İçindekiler:

1 Ağustos 2021
Sayı: KB 2021/Özel-27

Faşizme ve ırkçılığa karşı omuz omuza!
Seçim hesapları ve Kürt sorunu
Covid-19 salgınında vahşi sömürü...
Yaşam alanlarımız için mücadeleye!
AKP iktidarının “küresel ısınma” bahanesi
İnternet yayıncılığı rejimin hedefinde
“Sağlıkta daha çok sorun yaşanacak”
Yasalar ve sınıf mücadelesi
Sinbo direnişçisinin Ankara yürüyüşü...
İstanbul Sözleşmesi ve mücadele
Boğaziçi Direnişi sürüyor...
Marx ve Engels’ten "Genelge Mektup"... Burjuva sosyalizmi üzerine
Alman devleti anti-komünizmi tırmandırıyor
Brauns: Almanya'nın antikomünizmi...
Cenevre Mülteci Sözleşmesi’nin 70. yılı
Emperyalistlerin harap ettiği Afganistan
Kapitalizm, iklim krizi ve “doğal afetler”
Dünyayı insanlığa dar edenler...
“Örgütlülük sadece müzisyenler için değil”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Kapitalizm, iklim krizi ve “doğal afetler”

Eylem Güneş

 

“Acayipleşti havalar
Bir güneş, bir yağmur, bir kar
Atom bombası denemelerinden diyorlar
Stronsiyum 90 yağıyormuş
ata, ite, ota,
umuda, hürriyete,
kapısını çaldığımız büyük hasrete
Kendi kendimizle yarışmadayız
Ya ölü yıldızlara götüreceğiz hayatı
Ya dünyamıza inecek ölüm!”
Nazım Hikmet

 

Gezegenimiz kapitalist sistemin yarattığı iklim krizinin sonuçlarını yaşıyor. Küresel ısınmanın yol açtığı çevre felaketleri art arda geliyor.

Kuzey Amerika kıtası şu ana kadar görülmüş en aşırı ve en uzun süreli sıcak hava dalgasının etkisinde bulunuyor. ABD’nin batısında sıcaklıkların rekor düzeylere yükselmesi kuraklık tehlikesini derinleştirdi. ABD Kuraklık İzleme (USDM) verilerine göre, ülkenin yüzde 38’lik bölümünde kuraklık görülüyor. Kuraklığın neden olduğu su kıtlığından doğrudan ya da dolaylı etkilenen kişi sayısı 94 milyonun üzerinde. ABD’nin en büyük su rezervi Mead Gölü’nde şimdiye kadarki en düşük su düzeyi ölçüldü. Geçtiğimiz yıl dünya üzerindeki en yüksek sıcaklık olduğu belirtilen 54,4 derece, California’da kayıtlara geçmişti.

Son 84 yılın en sıcak yazının yaşandığı Kanada’nın batı eyaletlerinde olağandışı yüksek sıcaklıklar, 25 Haziran-1 Temmuz tarihlerini kapsayan dönem içinde 808 can kaybına neden oldu. Ölenlerin 300’ü ısının 46,9 santigrat dereceye kadar yükseldiği 29 Haziran günü kaydedildi. 3 Temmuz günü geniş bir alanda 12 bin kadar yıldırımın düştüğü, bunun sonucunda 136 yerde orman yangınının başladığı ifade ediliyor.

Kuzey Amerika kavrulurken, Güney Afrika’ya kar yağdı. Dünyanın geri kalanı şiddetli yağmur ve doluya, tayfun ve kasırgalara, su taşkınlarına, sel felaketlerine, toprak kaymalarına teslim olmuş durumda. 12 Temmuz’dan bu yana Almanya, Belçika, Hollanda, Avusturya, Fransa, İtalya, İngiltere, Danimarka, Polonya, Çekya, Meksika, Kosta Rika, Umman, Hindistan, Filipinler, Çin Türkiye şiddetli yağışların yol açtığı su taşkınlarına, sel felaketlerine sahne oldu. Tayfun ve kasırgalar birçok ülkede yıkıma neden oldu.

