Sakaryadaki son tren kazası özelleştirme uygulamalarının insan hayatını nasıl hiçe saydığını bir kez daha gözler önüne serdi.
Özelleştirme uygulamasının kamu yararını değil tekellerin kârını esas aldığı artık biliniyor. Özelleştirme ile kamu hizmet alanları ticarileştirilmek ve piyasa kurallarına göre yeniden yapılandırılmak isteniyor. İşin içine piyasa kuralları girdiğinde ise artık halka hizmetten, kamu yararından sözetmek mümkün değildir. Diğer ticari alanlarda olduğu gibi burada da tekellerin aşırı kâr hırsı belirleyicidir.
Hızlandırılmış trenin proje mimarı Alarko Holdingin yaptıkları buna bir örnektir. Devletin Yap-İşlet-Devret mantığıyla Alsim-Alarko-OHL Konsorsiyumuna verdiği ihalenin iki aşamada gerçekleştirilmesi planlanıyordu. Projenin ilk aşamas?n?n 437 milyon, ikinci aşamas?n?n ise 701 milyon euroya malolacağ? aç?klanm?şt?. Ama konsorsiyumun ne gibi hazırlıklar, iyileştirmeler, altyapı çalışmaları yaptığı belli değil. Zaten bunu soran da yok. 1880lerin teknolojisiyle döşenmiş altyapı üzerine baştan savma yapılan hızlandırılmış tren projesi onlarca insanın hayatına maloldu.
Demiryolu ulaşımına talebi artırmak için gerekli düzenlemeler yapılmadan trenlerin hızlandırıldığını söyleyen Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası Genel Sekreteri Hasan Soysal, özelleştirme uygulamasının halk yararını değil müşteri memnuniyetini dikkate aldığını şu sözlerle dile getiriyor: Bizim kırk yıldır yolcu dediğimiz insanlar bir anda müşteri oldu.
170 yıllık bir birikimin sonucunda oluşan Seyrüsefer Talimatnamesinin 2002 yılında bir yönetmelikle değiştirildiğini, bu değişikliğe karşı açtıkları davanın halen Danıştayda görüşüldüğünü ifade eden Soysal, O talimatnamenin her sayfası kanla yazılmıştır, yıllar boyunca her kazadan, her aksilikten alınan dersler talimatnameye girmiştir. Şimdi onu değiştirdiler dedi.
Devletin özelleştirme yoluyla sermayeye peşkeş çekmeye çalıştığı dev işletmeler ve buralar üzerinde oynanan oyunlar biliniyor. TCDD de bunlardan biri. TCDD ekonomik potansiyel olarak Türkiyedeki ikinci büyük işletme arasında yeralıyor. Ancak devlet, yolcu ve yük trenlerinin işletmelerini ayırarak, kuruma yeni personel almayarak, çalışanları emekliliğe zorlayarak, işletmenin özel sektöre devrini hızlandırmak istiyor. Altyapısı yenilenmeyen, bakım ve onarım görmeyen, hizmet niteliği yükseltilmeyen demiryolları bilinçli politikalarla işlemez hale getirilerek, çalışmıyor, özele devretmek lazım söylemleriyle özelleştirilmeye çalışılıyor.
Özelleştirmelerin sonucu ise ortada. İhaleyi alan konsorsiyum, teknik güvenlik çalışmalarını, altyapı ve üstyapı ile ilgili düzenlemeleri tamamlamadan, sadece isim değişikliği ile hızlandırılmış treni kullanıma hazır hale getirdi. Hükümet de bunu bile bile trenin açılışını büyük bir şova çevirerek gerçekleştirdi.
BTS Genel Başkanı Fehmi Kütan ise yaptığı açıklamada; Tren işletmeciliği eşyanın tabiatı gereği merkezi planlamayı şart koşar, Kaynakların daha rasyonel kullanılması gerekir ama bu, özelleştirme politikaları ile mümkün değil diyor.
Devlet benzer bir yöntemi THY için de kullanıyor. Bilindiği gibi THY de devletin özelleştirmek istediği ulaşım hizmetlerinden bir diğeri. Yönetim yetersizliği, teknik imkansızlıklar, bakım-onarım işlemlerinin yapılmaması sonucu trenden sonra bir uçak kazasının beklendiği şimdiden sermaye medyasının dillendirdikleri arasında. Elbette onlar çözüm olarak yine özelleşsin güzelleşsin argümanını öne çıkarıyorlar. Ancak Türkiyede olduğu gibi dünyadaki örnekler de bunun mümkün olmadığını gösteriyor. Örneğin İngilterede özelleştirilen demiryolları sonucu meydana gelen kazalar nedeniyle geçtiğimiz yıllarda kitlesel protesto eylemleri gerçekleştirilmiş, özelleştirme uygulamalarından vazgeçilmesi talep edilmişti.
Ulaşım, sağlık gibi insan hayatını ve sağlığını doğrudan ilgilendiren kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi milyonlarca emekçinin hayatını da tehdit ediyor. Kamu hizmetlerinden sadece ücretsiz ve eşit yararlanmak için değil, hayatta kalmak için bile özelleştirme saldırısına karşı mücadele etmek gerekiyor.
