İçindekiler:

1 Ağustos 2021
Sayı: KB 2021/Özel-27

Faşizme ve ırkçılığa karşı omuz omuza!
Seçim hesapları ve Kürt sorunu
Covid-19 salgınında vahşi sömürü...
Yaşam alanlarımız için mücadeleye!
AKP iktidarının “küresel ısınma” bahanesi
İnternet yayıncılığı rejimin hedefinde
“Sağlıkta daha çok sorun yaşanacak”
Yasalar ve sınıf mücadelesi
Sinbo direnişçisinin Ankara yürüyüşü...
İstanbul Sözleşmesi ve mücadele
Boğaziçi Direnişi sürüyor...
Marx ve Engels’ten "Genelge Mektup"... Burjuva sosyalizmi üzerine
Alman devleti anti-komünizmi tırmandırıyor
Brauns: Almanya'nın antikomünizmi...
Cenevre Mülteci Sözleşmesi’nin 70. yılı
Emperyalistlerin harap ettiği Afganistan
Kapitalizm, iklim krizi ve “doğal afetler”
Dünyayı insanlığa dar edenler...
“Örgütlülük sadece müzisyenler için değil”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Junge Welt yazarı Nick Brauns:

“Antikomünizm, Alman devletinin
temel karakteristiğidir”

 

Alman devletinin son dönemde sola karşı yoğunlaştırdığı baskı ve yasaklama furyası üzerine, Junge Welt yazarı Nick Brauns ile konuştuk…

 

- Sevgili Nick, okuyucularımız seni sadece tarihçi ve gazeteci olarak değil, Orta Doğu ve Avrupa, bilhassa Almanya sol hareketleri hakkında oldukça deneyimli ve birikim sahibi olarak da tanımaktadır. İki hafta önce, Almanya Yüksek Seçim Kurulu, aklama raporunun gecikmeli sunulmasını bahane ederek, DKP’nin (Almanya Komünist Partisi) eylül ayında göreceleştirilecek federal seçimlere katılmasını engelleyeceğini açıkladı. Bunun yanı sıra aynı kurul faşist parti ve gruplara karşı oldukça toleranslı ve sınırsız bir propaganda özgürlüğü arayışında görünüyor. Öncelikle bu konuda ne söylemek istersin?

Antikomünizm, Alman devletinin “yüce çıkarları” için vazgeçemeyeceği temel karakteristiğidir. 1956 yılında KPD’nin yasaklanması ve ardından 70’li yıllarda komünistlerin her türlü kamu görevinden men edilmelerini öngören kararnameler bu durumun küçücük örnekleridir. Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin (DDR) ilhakı dahi Alman devletinin bu tutumunu milim geriletmemiş, aksine komunizm düşmanlığını daha da katmerli bir hale getirmiştir. Öyle ki sosyalizme ait her türlü başarıya ve alternatif düşünceye tahammül edemeyip, alternatif bir düşünce olarak sosyalizmi sürekli bir biçimde şeytanlaştırmaya çalışmışlardır. DDR’de görev yapmış parti yöneticilerine ve politikacılara karşı yoğun cezai kovuşturma ve toplumsal ayrımcılık 1990’dan sonra başlamış olsa da Batı Almanya’da faşizm ile ilgili hiçbir zaman karşılaştırılabilir bir hesaplaşma olmamıştır. Aksine, Federal Almanya’daki yargı, polis, gizli servisler ve ordu, komünizme karşı mücadele etmek için ihtiyaç duyulan eski Nazi’ler tarafından inşa edilmiştir. Faşist partiler egemen sınıflar tarafından sürekli kirli işlerde yardımcı birlikler olarak görülmüş ve görülmektedir. Bu nedenle, faşist NPD (Almanya Ulusal Demokratik Partisi) hiçbir zaman yasaklanmamış, aksine Anayasayı Koruma Dairesi ile olan ilişkileri açısından, Anayasa Mahkemesi’nde açılan ilk kapatma davasında, “Devlet için bir tehlike teşkil etmediği” değerlendirilerek, dosya kapatılmıştır.

