İçindekiler:

7 Ocak 2024
Sayı: KB 2024/01

Yeni bir kavga yılına girerken...
Ya barbarlık içinde çöküş ya sosyalizm!
Gerici faşist iktidarın "sadaka" rejimi
AKP-MHP koalisyonu: "Yerli/milli" NATO'cular
Yine şoven histeri yine saldırganlık
İsrail'le ticareti arttırıldı
İşçi ve emekçilerin direniş panoraması!
Özak Tekstil'de işçilerin birliği sermayeyi yenecek!
Erdoğan asgari sefalet ücretini belirledi
Asgari Ücret Tespit Komisyonu tiyatrosu
TKİP VII. Kongresi kapanış konuşması
Emperyalist hegemonya krizinin tablosu
Gazze'de direniş sürüyor
İsrail'in barbarlığı ve artan uluslararası "baskı"
Japon emperyalizmi piste çıkıyor
Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht
Kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesi sürüyor...
Kreş hakkı için mücadeleye!
2023 yılı ve gençliğin mücadele tablosu
Boğaziçi Üniversitesi'ne yeni saldırı.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Saray rejimi: Yine şoven histeri yine saldırganlık

 

Türk devletinin Irak Kürdistan Bölgesi’nde devam saldırıları kapsamında yaşanan çatışmalarda 12 askerin hayatını kaybetmesi, AKP-MHP rejimi tarafından ırkçılığı körükleme kampanyasına çevrildi. Her olayı sefil siyasi çıkarları için istismar eden saray rejimi, şimdi de ölüme sürüklediği askerlerin cenazeleri üzerinden siyasi rant devşirmeye çalışıyor.

Gerici rejimin ilk yaptığı şey AKP, MHP, İYİ Parti, Saadet Partisi dörtlüsü tarafından imzalanan ortak bir bildiri yayınlamak oldu. İktidardaki dinci-ırkçı AKP-MHP, ‘muhalefetteki’ dinci-ırkçıları da kervana katarak tiksinti verici bir şoven kampanya başlattılar. Hamasi, ırkçı, savaş kışkırtıcısı laflardan ibaret bildiriye imza atmayan CHP ile DEM Parti’ye karşı ilk saldırıya geçen AKP şefi Tayyip Erdoğan oldu. Onu sokak çeteleri, saray beselemesi medya ve maaşlı trol ordusu takip etti. Yanı sıra sarayın dalkavukluğundan vaz geçmeyen Perinçekçi tayfa da şoven-ırkçı histeriyi körükleme taburuna katıldı. Bu arada Perinçekçi Aydınlık gazetesi ise dinci-faşist medya ile aynı telden çalarak sarayın “lağım korosu” içinde hak ettiği baş köşeye yerleşti.

Irak’ta işgalci güç bulundurmak kime hizmet ediyor?

Saray rejimi “Pençe-Kilit operasyon bölgesi” adını verdiği alanda onlarca askeri üs kurdu. Oysa bu bölge Irak sınırları içinde yer alıyor. Buna rağmen Türk Silahlı Kuvvetleri ( TSK) yıllardan beri bölgeye yığınak yapıyor. TSK’nin belli bölgeleri işgal etmesini “teröre karşı savaş” demagojisi ile meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Oysa işgal işgaldir. Nitekim hem Bağdat’taki Irak hükümeti hem bölgede yaşayan halklar TSK’nin işgal ettiği bölgelerden çekilmesini talep ediyor.

TSK fırsat bulduğunda PKK gerillalarına saldırmakla kalmıyor, sık sık sivilleri de hedef alıyor. Birçok kez sivil halk üzerinde bombalar arttı. Ancak TSK’nin tek derdi PKK ile savaş olsaydı onlarca askeri üs kurmasına gerek olmazdı. Bu işgal, saray rejiminin yayılmacı/ilhakçı politikasına dayanmaktadır. Kürt halkına düşmanlıkla yayılmacı hırsın içiçe geçmesinin yansıması olan bu politika gereği TSK bölgeden çekilmiyor. Tersine, halen yeni üsler kurumaya çalışıyor.

 TSK’nin Irak topraklarını işgal etmesi ne halkların ne işçi ve emekçilerin talebidir. Zira yayılmacı/ilhakçı politikanın maliyetinin tüm yükleri de emekçilerin sırtına yıkılıyor. Irak topraklarını işgal etmek, işsiz kaldığı için sözleşmeli er olanların talebi de değildir. Bu, olsa olsa saray rejimi ile onun etrafındaki semirmiş kapitalistler ve vurgun peşinde koşan mafyatik şirketlerin çıkarına hizmet edebilir. Hal böyleyken ölüme sürüklenen askerlerin ardından “vatan savunmasında şehit düştüler” nutukları atılması kaba bir riyakarlıktan başka bir anlam taşımıyor. Zira birtakım gerekçeler uydurup komşu bir ülkenin topraklarını işgal etmek meşru olmadığı gibi, orda ölmenin vatan topraklarını savunmakla bir ilgisi de yoktur.

NATO’cuların “anti-emperyalizm” sahtekarlığı

Hayatını kaybeden askerlerle ilgili peş peşe konuşmalar yapan AKP şefi, olayı şimdiden başlattığı seçim kampanyasının malzemesi olarak kullanmaya başladı. Irkçı-saldırgan üslubunu sertleştirirken, TSK’nin kayıplar vermesini “emperyalist güçlere” bağladı. Önceki nutuklarında ortaya attığı “terörü bitirdik” iddiasının uydurma olduğunun ortaya çıkmasından hareketle “olayın arkasında dış güçler” var diyerek yine uydurma bir yalanla sorumluluğu üstünden atmaya çalışıyor.