Avrupa’da su taşkınları, sel felaketi ve toprak kaymasının neden olduğu yıkım en fazla Almanya’nın batısını ve güneyini vurdu. Rheinland-Pfalz ve Kuzey Ren Vesfalya eyaletinde sel felaketi 179 can alırken, Rheinland-Pfalz eyaletinde 800’ün üzerinde kişinin kayıp olduğu bildiriliyor. Belçika’da art arda yaşanan sel felaketinin ilki 37 kişinin ölümüne yol açtı.

Hindistan’ın batısında şiddetli muson yağmurlarının neden olduğu sel ve toprak kaymalarında Maharashtra eyaletinde ölenlerin sayısı 130’u geçti.

Çin’de 8 ayda düşen su miktarının bir günde düşmesiyle orta bölgeler suya gömüldü. 2 Baraj, 22 köprü çöktü, 200 bin hektar toprak su altında kaldı. Henan vilayetinde 33 kişi hayatını kaybetti. 376 bin kişi bölgeden tahliye edildi. Sarı Nehir’de bir yılın toplamından daha fazla yağmur suyu toplandığı belirtiliyor. Meteorologlar bunun “ancak bin yılda bir kez” yaşanabileceğini vurguluyorlar. Çin kıyılarını güçlü bir tayfun vurdu. En çok Şanghay şehri ve Zhejiang eyaleti etkilendi. Şanghay’da üç yüz binden fazla insan tahliye edildi. Meteoroloji servisi, tayfunun kuvvetli rüzgarlar ve yağmurlarla birlikte Çin’in doğusunda uzun süre kalabileceğini tahmin ediyor.

Türkiye’de yoğun yağışların sebep olduğu sel felaketi Rize ve Artvin’i 8 gün arayla ikinci kez vurdu. Yaşanan felaketin görüntüleri, aklımıza “HES istemiyoruz!” diyen, ormanların yok edilmesine karşı ağaçlara sarılarak direnen Karadeniz’in kadınlarını ve onların üzerine taşları yuvarlayan sermaye rejiminin kolluk kuvvetlerini getirdi. Sermayenin çıkarları uğruna talan ve tahrip edilen Karadeniz’de, yol için binlerce ağaç kesildi, ormanlar yok edildi, dere yataklarına duvarlar örüldü, HES’ler yapıldı, doğa betonla doldu. Küresel ısınmanın getirdiği ani ve şiddetli yağışlar ve eko sisteminin bozulması alt yapının iyi olmaması ile birleşince bölge sel felaketlerine açık hale geldi.

Son haftalarda yaşanan yakıcı sıcak hava dalgası, ani, yoğun ve şiddetli yağışlar ve bunun sonucunda yaşanan sel felaketleri, toprak kaymaları, tayfun ve kasırgalar -tam da bilim insanlarının karbon salınımları arttıkça neler olabileceği konusunda uyardığı şey yaşanıyor. Küresel iklim krizi derinleşiyor!

Küresel ısınmadan sellere…

Atmosfere ne kadar çok sera gazı salınırsa, dünya o kadar çok ısınır ve dünyanın ısınmasıyla daha fazla su buharlaşır. Bu yıllık yağmur ve kar miktarının artmasına neden olur. Aynı zamanda, daha sıcak atmosfer daha fazla nemi depolar. Bu da yağışların yoğunluğunu artırır.

Doğa yasalarına göre yağmur, buharlaşarak yükselen su moleküllerinin, soğuk bir tabakayla karşılaştığında tekrar sıvıya dönüşerek yeryüzüne düşmesiyle oluşur ve düştüğü yerin konumuna göre hareket eder. Küresel ısınmanın getirdiği ani, şiddetli yoğun yağışlar toprağa o kadar büyük miktarda su getirir ki, bu su genellikle önceki yağışlarla zaten doymuş olan toprağa artık sızamaz. Suyun önü ememeyen ve geçirgen olmayan maddelerle de kapalıysa, su engeli aşmak için kendine yol arar. Akabilecek bir yol buluncaya kadar birikir, taşar. Bir yol bulduğu anda, biriken tüm su muazzam kuvvetlerle akmaya başlar ve hızla akan koca bir nehre dönüşür. Felaket bundan sonra başlar.