- Federal Seçim Kurulu’nun DKP’ye karşı bu tutumunu nasıl anlamalıyız? Bugüne kadar DKP’nin seçimlere katılması konusunda herhangi bir sakınca görmeyen ve yasaklama gereği duymayan Seçim Kurulu’nun bu tavrı bir korkunun ifadesi olarak mı anlaşılmalı, yoksa farklı bir mesaj mı verilmek isteniyor?

Egemen sınıfların bugün DKP’den korkmasını gerektirecek herhangi bir şey yok. Zira o küçük bir parti ve seçimlerde hissedilebilir oya da sahip değil. Büyük toplumsal çatışmalar da olmadığından, komünistler şu anda kayda değer toplumsal etki alanı da yaratamıyorlar. Lakin DKP’nin seçimlerden dışlanması ve parti statüsünün geri alınma tehdidi, örgütlü sosyalist, komünist ve antifaşistlere karşı topyekûn bir saldırı stratejisinin parçası olarak görülmelidir. Burada, geniş protestolardan dolayı geri alınan İçişleri Bakanı Seehofer’in antirepresyon örgütü Rote Hife’ye (Kızıl Yardım) yönelik yasaklama tehdidi ve en büyük antifaşist örgüt olan VVN-BdA’nın (Nazi Rejimi Mağdurları Birliği-Alman Antifaşistler Birliği) kamu yararı sıfatının geri alınmasından Junge Welt gazetesinin Anayasa Koruma Örgütü tarafından gözetlenmesi ve ayrıca Marksist günlük gazete Junge Welt’e verilen ekonomik zarar arasındaki bağı da görmemiz gerekir.

- Alman emperyalizmi bir yandan demokrasi ve özgürlükler yalanı adına dünyanın dört bir tarafında işgallere ve operasyonlara katılırken, kendi içinde her türlü anti-demokratik uygulamaları (yeni Polis Yasası gibi) hayata geçiriyor ve bu konuda ciddi bir toplumsal baskı da oluşmuyor. Bu durumu nasıl okumak gerekiyor?

Emperyalizmin temsilcilerinin sözünü ettiği özgürlük, her zaman sermayedarlar sınıfının sınırsız sömürü ve kâr elde etme özgürlüğüdür. Almanya’da şu an egemen sınıfa tehdit oluşturabilecek kayda değer bir toplumsal protesto hareketi yok. Ancak solcuların çoğunda bezginlik hakimken, egemen sınıflar stratejik düşünmektedirler. İşlerin her zaman böyle sakin olmayacağını biliyorlar ve daha keskin toplumsal çatışmalara ve sınıf mücadelesine hazırlanıyorlar. Yasaları sertleştirmeleri ise bir nevi önleyici karşı devrimdir. Yeni Polis ve Toplanma Yasası’na karşı sol radikallerden futbol taraftarlarına ve sendikacılara kadar uzanan geniş ittifaklar kuruldu. Bu olumlu bir gelişme. Lakin çoğu insan, bu kısıtlamaların kendilerini nasıl etkileyeceğini henüz bilmemektedir. Bilindiği üzere, sadece direnenler prangalarını hissederler. Bunun farkındalığı zaman alacaktır.

- DKP’nin seçimlere katılmasının engellenmesi konusunda Alman sol hareketi içinde ciddi bir dayanışma görüyor musun? Değilse, bunu neye bağlıyorsun?

Görebildiğim kadarıyla sol hareket içinde DKP ile oldukça büyük bir fiili-sözlü dayanışma var. DKP’nin seçimlerde direkt rakibi olan Almanya Marksist Leninist Partisi (MLPD) dahi anında dayanışmasını beyan etti. DKP’ye siyasi olarak uzak duran ve seçimlere önem biçmeyen sol radikal ve otonom gruplar, DKP’ye yönelik saldırının bir bütün olarak sol harekete karşı yapılan bir saldırı olduğunu anladılar ve dayanışmada olduklarını açıkladılar.

