Hak-İş Konfederasyonu, AKPden aldığı güçle kirli bir rant kavgası başlatmış durumda. Halihazırda Hak-İşin (aslında AKPnin) ilk hedefi, Türk-İşe bağlı Orman-İş Sendikası. Zira orman işçilerinin yaşadığı kadro sorunu nedeniyle, Orman-İş Sendikası kolay lokma olarak görülüyor. Ecevit hükümeti, döneminde Türk-İşle protokol imzalayarak 22 bin civarında işçiyi kadrolu yapacaktı. Fakat hükümet ortağı ANAP ve MHP tarafı gereken imzaları atmayınca, orman işçilerinin beklentisi boşa düştü. Yalnızca siyasi kayırma ve torpillerin ayyuka çıktığı 5500 kadrolu işçi alındı. Orman işçilerinin kadroya alınma beklentisi sürüyor. AKP tam da bu beklentiye oynayarak, orman işçilerini Hak-İşe bağlamaya çalışıyor. Gerçek bu olduğu halde Hak-İş, Orman-İşin 1990ların başında kendisinden ayrıldı&curen;ını, tekrar yuvaya dönmek istemesinin yadırganacak bir tarafı olmadığını öne sürüyor.
Oysa Orman-İşye yönelik girişimler işin yalnızca bir boyutu. Fakat başlangıç vuruşuna hedef olduğu için, şimdiye kadarki gelişmeleri irdelemek, genel tabloyu anlamak bakımından hayli önem taşıyor. Konuyla ilgili ilk ayrıntılı haberleri derin devletle, onun bir parçası olarak da sendika bürokrasisinin kaymak kesimi ile istihbari bağları öteden beri güçlü olan Aydınlık dergisi verdi. Üstelik sendika yönetimlerinin açıklamalarından daha açık bir şekilde. Aydınlıkın iddialarına göre; Türk-İş Genel Başkanı Salih Kılıç, 13 Mayıs günü Türk-İş Başkanlar Kurulu açılış konuşmasında hükümetin İmam Hatip Liseleri ve YÖK yasası girişimlerine tepki gösterince, Tayyip Erdoğan Türk-İşe karşı operasyon talimatını verdi.
Türk-İş yöneticilerinin açıklamaları da, Orman-İşi Türk-İşten koparmaya yönelik kirli çabaların birbuçuk-iki ay öncesine dayandığını gösteriyor (Salih Kılıç 45 günden beridir... diyerek somut bir tarih de vermiş oldu).
Haber ve açıklamalardan yansıdığına göre, önce Çevre ve Orman Bakanlığının üç bürokratı makama çağırdıkları Orman-İş yöneticilerine Hak-İşe geçmeleri yönünde baskı yapıyorlar. Ardından 27 bölge müdürlüğünden birer temsilci Hak-İş Genel Merkezinde biraraya getirilerek Hak-İşe geçme dayatması yineleniyor. Benzer bir toplantı Orman Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Bünyamin Karacanın makamında da yapılıyor. Sonraki günlerde ise Hak-İş Başkanı Salim Uslu, çeşitli illerdeki bölge müdürlüklerinde bizzat yetkililerin yardımıyla işçi toplantıları düzenleyerek Hak-İşe bağlı Tarım Orman-İşe geçmelerini istiyor.
Sonraki gelişmeler ise kamuoyunun gözleri önünde yaşandı. Türk-İş yaptığı açıklamalar ve bölge müdürlüklerindeki eylemlerle Hak-İşin ve AKPnin tavrını protesto etti. Hak-İş, kendinden çok AKPli bürokratları kollayan açıklamalar yapmayı seçti. Nihayet Türk-İş, hükümet ile Hak-İşe karşı mücadele edeceğini açıkladı. 22 Temmuz tarihli Türk-İş Başkanlar Kurulu Olağanüstü Toplantısında ise, Hak-İşle hiçbir platformda birlikte olmama ve 27 ilde bulunan Orman Bölge müdürlüklerinde eylem yapma kararı çıktı.
Vitrinde kendisi olsa da Hak-İşin bu rant kavgasındaki konumu, yalnızca AKPnin çomağı ya da kayıkçı küreği olmaktır. Hak-İşin mayasını Milli Görüşün hocası çalmıştı. Hak-İş, sarı sendika rolünde hiç falso vermedi. Hak-İşe bağlı Hizmet-İş, Refah Partisinin belediyeleri ele geçirdiği, bu arada dönemin keskin milli görüşçüsü Recep Tayyip Erdoğanın İstanbula başkan olduğu 94 yerel seçimlerinden sonra belediyelerdeki örgütsüzleştirmenin, taşeronlaştırmanın kirli bir aleti oldu. İETT işçilerinin halen bile yetki sorunu yaşıyor olmalarında bu sendikanın birinci dereceden sorumluluğu var.