Felaketi yaratan doğa değildir!

Kapitalist sistemin daha fazla kâr için doğayı tahrip ve talan etmesi, sömürmesi, yaşam alanlarının betonlaştırılması, asfaltlaştırılması, ormanların yok edilmesi, yeşil alanlarda yapılaşma, vadi ve dere yataklarının doldurulması, nehirlerin doğal yataklarının değiştirilmesi felakete zemin hazırlar. Gerekli sel koruma önlemlerinin alınmaması, alınan tedbirlerin öncelikle maliyetten kaçınılarak yetersiz olması da yaşanan/yaşanacak olan felaketi büyütür.

Gerekli sel koruma önlemleri, işleyen bir erken uyarı sistemi ve iyi donanımlı ve etkili bir afet kontrol sistemi... Uluslararası uzmanlar, Almanya’da yaşanan sel felaketinde yüksek ölüm oranlarının doğrudan bununla bağlantısı olduğunu söylüyor. İngiliz Hidroloji Profesörü Hannah Cloke, The Times gazetesine yaptığı açıklamada, su baskınlarından dört gün önce sel uyarı sistemi olan EFAS ile Alman makamlarının uyarıldığını belirtiyor ve halkın erken bir zamanda tahliye edilmemesinden dolayı Alman makamlarını eleştiriyor. Aslında felaket “Geliyorum!” demiş ama Alman kapitalistleri insan hayatları üzerine Rus ruleti oynamışlar.

Avrupa’nın bu en zengin kapitalist ülkesinde bazı bölgelerde sirenlerin bulunmaması veya bunların çalışmamasından dolayı halkın sele karşı uyarılmadığı tartışılıyor. Bu bölgeler ölüm oranının en yüksek olduğu yerler. Yıllardır belediyelerin afetten korunma bütçelerinde kesintilere gidilmesi, uyarı sirenleri ağının büyük ölçüde ortadan kaldırılması, sel koruması için gerekli harcamaların yapılmaması da Alman kapitalistlerinin insan yaşamına zerrece önem vermediğini gösteriyor.

Sera gazlarının atmosferde artışı ve küresel ısınma

Dünya, üzerine düşen güneş ışınlarından çok dünyadan yansıyan güneş ışınlarıyla ısınır. Şöyle ki, güneşten gelen ve yeryüzüne ulaşan ışınların yarısı yeryüzünden tekrar geri yansır. Atmosferde bulunan sera gazları (karbondioksit, metan, su buharı, nitröz oksit, ozon...) geri yansıyan bu ışınların bir kısmını tutar ve yeryüzünde ısı kaybına engel olur. Bu gazlar sayesinde yeryüzünde sıcaklık, tüm canlıların yaşamını sürdürmesine imkan verecek ısı düzeyine ulaşır.

Fakat atmosferde sera etkisi yaratan bu gazların oranının artması, atmosferin etrafında sera gazı katmanlarının oluşmasına neden olur. Bu katmanlar yeryüzüne ulaşan güneş ışınlarının dünyadan uzaya geri dönmesine engel olur ve ısıyı hapsederek yeryüzünde kalmasına yol açar. Bu ise, yer yüzeyinin ve denizlerin sıcaklık ortalamalarının yükselmesine ve küresel ısınmaya sebep olur.