- Aldığımız bilgilere göre, Yüksek Seçim Kurulu’nda bir “Sol Parti” (Die Linke) temsilcisi de yer alıyor ve söz konusu kararı da onaylamış bulunuyor. Bu tutumu nasıl açıklarsın? “Bir talihsizlik” olarak mı anlamak gerekiyor, yoksa genel anlamda Die Linke’nin tutumunu mu yansıtıyor?

Muhtemelen bir “talihsizlikti” ve partinin duruşunu yansıtan ideolojik bir tutum değildi. Seçim Kurulu’nda Sol Parti yönetimi adına bulunan temsilci parti tarafından alelacele gönderilen biriydi. Söz konusu olan bayan yoldaş, görevi için ne iyi hazırlanmış ne de Seçim Kurulu Başkanı’nın entrikasını fark etme yeteneğine sahipti. Bu nedenle parti yönetiminin kendisine, neden böyle deneyimsiz bir yoldaşa bu görevi emanet ettikleri sorusunu sorması gerekiyor. Sol Parti’nin, Komünist Platform, Anti-Kapitalist Sol ve Sol Gençlik gibi değişik akımları DKP ile dayanışma göstermiştir.

- En köklü sosyal demokrat bir parti olarak SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) ve devlet ilişkisi bugünkü Sol Parti’ye fazlasıyla sirayet etmiş görünüyor. Aradaki ayrım çizgileri tamamen ortadan kalkmış diyebilir miyiz? Yakın döneme kadar ortak resim verilmesinin sakıncalı olduğu bir Sol Parti’den bugünlere geldik ve yeni günah keçisi olarak DKP mi seçilmiş bulunuyor?

SPD, birinci dünya savaşından sonra ve Prusya ordu devletiyle devrime karşı ittifaka girdikten sonra bir nevi devletle bütünleşerek yükseldi ve bugüne kadar da bir devlet partisi olarak kaldı. Sol Parti veya önceki adıyla (Demokratik Sosyalizm Partisi) PDS de bu süreç biraz farklıydı. PDS, DDR’in (Alman Demokratik Cumhuriyeti) sosyalist partisi olan SED’in devamıydı. 1989 senesindeki karşı devrimle birlikte bu devletin karakteri komple değişti ve bürokratikleşmiş bir işçi devleti yerine, kısmi sömürgeci özelliklere sahip bir burjuva devleti inşa edildi. Artık kendisini PDS içinde bulan DDR’in eski devlet kastı kısmen oldukça muhafazakardı. Küçük muhalif partilerden ve parlamento dışı hareketlerden gelen Batı Almanya PDS üyelerinin aksine Doğu Almanya PDS üyelerinin hiçbir zaman devlete karşı kendi taleplerini sokağa taşıma deneyimleri olmamıştı. Programları, bütün sosyalist retoriğin dışında ve bir an evvel devletin kontrolünü ele geçirme çabasını içermekteydi. Bu politikayı bugün sol fraksiyonun eş başkanı Dietmar Bartsch ve partinin bütün Doğu Almanya eyalet birimleri temsil ediyor. Sahra Wagenknecht de Sol Parti’yi iktidara getirmek istiyor. Sahra Wagenknecht’in kitaplarını sonuna kadar okuduğunuzda, ısıtılmış eski sosyal demokrat çözüm önerileri getirdiğini görüyorsunuz. Sol Parti içindeki Hareket-Sol ve Anti-Kapitalist Sol gibi mücadeleci kanatlar için DKP’li yoldaşlar sahada önemli ittifak ortaklarıdır. Sendikal ve barış hareketi çalışmalarında olduğu gibi… Ama genel olarak DKP aslında Sol Parti için o kadar da önemli değil -günah keçisi olarak da değil. Günah keçilerini Sol Parti kendi sıralarında arıyor: Sahra Wagenknecht Hareket-Sol’u sol liberal kimlik politikacıları olarak karalıyor ve saldırıya uğrayan bu yoldaşlar ise Wagenknecht’i ırkçılıkla suçluyor.