Hoca gitti, öğrencisi Erdoğan tek başına hükümete geldi. Hak-İşe de bu öğrenciye her türlü onursuzlukta, saldırıda payanda olmak, arka çıkmak düştü. İşçi sınıfının ezici çoğunluğu bu sendikanın ne denli bir sermaye uşağı olduğunu biliyor. İşçilerin dini duygularını sömürerek, onları sermaye düzenine bağlamaktaki mahareti herkesin malumu. Çoktandır 3 Kasım 02 öncesi ve sonrasıyla AKPye verdiği desteğin karşılığını almaya çalışıyor. Nitekim Erdoğan, neredeyse tüm gezilerinde Salim Usluyu yanına alıyor. Salim Uslu milletvekili olmak istediğinde ise, Erdoğanın, Bekle seni Türkiyenin en büyük sendikacısı yapacağım derken neyi kastettiği şimdi çok daha iyi anlaşılıyor. Çoğunlukla Türk-İşe bağlı sendialarda örgütlü tarım, orman, belediye işkolları başta olmak üzere çeşitli sektörlerdeki kamu işçileri, hükümet zoruyla Hak-İş sopası altına çekilmeye çalışılıyor. Bu yolla AKP şahsında islami gericiliğin işçiler içindeki etkinliğinin arttırılması, son kertede ise sermayenin egemenliği ve denetiminin daha da perçinlenmesi hedefleniyor.
İşçiler baskı ya da rüşvetle bu oyuna geldikleri durumda kaybeden öncelikle işçi sınıfı olacaktır. Elbette Türk-İş bürokrasisinin Hak-İşten aşağı kalır yanı yok. Hatta tarihsel tartıya vurulduğunda Türk-İş ağalarının sicilinde hiçbir yerde olmadığı kadar ihanet var. Metal gibi bazı işkollarında ise Hak-İşe rahmet okutacak mafyacı-faşist sendikalara yaslanıyor. Keza bugün AKP hükümetinin işçi sınıfının sendikal örgütlülükleri üzerinde böyle açık ve kirli bir şekilde oynayabilme cüreti göstermesi, dahası Salim Uslu gibi melanetlerle uğraşmak zorunda kalması, Türk-İş bürokrasisinin sermaye iktidarına yaptığı hizmetler sayesinde mümkün olabilmiştir. Kaldı ki Orman-İş Sendikası başkanı, Salim Usluyla yarıştırıldığı bir TV programında, sorunu hükümetle müzakere ederek çözmeye çalıştılarını, bu çerçevede bakanlarla görüştüklerini, Abdullah Gülün kendilerine bürokratların girişimlerinden haberleri olmadığını, Türk-İşin AKP için önemli olduğunu söylediğini, bunları şube başkanlarına faksla bildirdiğini utanıp sıkılmadan söyleyebiliyor. Herşeye rağmen mevcut koşullarda Hak-İşe geçmek, sermayenin işçi sınıfı içindeki tahakkümünü pekitirmek dışında bir anlam taşımıyor.
Fakat Türk-İşte kalma mücadelesinin, sendikal ağalık sistemini güçlendirme aracına dönüştürülmesini de engellemek gerekiyor. Halihazırda olay fillerin tepişmesi biçiminde cereyan ediyor. Fillerin ikisi isteyerek, diğeri istemeyerek birbiriyle tepişiyorlar. İstemeden de olsa bir hayli kirli çamaşır ortalığa saçılıyor. AKP hükümetinin olduğu kadar sendika bürokrasisinin de iğrenç yüzleri ortaya çıkıyor. Görüldüğü gibi her iki taraftaki ağaların güvendikleri öncelikle sermaye hükümetidir. İşçilerin iradesinin hiçbir anlamı yok onlar için. Ancak çok sıkıştıklarında işçilere gidiyorlar. O yüzden gerek orman işçileri, gerekse AKPnin Hak-İşi devreye sokarak denetime almayı planladığı başka işkollarındaki işçiler, fil tepişmesinin bir kez daha açı&curen;a çıkardığı gerçekleri görerek, hak ve özgürlükleri için sınıf mücadelesi yolunu tutmalıdırlar.
Ancak sınıfın gerçek çıkarlarına hizmet eden bir mücadele, işçilerin öz örgütleri üzerinden bu denli kirli rant kavgalarının, bu denli pervasızca yapılmasını engelleyebilir. İşçileri ancak böylesi çok sıkıştıkları durumlarda eyleme geçirenler, öncekiler bir yana 3 Kasımdan bu yana işçi sınıfına ve emekçilere karşı saldırı üstüne saldırı yapan, kölelik yasalarını görülmedik bir kolaylıkla çıkaran, ülkeyi babalar gibi satan AKP hükümeti şahsında sermaye iktidarına karşı mücadele yolunu tutsalardı, bugün bu kadar rezilce durumlara düşmezlerdi. Ama ne gezer... Sendika ağaları saldırılara karşı mücadele etmek şöyle dursun, bizzat sermaye iktidarının saflarında saldırıların planlamasına katıldılar.
Dolayısıyla bağımsız sınıf çıkarları temelinde bir mücadele geliştirmek sorumluluğu her zamanki gibi, öncü, bilinçli unsurlar başta olmak üzere işçi sınıfına düşüyor. Hem AKP hükümeti ve arkasındaki sermayeye karşı mücadelenin geliştirilmesi, hem de sendikaların gerçek mücadele araçlarına dönüştürülebilmesi için bir kez daha tabandan bağımsız inisiyatif geliştirmeye ihtiyaç var. Bağımsız taban inisiyatifine dayalı bir mücadele geliştirilmediği sürece yaşananlar, filler tepişir çimenler ezilir olayından ibaret kalır.