktur. İçine kapanan insan vardır sadece!

Biz bir şehri fethetmek için çıkmadık yola, Truva da umrumuzda değil, Kırım da, Mora da... Geleceği fethedene dek yürüyeceğiz!

A. Eylül

---------------------------------------------------------------------------------------

Militan satış deneyiminden…

Sesimiz 10. yılında güçlenerek yayılıyor!

Yayınımızın 10. yılını geride bıraktığımız şu günlerde, bugüne kadar edindiğimiz deneyimlerin ışığında mevcut birikimimizi aşarak geleceği kazanmaya hazırlanıyoruz. Yayınımızın gerek içerik gerekse de görsel olarak geldiği düzey bile, bu birikimin bir yanını yansıtıyor. Onun bu yönünü daha da güçlendirecek, dahası işlevsel kılacak olan onu kitlelere ulaştırmaktır. Sosyalist bir gençlik dergisi olan yayınımızı ulaşabildiğimiz en geniş gençlik kesimlerine taşımak, ve onların katkıları ile bu sesi güçlendirmek sorumluğuyla karşı karşıyayız. Bu amaçla her olanağı değerlendirmeli ve yeni olanaklar yaratmalıyız.

Ankaralı genç komünistler olarak yaklaşık bir-bir buçuk yıl önce militan satış pratiğini düzenli ve sistematik olarak uygulamaya başladık. Öncesinde bu pratiği belli gündemlerde kullanıyor olmamıza rağmen, bugün düzenli ve sistematik olarak yürütülen bu faaliyet artık bizim için çalışmamızda yeni bir adım olmuştur.

Bu konuda Yüksel Caddesi’nde geçen hafta yaptığımız militan satış örnek verilebilir. Yeni aya girmiş olmamıza rağmen yayınımızın yeni sayısı elimize ulaşmamış, dahası 6 Kasım eylemlerinin sonlanması ile yayının içindeki birçok tartışma güncelliğini de yitirmişti. Fakat gerek Şemdinli’de bir kez daha açığa çıkan katliamcı sermaye devleti gerçekliği, gerekse de Ekim Devrimi ve Partimiz’in kuruluş yıl dönümleri üzerine söyleyecek çok sözümüz vardı. Dergi satışı burada bizim için bir araçtı. Biz, bu araç vesilesi ile yaklaşık iki saat boyunca binlerce insana seslendik. Onlara Ekim Devrimi’nin ve Partimiz’in aydınlığını taşıdık. Katliamcı ve çürümüş sermaye devletine karşı mücadeleye çağırdık. Elbette ki bunu yaptığımız ölçüde dergimizin satışı da son derece başarılı geçti. Ajitasyon konuşmalarının yanısıra insanlarla iletişim kurduk ve tartışma zeminleri yarattık.

Böylesi bir pratik çaba, bizler için bir eğitim alanı işlevi de görmekte. Faaliyetin nasıl yürütüleceği, nasıl daha etkin kılınacağı vb. tam da pratiğin içinde öğrenilmekte. Örneğin bir yıl önce son derece sınırlı sayıda yoldaşımızın yürüttüğü ajitasyon faaliyeti bugün birçok yoldaşımız tarafından başarıyla yürütülebilmektedir. Faaliyete başlamadan önce biraraya gelerek gündemlere ve gündemleri nasıl ele alacağımıza dair tartışmalar yapmaktayız. Bu yönlü basit bir pratik faaliyet geniş bir eğitim çalışmasına dönüşebilmektedir.

Zaman devrime akarken gençliğin devrimci coşkusu ve enerjisi de bu aynı süratle geleceğe akmaktadır. Bugünü aşarak geleceği kazanma perspektifine sahip olan genç komünistler, bugün aynı iddiayı 10. yılına giren Ekim Gençliği üzerinden koyuyor. Bugün elimizdeki birikimi değerlendirerek, onu aşarak geleceği kazanacağız.

Daha fazla ısrar, irade ve enerji… Yarınlar bizimdir!
Gençlik gelecek, gelecek sosyalizmdir!

Ankara Ekim Gençliği