- Aynı Seçim Kurulu DKP’nin parti statüsünü geri almayı düşünürken MLPD’ye seçime girme müsaadesi verdi. Kurul ne tür ayrıntıları gözeterek böyle bir karar alabilir veya bu iki partiyi ayırt eden ana çizgileri nasıl tanımlarsın?

İlk bakışta bu karar şaşırtıcı olabilir, çünkü MLPD seçimlerde DKP’den daha başarılı oldu. 2017’deki son federal seçimde DKP ülke genelinde sadece 7.517 birinci ve 11.558 ikinci oy alırken, MLPD 35.760 birinci, 29.785 ikinci oy aldı. İki parti için de seçim kampanyalarının temel özelliği programlarını geniş kitlelere tanıtmak ve böylece yeni taraftarlar kazanmaktır. MLPD’nin daha fazla üyesi ve daha iyi seçim sonuçları ve ülke genelinde DKP’den daha fazla kampanya yürütme gücü olmasına rağmen MLPD sol ve sosyal hareket içinde ve diğer sol partiler arasında oldukça izole bir durumdadır. Başkaları tarafından ayrılıkçı, baskın ve manipülatif olarak algılanmaktadır. Bu ise (MLPD’nin) kendi davranışlarının bir sonucudur. Bu davranışların eleştirilmesi, ki yoldaşları burjuva yargısına şikayet etmeye kadar varan davranışlardır, MLPD tarafından “anti-komünist kışkırtma” olarak nitelendiriliyor. MLPD genellikle kendi cephe örgütleriyle ittifaklar kurarken, DKP geniş ittifakların parçası olarak sosyal mücadelelerde ve barış hareketinde yer almaktadır. Yani, stratejik olarak DKP devlet için daha tehlikeli bir parti olarak görünebilir.

Buna ek olarak, Alman Anti-Komünizmi geleneksel olarak 1919’da kurulan KPD’ye ve onun devamında kurulan DKP’ye yöneltilirken, MLPD ise daha çok 1970’lerden kalan K-Gruplar (komünist gruplar) olarak algılanıyor. DKP’nin bugün NATO’nun Rusya’ya yönelik savaş kışkırtıcılığına karşı çıkması ve Çin’i sözde bir sosyalist alternatif olarak savunması, egemenlerin gözünde, Rusya’yı, Çin’i ve onlarca başka ülkeyi yeni emperyalist ülkeler olarak ilan eden MLPD’den daha tehlikeli gösteriyor.

DKP’nin parti statüsünün elinden alınması sorunuzla ilgili de şunu söyleyebilirim: Elbette DKP’nin demokratik hakkı olan seçimlere katılmasını ve devamında mali yardım almasını savunma mecburiyetindeyiz. Ama gerçekten Marksist-Leninist bir parti kendisini burjuva devletinin kural ve ilkeleriyle tanımlayamaz ve tanımlamamalıdır. En iyi ihtimalle onları taktiksel olarak kullanmalıdır. Parti statüsünün geri alınmasıyla varlığının tehlikeye girdiğini gören bir komünist parti, açıkçası gerçek bir öncü Leninist parti değildir. Çünkü böyle bir partinin kendini öz kaynaklarıyla ayakta tutması ve Lenin’in Ne Yapmalı’da tarif ettiği gibi gerek yarı veya illegal şartlarda da hareket etmesi gerekiyor.

- Yapılacak seçimlerde AfD gibi bir faşist partinin güçlenerek çıkacağı neredeyse kesin gibi görünüyor. Bu nasıl anlaşılabilir?