Sera gazlarının yoğunluğunun artmasına fosil yakıtların kullanımı ve endüstrinin yanı sıra ormansızlaşma gibi arazi kullanımı değişikliği neden olmaktadır. Birçok sera gazının atmosferdek yoğunluğu sanayi devriminin başlangıcından, yaklaşık 1750’den bu yana artmıştır. Örneğin, karbondioksit yoğunluğu, 280 ppm’den 2019 yılında 415 ppm’ye yükselerek, yüzde 45 artış göstermiştir. Bu 120 ppm artışın 30 ppm’i 200 yıl içinde gerçekleşirken, 90 ppm’lik artış 1958-2015 yılları arasında kaydedilmiştir.

Araştırmalara göre küresel ısınma

İklim konusunda uzman bilim insanları, mevcut sera gazı emisyon oranlarının örneğin karbon salınımlarının azaltılmadığı veya durdurulmadığı taktirde çok ağır ve geri dönülemez sonuçların ortaya çıkabileceği konusunda uyarıyor. Araştırmalar 2019 yılında ortalama sıcaklığın sanayi öncesi döneme göre 1,1 derece arttığını, mevcut sera gazı emisyon oranları devam ederse, dünya yüzeyinin ortalama sıcaklığının 2036 yılına kadar 2°C kadar artabileceğini gösteriyor. Dünya ısısının yalnızca 1 derecelik artışı bile kasırgalara, soğuk girdaplara, aşırı yağışlara, sel felaketlerine, toprak kaymalarına, sıcak hava dalgalarına, kuraklığa, orman yangınlarına yol açarak, doğayı ve tüm canlıların yaşamını tehdit etmekte.

Dünya Meteoroloji Örgütü, en sıcak yirmi yılın hepsinin son 22 yıl içerisinde yaşandığını söylüyor.

Dünya genelinde, ortalama deniz suyu yüksekliği 2005-2015 yılları arasında yılda 3,6 milimetre arttı. Araştırmalar ayrıca derin okyanusların karbondioksit emiliminin daha yüksek bir seviyeye ulaştığını gösteriyor. Bu da küresel ısınmanın okyanuslarda daha büyük olacağına, deniz seviyesinin yükselmesinin artacağına işaret ediyor. Kutuplardaki buzullar eriyor. Birçok ada devletinin ve alçak kara parçasının sular altında kalma riski büyüyor.

İklim bilim insanları küresel ısınmanın yüksek bölgelerdeki sürekli donmuş toprak tabakasının erimesine yol açacağını, bu erimenin donmuş topraktaki metan türünden sera gazlarının atmosfere salınmasına neden olabileceğini, bunun ise sıcaklığın daha da artmasına yol açabileceğini söylüyorlar. Ayrıca atmosfere salınan karbondioksit oranı arttıkça okyanusların gaz miktarının artacağını, bunun da sularının daha da asitlenmesine sebep olacağını ve mercan kayalıklarının yok olacağını dile getiriyorlar.

Bilim insanlarının açıklamalarına göre, çölleşme ve kuraklık artacak, dünyamızın akciğerleri olan ormanların yanması ile oksijen sürekli azalacak, hava kirliliği artacak, tatlı su kaynakları azalacak. Tüm dünyada canlı türlerinin yüzde 30’u yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak. Dünyanın temel besin maddeleri azalacak, yiyecek stokları tükenecek, kıtlık yaşanacak vs.

Küresel Gıda Krizleri Raporu, yalnızca 2017’de 23 ülkede yaklaşık 39 milyon insanın iklim olayları nedeniyle artık yeterince beslenemediğini belirtiyor.

Dünya Sağlık örgütü milyonlarca kişinin kirli suyun neden olacağı hastalıklar, yetersiz beslenme ile karşı karşıya kalacağını açıkladı.

Öte yandan yüz milyonlarca insanın, iklim koşulları nedeniyle göç edeceği öngörülüyor. Ülke İçinde Yerinden Olma (IDMC) Küresel 2021 Raporu, kasırgalar sonucunda Bangladeş, Bhutan, Hindistan ve Myanmar gibi ülkelerde beş milyon kişinin yerinden olduğunu, doğal felaketler nedeniyle dünyada 7 milyon kişinin göç etmek zorunda kaldığını bildirdi.

