1 Şubat 2019
Sayı: KB 2019/05

Çürümüş rejimin güdümündeki seçimler kimin için “kader belirleyici”dir?
Kokuşmuş rejimin yayılmacı-ilhakçı politikasına hayır!
Erdoğan’ın “demokrasi tramvayı”
Yerel seçim oyunu sürüyor!
Kriz Türkiye’si, fırsatlar ülkesi!
Ekonomik güven dipte, gıda enflasyonu yükseliyor!
Rant kapısına çevrilen sendikalar
Krizin derinleştiği bir yıl bizi bekliyor
DEV TEKSTİL 2019/1 Genel Meclisi kararları
Tekstilde işten çıkarmalar ve haksızlıklar sürüyor
Spartakist Hafta makaleleri - Rosa Luksemburg
ABD emperyalizmi saldırganlıkta sınır tanımıyor!
Emperyalist hegemonya kavgasında silahlanma çılgınlığı
Opel’de sular ısınıyor
Kadın işçiler ve mücadele talepleri
Cinsel istismar suçtur, meşrulaştırılamaz!
Devrim okullarının ardından...
Yalnızlık örgütsüzlükte!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Spartakist Hafta makaleleri

Rosa Luksemburg


Rosa Luxemburg 7 Ocak’tan (1919) başlayarak 14 Ocak’a kadar, KPD’nin günlük yayın organı Rote Fahne’de yayınlanan toplam beş makale kaleme aldı. Bunlardan ölümünü önceleyen gün yayınlanan sonuncusu, “Berlin’de Düzen Hüküm Sürüyor” başlıklı olanı, Türkiyeli devrimci okur tarafından iyi bilinmektedir. Fakat bizim bilgilerimize göre onu önceleyen ilk dört makalenin bugüne kadar herhangi bir Türkçe çevirisi yoktur. Oysa bu beş makale aynı günlerin (“Spartakist Hafta”) olaylarını ele almakta, bu açıdan bir bütünlük oluşturmaktadır.

Alman Devrimi’nin 100. yılı, devrimin bu en kritik haftasına ilişkin olarak, bizzat devrimin en önemli lideri tarafından ve üstelik günü gününe kaleme alınmış bu makaleleri yayınlamanın anlamlı bir vesilesidir. (Makaleler Kızıl Bayrak tarafından çevrilmiştir).

Makalelerdeki değerlendirmeleri yerli yerine oturtabilmek için olayların gelişim seyrini bilmek, bunu gerektiren bir ek okuma yapmak önemli ve gereklidir. Bu konuda okurlarımıza Chris Harman’ın Kaybedilmiş Devrim kitabının (Pencere Yayınları) 5. bölümünü (s.92-111) öneriyoruz.

Biz burada olayların başlangıcına ilişkin şu kısa bilgiyi vermekle yetiniyoruz: 4 Ocak 1919 günü, USPD’nin sol kanadına mensup Berlin Emniyet Müdürü Emil Eichhorn hükümet tarafından görevden alındı. Bu, SPD’nin hükümetteki temsilcileri ile savaş suçlusu eski rejim generalleri tarafından birlikte düşünülmüş ve planlamış bir provokasyondu. Amaç, Berlin’li devrimci işçi ve askerleri zamansız ve hazırlıksız bir çatışmaya sürüklemek ve böylece kolayından ezmekti. Devrimci işyeri temsilcileri, USPD Berlin yönetimi ve KPD merkezi, işçilere ve devrimci askerlere, Emil Eichhorn şahsında gündeme getirilen saldırının püskürtülmesi, karşı devrimcilerin silahsızlandırılması ve işçilerin silahlandırılması için eylem çağrısında bulundular. Bir kısmı silahlı yüz binlerce işçi ve asker 5 Ocak’ta Berlin’de cadde ve meydanları doldurdular. Ama Rosa Luxemburg’un burada yayınladığımız tüm makaleleri boyunca döne döne üzerinde durduğu gibi, hareket başarılı bir devrimci önderlikten yoksundu. Liderler hareketi yönetmek yerine görüşme ve müzakerelerle vakit yitiriyor, böylece bir yandan kitlelerin devrimci enerjisini felç ediyor, öte yandan karşı-devrime zaman kazandırıyorlardı.