AfD’nin seçimlerden daha güçlü çıkacağını henüz göremiyorum. Anketlere göre son zamanda oy kaybediyorlar. Ayrıca ulusalcı muhafazakar ve Höcke etrafında bulunan ırkçı faşist kanadın çatışmaları nedeniyle zayıfladığı da söylenebilir. Hristiyan Demokrat Parti ve SPD’nin pandemi dolayısıyla sergiledikleri beceriksizlikleri, ki bu da kapitalizmin bu denli krizleri çözememesini yansıtmamaktadır, daha çok sol hareketlerin dağınıklığı ile birlikte AfD küçük burjuvazinin ve işçi sınıfının bir kesiminde sahte bir alternatif olarak öne çıktı. Tamamen neoliberal bir programı temsil etmesine rağmen AfD kendisini korona krizinin mağdurlarına bir platform olarak göstermeye çalışıyor. Mültecilere, göçmenlere ve Müslümanlara karşı kışkırtmaların yanı sıra, ürettikleri komplo teorileri ile dikkatleri sınıf mücadelesinden uzaklaştırmayı amaçlıyor. Bu da burjuvazinin belli kesimlerince AfD’yi burjuva rejiminin çoğunluk sağlayıcısı ve otoriter ve anti-sosyal uygulamalar için bir koçbaşı olarak pohpohlamasına denk düşüyor.

- Bütün veriler, önümüzdeki sürecin yeni toplumsal çalkantılar ve krizlerle geçeceğini gösteriyor. Kapitalizmin tarihinin hiçbir döneminde bu kadar sorun alanları ve yapısal krizler birikmemişti. Bir yakın dönem okuması yapmanı istersek kısaca ne söylemek istersin? Ek olarak, Alman sol hareketinin bu döneme öncülük edebilecek çapta ve kapasitede olduğuna inanıyor musun?

Bugün Almanya’da sol, yaklaşan krizler karşısında kesinlikle sorumluluklarını yerine getirme gücüne sahip değildir. Bunun nesnel ve öznel sebepleri vardır. Bu ise umutsuzluk için bir sebep değildir. Toplumsal hareketlerin aynen ekonomik ve siyasal krizlerde olduğu gibi bir mantığı vardır. Ve kitleler harekete geçtiğinde yeni siyasi liderlikler de kendi doğallığı içinde ortaya çıkacaklardır. Ancak buna bugünden hazırlanmalıyız. Almanya’daki solun, yüksek akademik tartışmalardan ve salt parlamenter seçim endeksinden uzaklaşıp, topluma inerek, fabrikalara ve yerele yoğunlaşması gerekiyor. Nihayetinde gerici post modern felsefenin birçok öznel genç solcularda yarattığı kafa karışıklığı karşısında, bugün Marksizm’i savunmak ve yeni genç kadroları yetiştirmek için teorik mücadele bir zorunluluktur.

- Son bir soru olarak, Alman sol hareketlerine ilişkin (biraz da SPD’nin tarihinden kaynaklı olarak) kendisini fazlasıyla beğenmiş ve çok da hak etmediği bir yerde kendini konumlandırmaya çalışan bir hareket olduğu yönlü genel bir yargı var. Bunun haksız bir yargı olduğuna mı inanıyorsun, yoksa fazlasıyla hak eden bir Alman sol hareket gerçeğiyle karşı karşıya mı bulunuyoruz?

Bu benim için fazla ahlaki bir yargı. Almanya’da solun yükseliş ve yenilgisini ve bugünkü durumunu tarihsel ve materyalist bir yöntemle incelememiz gerekiyor. Birinci Dünya Savaşı ve 1919 Devrimi’nde SPD’nin kendi sosyalist programına savaş bütçesini onaylayarak ihanet etmesinin sosyoekonomik sebepleri vardı. Ancak, solun geniş kesimleri, tarihi bütün gerçekleriyle yorumlamayı ve gereken dersleri çıkarmayı istemiyor. Bu, DDR’in hem kazanımları hem de çöküşü için de geçerlidir. Bugün parlamenter sol tarihten uzak ve pragmatisttir. Yeni nesil genç kuşak, daha radikal, parlamento dışı aktif sol, geniş bir iklim hareketi ve ırkçılık karşıtı hareket var. Ancak bu hareketler işçi hareketine ve Marksizm’e uzak, hatta düşmandırlar. Bu, Sovyetler Birliği ve DDR’deki reel sosyalizmin çöküşünden sonra tarihten kopuşun bir sonucudur, ki ona eleştirel yaklaşan sosyalist akımları da beraberinde uzaklaştırdı.

Kızıl Bayrak / Essen