Küresel iklim krizi kitlelerde öfkeyi büyütüyor

Ekolojik yıkım ve son yıllarda art arda yaşanan çevre felaketlerinin yıkıcı sonuçları küresel iklim krizine karşı kitlesel duyarlılığın artmasına ve kitlelerin harekete geçmesine neden oldu. Kitlelerin kapitalist devletlere iklimin korunması yönünde yaptığı basıncın sonucu olarak kapitalist dünya, biraz da kitlelerin öfkesini yumuşatmak için iklim zirveleri düzenlemek zorunda kaldı. Kyoto Protokolü’nden sonra, 2015’te kabul edilen Paris İklim Anlaşması da göstermelik önlemlerin yer aldığı bir belgeden ileri gidemedi. Kapitalist devletlerin iklimi koruma konusundaki ikiyüzlü tutumu kitlelerin tepkilerine yol açtı.

Tepkiler giderek artıyor ve kitlesel gösterilerle kendini dışa vuruyor. Özellikle gençlerin harekete geçmesi ile Fridays for Future (FFF-Gelecek için Cumalar) hareketi her hafta kitlesel iklim eylemleri gerçekleşti, öğrenciler dersleri boykot ederek eylemlere katıldı. Küresel düzeyde gerçekleşen iklim grevlerinde ise dünyanın dört bir yanından on milyonlarca kişi sokaklara çıkarak, protestolu gösteriler düzenledi, sorunu tüm toplumun gündemine soktu.

Sorunun kaynağı olanlar, sorunun çözümü olamazlar!

Kapitalistler küresel ısınma ve iklimin korunması konusunda bugüne değin bir çözüm üretmiş, bir adım atmış değiller. Aksine orta yerde imzaya açılmış bir iklim sözleşmesi dururken, atmosferdeki sera gazı miktarı artmaya devam etti. Bunun sonucu olarak küresel ısınma daha da arttı.

Küresel ısınmanın kaynağı kapitalist üretim tarzı ve sera gazı salınımının büyük bir bölümünden sorumlu olan uluslararası dev kapitalist tekellerin faaliyetleridir. Tam da bu nedenledir ki, iklim değişikliği gibi bir felaketin temel kaynağı olan kapitalizm iklim krizini çözemez. Dünyada en fazla karbon salınımına yol açan ABD, AB ve Çin gibi kapitalist ülkeler ve buralarda faaliyet gösteren, bankalar, petrol tekelleri, otomotiv ve metal tekelleri ısının küresel artışından ve dolayısıyla yaşanan ve yaşanacak olan tüm felaketlerden sorumludur.

Daha fazla kâr için, aşırı üretim ve tüketim, aşırı sömürü ve dünya kaynaklarının vahşice sömürülmesi ve talan edilmesi üzerine kurulan kapitalist sistem, gezegenimizi ve insanlığı yok oluşa sürüklemektedir. Çünkü kapitalizm insan ve doğanın sömürülmesinden beslenir. Çünkü kapitalizm doğası gereği insanlığın ve doğanın geleceğini değil, hizmet ettiği sınıfın, kapitalist tekellerin, banka ve şirketlerin çıkarlarını ve ihtiyaçların gözetir, onlara göre politikalarını belirler.

Bu nedenle kapitalist çıkarlara hizmet eden hükümetlerden iklim krizini çözme yönünde politikalar üretmesi ve uygulaması beklenemez. Tam da bu nedenle iklimin korunması için verilen mücadele kapitalizme karşı mücadelenin ayrılmaz bir parçası olmak durumundadır. Tüm sorunların olduğu gibi, küresel iklim krizinin de gerçek ve kalıcı çözümü ancak kapitalist sistemin temellerine vurmakla mümkün olacaktır. Bunu başaracak olan işçi sınıfıdır, onun örgütlü mücadelesidir.