31 Temmuz'04
Sayı: 2004/30 (22)


  Kızıl Bayrak'tan
  Yeni ve güçlü bir çıkış için görev başına!
  Ne kader ne kara tren, sorumlu kapitalist düzendir!
  Pamukova’daki tren “kaza”sı değil kapitalizmin cinayeti...
  BTS ve TMMOB’un Tren katliamı üzerine ortak açıklaması...
  Özelleştirme öldürür!
  AKP ve Hak-İş’in Türk-İş’le kayıkçı dövüşü
  Gerici rejimler Kürt halkına düşmanlıkta birleşiyor!
  Kongra-Gel’in 1 Haziran çıkışının anlamı ve etkileri
  ÖSS sonuçları açıklandı...
  Eli kanlı bir siyasi meftanın cenaze merasimi
  Belediyelerde yürütülen köleleştirme ve özelleştirme saldırısı tüm işçi sınıfına yöneliktir...
  Çırak çocuklar...
  Sosyalizmin büyük ozanı Pablo Neruda’nın 100. doğum yılı anısına...
  ‘96 Ölüm Orucu şehitleri İstanbul’da anıldı
  Direnişçi Castleblair işçileriyle konuştuk...
  Bir direnişçi Castleblair işçisinden Castleblair fabrika temsilcilerine açık mektup...
  Sun Tekstil’deki ihanet ve EMEP...
  Daimler-Chrysler’de saldırı ve sendikal ihanet!
  Ortadoğu halklarını tehdit eden İsrail’in nükleer silahları derhal imha edilmelidir
  Bültenlerden...
  5. Munzur Kültür ve Doğa Festivali başladı...
  “Yoksulluğa mahkum, yozlaşmaya teslim olmayacağız!”
  AKP treni: Eski raya yeni hız
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Vanunu: “Dimona Nükleer Santrali ikinci Çernobil olmaya aday!”

Ortadoğu halklarını tehdit eden İsrail’in
nükleer silahları derhal imha edilmelidir

İsrail’in nükleer programı ile ilgili bilgileri için 18 yıl cezaevinde yatan Mordehay Vanunu’nu, siyonist rejim ajanlarının yakın gözetimi altında tutuluyor. Bu arada İsrail Yüksek Mahkemesi yeni aldığı bir kararla, “Vanunu’nun söyledikleri ile yaptıklarını kısıtlama yetkisi olduğunu” iddia etti. Bu karara dayanan Şaron yönetimi, Vanunu’nun İsrail dışına çıkmasına izin vermiyor.

Kuşatma altında tutulmasına rağmen Vanunu, Arapça yayınlanan El-Hayat gazetesine, İsrail’deki nükleer santralle ilgili çarpıcı açıklamalar yaptı. Eskimiş ve yıpranmış Dimona Nükleer Santrali’nin İsrail’de ve komşu ülkelerde yaşayan milyonlarca kişiyi tehdit ettiğini vurgulayan Vanunu, tesisin en kısa süre içinde denetime açılması gerektiğini söyledi.

Vanunu, 40 yıl önce Necef Çölü’nde yapılan santralde bir kaza meydana gelmesi halinde, bunun “ikinci bir Çernobil olacağı”nı söyledi ve bu santralden sızabilecek nükleer radyasyon nedeniyle komşu ülkelerdeki milyonlarca insanın tehdit altında olduğu uyarısında bulundu. Ürdün’ün İsrail sınırı yakınlarındaki bölgelerde yaşayan yurttaşlarını tıbbi denetimden geçirmesi gerektiğini hatırlatan Vanunu, bölgede yaşayanlara radyasyonun bulaşıp bulaşmadığını anlamak için bunun gerekli olduğunu belirtti.

İsrail hükümetinin de bir süre önce Dimona’dan olası radyasyon sızıntısına karşı bölgede yaşayan halka iyot hapları dağıtmayı planladığı bildirilmişti.

Çernobil’de 1985’te meydana gelen faciada, 15 bin kişi ölmüş, yaklaşık 3 milyon kişi de radyasyondan etkilenmişti. Nükleer santralden sızan radyasyonun etkisi yıllarca sürmüş, milyonlarca insanı sakatlığa mahkum etmişti. Yağmur bulutlarıyla Karadeniz’e kadar taşınan radyasyon, bölgedeki çay ve fındık gibi ürünlerin zehirlenmesine neden olmuştu. Çernobil benzeri diğer kazalarda da binlerce insan ölmüş ve bu tür nükleer santrallerin çevresinde yaşayan insanlarda sakatığın nesilden nesile devam ettiği gözlenmiştir.

Ortadoğu’nun merkezinde yeralan Dimona santralinde olası bir kazanın yol açacağı felaketi düşünmek bile korkunçtur. Bu açıdan Vanunu’nun yaptığı uyarı mutlaka dikkate alınmalıdır.

İsrail yönetimi sadece Nükleer santralle değil, biriktirdiği yüzlerce nükleer başlıklı füze ile de bölge halklarını fiili bir felaketle yüz yüze bırakmaya her zaman adaydır. Siyonist yönetimin, Filistin halkına karşı sürdürülen etnik temizlik saldırısını organize eden soğukkanlı katillerden oluştuğu da gözönüne alındığında, tehlikenin boyutu daha iyi anlaşılır.