Makaleler boyunca Rosa Luxemburg’un temel fikri, Marx, Engels ve Lenin ile aynıdır: Ayaklanmayla oynanmaz! Ona girişen onu sarsılmaz bir kararlılıkla sonuna kadar götürmek zorundadır. Aksi takdirde, karşı devrim tarafından acımazsızca ezilmek ve tüm kazanımları yitirmek akıbeti kaçınılmaz olur. Ocak 1919 olaylarında yaşanan tam da bu oldu. Makaleleri, Rosa Luxemburg’u bu akıbeti engellemeye yönelik çırpınışlarına tanıklık etmektedir.

Kızıl Bayrak

***

Liderler ne yapıyorlar!

 

Devrimin kızgın atmosferinde insanlar ve şeyler inanılmaz bir hızla olgunlaşırlar. Daha bundan üç hafta gibi kısa bir süre önce, işçi ve asker konseylerinin konferansı sona erdiğinde Ebert ve Scheidemann iktidarlarının zirvesindeymiş gibi görünüyorlardı. Tüm Almanya’nın devrimci işçi ve asker kitlelerinin temsilcileri liderlerine gözü kapalı biçimde teslim olmuşlardı. Ulusal Meclisin toplantıya çağrılması, “sokağın” yasaklanması, Yürütme Konseyi’nin yetkilerinin sınırlandırılması, böylece işçi ve asker konseylerinin göstermelik figürlere dönüştürülmesi- karşı devrimin tüm alanlarda nasıl da bir zaferi! 9 Kasım’ın meyveleri heba edilmişti, burjuvazi yeniden rahat bir nefes alıyordu, kitleler çaresiz, silahsızlandırılmış durumda, acılı ve kuşku içerisindeydi. Ebert ve Scheidemann iktidarlarının zirvesinde olduklarını düşünüyorlardı.

Kör budalalar! Daha üzerinden yirmi gün geçmeden görünürdeki iktidarları bir gecede sallanmaya başladı. Gerçek güç tam da kitlelerdir, çıkarlarının gerçek gücü, tarihsel zorunluluğun gücü, tarihin “zorunlu” çelikten gücü... Geçici olarak zincire vurulsalar da, örgütlerinin biçimsel olarak bütün güçleri ellerinden alınsa da – onların sadece kendilerini kıpırdatmaları, bellerini doğrultmaları bile, karşı-devrimin ayaklarının altındaki toprağın kaymasına yeter.

Dün Siegesalle’deki kitlesel gösteriye tanıklık eden, bu sarsılmaz devrimci kararlılığı, bu görkemli atmosferi, kitlelerden fışkıran bu enerjiyi hisseden herkes, şu sonuca varmak zorundadır: Proleterler son haftaların en taze olaylarının okulunda politik açıdan muazzam gelişme kaydettiler. Kendi güçlerinin farkına vardılar ve bu gücü kullanmaktan başka hiçbir eksiklikleri yok.

Sürekli “darbeler” diye yaygara koparan Ebert-Scheidemannlar ve onların efendisi burjuvazi, şimdilerde, bir zamanlar son Bourbone’un Paris halkının “isyan”ına dair kızgın haykırışına, kendi bakanının verdiği yanıtın hayal kırıklığını yaşıyor: “Bayım bu bir isyan değil, bu bir devrim!”

Evet, bütün kargaşalı süreçleri ile, bütün değişen gelgitleri ile, anlık iktidarı alma girişimleri ve aynı şekilde devrimci yıkım dalgasının geri çekilmesiyle, bu bir devrimdir. Ve bütün bu zikzaklı hareketleriyle devrim, durmaksızın adım adım zafere doğru ilerler.