Saltanatlarının ihtişamı dillere destan... Bunun en son örneği Lütfi Kırdar Kongre ve Gösteri Sarayında kendi adına da uygun bir biçimde tuhaf bir gösteride ortaya çıktı. Yollar trafiğe kapatıldı. İnsanlar sırf başbakanın kızı evleniyor diye üst aramasından geçirildi. Kendilerini sultan sananlar için bunun pek bir sakıncası yoktu. Çünkü onlar bu halkı da tebaaları olarak görüyorlardı. Düğün sultanlara özgü bir şatafat ile yapıldı. Davetiyeler tuğra biçiminde düzenlenmişti. Düğüne kolayca gelebilmeleri için Ankaradaki milletvekillerine hızlandırılmış trenden VİP yolcu bileti ayrılmıştı. Lüksün ve ihtişamın tüm gerekleri yerine getiriliyordu. Dışişlerinin büyük çabalar sonucu bulup Türk vatandaşlığına soktuğu Osmanlı hanedanının son üyeleri de bu tabloda yerleini alıyordu. Ürdünün kralı varsa, bizim de prensimiz, prensesimiz vardı.
İktidarlarını hanedan zannetmeleri doğal karşılanmalı. Çünkü her haber bülteninde, her gazete sütununda büyük düğün tellallığı yapan koskoca bir medya ordusu vardı peşlerinde. Aynı günlerde yapılan bir açıklama ise gündemin gerilerine itilivermişti. Bir profesör yaptığı açıklama ile, hızlandırılmış tren seferlerinin riskli olduğunu, raydan çıkma ihtimali taşıdığını dile getirmişti. Küçücük kutulara sığdırılan haberin devamında padişah başbakanın bürokratının sözleri vardı. Bürokrat ardındaki güce güvenerek Kimsenin keyfi için tren durduramam. Hızlı trenin hiçbir tehlikesi yok buyurmuşlardı. Başbakan tarihe geçmek istiyordu. Nasıl ki Demirel barajlarıyla adını duyurmuştu, onun adı da demiryollarıyla anılmalıydı. Bu saltanatının göstergesi olacaktı. Büyük şatafatlı törenlrle açılışı yapılmış olan Türk mucizesi hızlandırılmış tren, I. Tayyipi de tarihin sayfalarına taşıyacaktı. Öyle de oldu.
22 Temmuz akşamı Haydarpaşa garında bekleşenlerin kimileri trene bindi, kimileri de onlara el salladı. Onlar sevdiklerini ölüme uğurladıklarını bilmiyorlardı. Yolcuların pek çoğu trenin riskli olduğu uyarılarından bihaber güven içinde koltuklarına oturdular. Ölüm onlara Ankaradan daha yakındı.
Medya, kazadan önce pek itibar etmediği bilim adamını vakit kaybetmeden manşete taşıdı. O uyarmıştı, önemsemediler dedi. Oysa medya da uyarıları ciddiye almamış, meseleyi hükümetin diliyle yansıtmıştı. Bu gerçek yok sayıldı. Kazanın ardından Hızlandırılmış cinayet, Katliam gibi başlıkları öne çıkardı ve soğukkanlılıkla olaydaki kendi sorumluluğu hafifletilmeye çalışıldı. Bunda başarılı olduğu da söylenebilir.
Adlarını tarihe yazdırmak gayesi ile giriştikleri bu akıl almaz tren hızlandırma hadisesinin hüsranla sonuçlanması karşısında başbakan ve ahalisi medya kadar soğukkanlı değildi. İlk açıklamaların tümü panik açıklamalarıydı. Yalana sığınma çabaları, hırçınlıkları bundandı. Bakanın istifa edip etmeyeceğini soran gazeteciye haddi bildirildi! Başbakanın muhabiri azarlarken takındığı tutum tam da padişahlığına yakışıyordu. Ancak olaydaki ihmal yalanların, hırçınlıkların ardına gizlenecek örtbas edilebilecek cinsten değildi. Kazanın ardından yaralananları ziyaret etmek için Pamukovaya giden başbakan, hastanede, kocası ölmüş bir kadının feryatlarıyla karşılaştığında hırçınlığından eser yoktu. Kadın Başbakan sesimi duy! O tren kötüydü, hızlı gidemezdi diye haykırıyordu.
Başbakanın istediği oldu! Bu kaza ile adını tarihe yazdırdı. 38 kişiyi göz göre göre ölüme yollayarak!
Ulusa sesleniş konuşmasında demiryollarındaki rehabilitasyon çalışmalarının devam edeceğini müjdeleyen başbakanın bu müjdesine sevinen olmuş mudur bilinmez. Ama padişahlığa pek hevesli başbakan bütün rahatlığı ile her ülkede olur böyle şeyler diyebiliyor. Şimdiye kadar hangi kazada bakanlar istifa etmiş diye de ekliyor. Aptallıktan mı pişkinlikten mi söylendiği pek anlaşılamayan bu sözler, bu düzende insan hayatının ne kadar ucuz olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.