“Emperyalist güçler” lafı ile ABD’yi kasteden Erdoğan, NATO zirvesinde boy gösterip ABD ile ilişkileri geliştirmekten söz eden, İsrail Gazze’de soykırım yaparken İsveç’in NATO üyeliğini imzalayıp meclise gönderen kendisi değilmiş gibi “emperyalistlere karşıymış” havalarında laflar ediyor.

Oysa askerlerin hayatını kaybettiği günlerde saray rejiminin temsilcileri Washington’da emperyalistlerle “savunma” ile ilgili üst düzey görüşmeler yapıyordu. Her fırsatta NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip olmakla övünen, batılı emperyalistlerden buna göre ilgi bekleyen de Erdoğan’dan başkası değildir. Ülkenin dört bir yanındaki NATO ve ABD üslerine “iftiharla” ev sahipliği yapan Erdoğan’ın saray rejimi, tüm bunlar yetmiyormuş gibi Malatya Kürecik’te İsrail’e istihbarat sağlayan bir radar üssünün kurulmasına da onay vermiştir. Bu zihniyette olan birinin “emperyalizm karşıtlığı” havalarına girmesinin bir nedeni kaba riyakarlıksa bir diğeri ise bu sahte söylemlerle oy devşirme hesapları yapmasıdır.

Yeniden Siyonist İsrail tetiklerine dönüş

Irkçı-siyonist rejimin Gazze’ye dönük savaşı başlamadan kısa bir süre önde AKP şefi, Rojava’daki özerk yönetimi ve orada yaşayan halkları tehdit etmiş, altyapı tesisleri, elektrik santralleri, fabrikalar, işletmeler gibi yaşamın devam ettirilmesinde kritik yeri olan tesisleri “meşru hedef” ilan etmişti. Saldırıları başlatan saray rejimi, Gazze olayı patlak verince saldırılara ara vermek zorunda kalmış, ancak buna rağmen SİHA’larla yapılan suikastlar devam etmişti.  

Görüldü ki, saldırılara ara verilmesi politika değişikliğini yansıtan bir tutum değil. Belli ki, İsrail’le aynı kefeye konulmaktan çekindiği için frene basmak zorunda kalmıştı. Çünkü kendisi bir benzerini yaparken, siyonist rejimin işlediği savaş suçlarına dair nutuk atması kolay olmazdı. Şimdi 12 askerin yaşamını yitirmesini bahane ederek histerik bir şekilde bombalamaya başladı. Kürt kaynakların verdiği bilgiye göre sivil altyapının hedef alındığı saldırılarda farklı kentlerde çok sayıda fabrika da bombalandı.

Mezopotamya ajansı saldırılarla ilgili haberinde şu bilgilere yer verdi: “Türkiye, 23 Aralık’tan bu yana Kuzey ve Doğu Suriye bölgelerinin altyapısına, kent merkezi ve hizmet merkezlerine saldırıyor.  Saldırılara karşı bölge bileşenleri ve yurttaşlarından yüzlerce kişi alanlara çıkarak protesto etti.”

Rojnews’in haberine göre ise Kobani’de Kürt Kızılay’ı Heyva Sor’a ait bir hastane de bombalandı. Haberde şu bilgilere de yer verildi:

“Türk devletinin bu sabah Kobanê ve Qamişlo kenti ve civarına düzenlediği saldırılarda onlarca altyapı merkezi hedef alındı. Saldırılar sonucunda 7 sivil katledildi, 9 kişi de yaralandı.”

PYD: “Uluslararası Koalisyon saldırıların sonuçlarından sorumludur”

Türk ordusunun günlerdir hiçbir sorunla karşılaşmadan bombardıman yapması, hava sahasını kontrol eden ve başını ABD’nin çektiği Uluslararası Koalisyon ile anlaşmalı olduğu kanısını güçlendiriyor. PYD’nin bu güçlere “sessizliğinize son verin” diye çağrıda bulunması da buna işaret ediyor.

Rojnews’in haberinde yer verdiği PYD’nin çağrısında şu ifadeler de yer aldı: “Bu saldırılara karşı sessizliğiniz, saldırıların sonuçlarından sorumlu olduğunuz anlamına geliyor. Bu nedenle çocuklarımızın katledilmesine neden bu sessizliğinize son vermeye ve gerekli tutumu göstermeye çağırıyoruz. Demokratik Güçlere de bölge halkını desteklemeleri çağrısında bulunuyoruz.”

PYD, “uluslararası topluma” da şu ifadelerle seslendi: “Bu bir soykırım saldırısıdır, Kürt, Arap, Süryani, Asurî, Türkmen, Çerkez ve Ermeni halklarına yönelik bir saldırıdır. Tüm dinlere karşıdır, ortak yaşam ve geleceğe karşıdır. Tüm insani ve savaş hukukunu ihlal ediyor. Uluslararası toplumun utanç verici tutumunu kınıyoruz ve sorumluluklarını yerine getirmesi çağrısında bulunuyoruz.”

İsrail’in Gazze’deki soykırımına bile seyirci kalan “uluslararası toplum”, göründüğü kadarıyla işlevsiz bir acizlik içindedir. Hal böyleyken dinci-faşist rejime karşı ciddiye alınabilecek bir tutum alması mümkün değil. Saldırganlık ve savaşa etkin bir şekilde karşı çıkmak ise ilerici-devrimci güçlerin, işçilerin ve bütün halklardan emekçilerin görevidir.