Kendi halkı dahil olmak üzere tüm bölge halklarını tehdit eden İsrail’deki siyonist rejim, sürekli hedef alınarak hem nükleer santrali kapatmaya, hem de sahip olduğu tüm kitle imha silahlarını yok etmeye zorlanmalıdır



Amerikan ordusu işkence vahşetini
birkaç askerin üzerine yıkmaya çalışıyor

Amerikan ordusunun katliamcı, işkenceci kimliği şu ana kadar sayısız kere belgelenmiştir. Bağdat’taki Ebu Garib zindanından yansıyan işkence/tecavüz kareleri ise, halen hafızalarda tüm tazeliğini korumaktadır. Bu kanlı sicilinden dolayı ABD ordusu ve onun hizmetine giren tüm güçler, dünya halkları nazarında daha şimdiden birer katil, işkenceci/tecavüzcü olarak yer etmiştir.

ABD ordusu, dünyanın gözleri önüne serilen bu iğrençlikle hesaplaşmak bir yana, üstünü örterek, böylece bundan sonra da aynı uygulamaları devam ettireceğini göstermiş oldu. Ebu Garib’den yansıyan işkencelerle ilgili raporu açıklayan ordu başmüfettişleri, işkenceden, “ordu disiplinini bozan bir avuç askerin sorumlu olduğunu” iddia ettiler. Onlarca işkencede ölüm, işkence ve tecavüz vakasının incelendiği raporda, sadece 7 asker hakkında soruşturma açıldığı, suçlu bulunan asker sayısının ise 1 olduğu dile getiriliyor. Bu da gerçek amacın işkenceyi meşrulaştırmak ve bundan böyle de aynı şekilde devam ettirmek olduğunu ortaya koyuyor.

Amerikan ordu başmüfettişlerinin işkenceyi birkaç “disiplinsiz asker”e yükleme çabalarının kimse için bir inandırıcılığı bulunmuyor elbet. Zira savaş çığırtkanı Amerikan medyası bile, işkence olaylarından doğrudan doğruya ordu ve savunma bakanlığının üst kademesinin sorumlu olduğunu ortaya koyan kanıtlar yayınlamış durumda. Savaş kundakçısı çetenin önde gelen isimlerinin de işkenceden sorumlu olduklarını kanıtlayan pek çok belge, işkence ve tecavüzün sistematik ve yaygın bir şeklide uygulanan Amerikan devlet politikası olduğunun tartışmasız kanıtlarıdır.

Emperyalist/kapitalist sistemin özünde savaş ve zorbalık vardır. Dolayısıyla sistemin işkence ve işkencecilerden vazgeçmesi sözkonusu bile değil. Hele işkencecilerden hesap sorması hiçbir şekilde beklenemez. Çünkü barbarlık düzeni ayakta durabilmek için daima işkenceye ve işkencecilere ihtiyaç duyacaktır.



Afganistan’daki işkenceci grubun şefi, doğrudan Pentagon’a bağlı olarak çalıştıklarını söyledi....

Amerikan emperyalizminin
“özel” işkence merkezleri

Guantanamo, Ebu Garib gibi zindanlarda, toplama kamplarında ABD ordusunun yaygın ve sistematik bir şekilde işkence yaptığı bilinmektedir. Haftalarca basında yeralan işkence, cinsel taciz/tecavüz fotoğrafları, Amerikan vahşetinin ibret verici belgeleri olarak duruyor ortada.

Son olarak Afganistan’da açığa çıkan “özel” işkence merkezi, emperyalist işgalcilerin paralı askerlerin yanısıra “paralı işkenceciler” de çalıştırdığını gözler önüne serdi. 3 Amerikalı ve 4 Afgan’dan oluşan işkenceci ekip, bir evin içine cezaevi kurup burayı işkence merkezi olarak kullandı. Sözkonusu ev açığa çıkartıldığında, 8 Afganlı ayaklarından tavana asılı şeklide işkenceye tabi tutuluyordu. İşkenceciler Amerikan Savunma Bakanlığı’na bağlı olarak çalıştıklarını ifade ettiler.

Afganistan’ın başkenti Kabil’deki işgal gücü İSAF, eski askerlerden oluşan işkenceci ekibe ev baskınlarında yardım ettiğini açıkladı. İSAF sözcüsü, bu kişilerin kendilerini aldattığını ve onlara yanlışlıkla yardım ettiklerini iddia ediyor. Oysa İSAF, suçüstü yakalanan işkencecileri derhal tutuklamayarak gerçekte onların suç ortağı olduğunu açıkça göstermiş oldu.

Olayın basına yansımasında sonra Kabil’de yargılanmaya başlayan işkenceci güruhun lideri, Washington yönetimi adına ve ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in bilgisi dahilinde çalıştıklarını açıkladı. Sözkonusu kişi, Afganistan’da islamcı militanları takip ederken sık sık Pentagon ve diğer resmi kurumlarla ilişki kurduğunu da basına açıkladı. İşkenceci şef aynı açıklamasında, “ABD anti-terör birimi için, Pentagon ve diğer federal kurumlarla birlikte çalışıyorduk. Bakan Rumsfeld’in bürosu ile faks, e-posta ve telefonla doğrudan ilişki içindeydik. Ama Pentagon beni yüzüstü bıraktı” dedi.

Bu olayın da gösterdiği gibi, emperyalistler resmi, gayri-resmi, açık veya gizli işkence merkezleri kurarak, işgal ettikleri ülkeleri birer mezbahaya çeviriyorlar. Bu da demokrasi ihraç etmekten, insan haklarına saygı göstermekten söz eden bu haydut takımı ve onların hizmetindeki medya soysuzlarının aşağılık birer yalancı olduklarının kanıtıdır.