Kitleler kavga içerisinde mücadele etmeyi, harekete geçmeyi öğrenmeli. Ve insan bugün hissediyor: Berlinli işçiler hareket etmeyi büyük ölçüde öğrendi, onlar kararlı eylemlere, açık tutumlara, kesin ve sonuç alıcı önlemlere susamış durumdalar. Onlar artık 9 Kasım’daki gibi değiller, ne istediklerini ve ne yapmaları gerektiğini artık bilmekteler.

Peki ya liderleri, iradelerini temsil eden yürütme organları da aynı düzeydeler mi? Devrimci İşyeri Temsilcileri ve büyük işletmelerdeki temsilciler, USDP’deki radikal ögeler de azim ve karalılıkta geliştiler mi? Eylem kabiliyetleri kitlelerin büyüyen enerjisine ayak uydurabildi mi?

Bu soruya pürüzsüz evet diyebilmekten çekiniyoruz. Liderlerin halen 9 Kasım’daki gibi olduklarından, çok az ders çıkarmış olmalarından korkuyoruz.

Ebert hükümetinin Eichhorn’a yönelik darbesinin üzerinden 24 saat geçti. Kitleler liderlerin çağrılarına ateşli bir heyecanla uydular, Eichhorn’u kendi çabalarıyla tekrar göreve getirdiler, kendi inisiyatifleriyle Vorwa?rts’ı işgal ettiler ve burjuva redaksiyonları ve WTB’yi (Wollf’un Telgraf Ofisi) ele geçirdiler ve mümkün olduğu kadarıyla da silahlandılar. Liderlerinin talimatlarını ve eylemlerini bekliyorlar.

Peki bu arada onlar ne yaptılar, neye karar verdiler? Devrimin zaferini güvenceye almak için, hiç değilse bir sonraki evre için devrimin kaderini belirleyecek denli kritik olan bu gergin durumda ne gibi önlemler aldılar? Biz hiçbir şey görmüyoruz ve duymuyoruz! İşçilerin güvenilir temsilcileri belki titizlikle ve etraflıca görüşüyorlardır. Fakat şimdi eyleme geçme zamanıdır.

Ebert-Scheidemann zamanlarını elbette görüşmelerle geçirmiyorlardır. Elbette uyumuyorlar da. Kapalı kapıların ardında, karşı-devrimcilere özgü kurnazlık ve enerjiyle eylem hazırlığı içindeler; devrimi gafil avlamak ve alçakça yıkıma uğratmak için sessizce kılıçlarını biliyorlar.

Öteki omurgasız ögeler elbette “görüşmeler” ayarlamak, uzlaşmalar gerçekleştirmek ve işçi-asker kitleleri ile Ebert hükümeti arasında açılmış? olan kanlı uçurum arasında köprü kurmak ve devrimi can düşmanları ile “karşılaşmaya” yöneltmek için işbaşındalar.

Kaybedilecek zaman yok. Derhal kesin önlemler alınmalı. Kitlelere, devrime sadık askerlere açık ve hızlı direktifler verilmeli, enerjileri, mücadele istekleri doğru hedeflere yönlendirilmeli. Askeri birlikler arasında yalpalayan unsurlar ancak devrimci kurumların kararlı ve net eylemleri ile halkın kutsal davasına kazanılabilir.

Eylem! Eylem! Cesaretle, kararlılıkla ve tutarlılıkla! – işte Devrimci İşyeri Temsilcilerinin ve dürüst sosyalist parti liderlerinin lanet olası yükümlülüğü ve görevi budur. Karşı-devrimi silahsızlandırın, kitleleri silahlandırın, bütün iktidar kurumlarını işgal edin! Hızla harekete geçin! Devrim göreve çağırıyor. Onun saatleri dünya tarihinde aylarla ve günler ise yıllarla sayılmakta. Devrimin organları büyük sorumluluklarının bilincinde olsunlar!

Rote Fahne, 7 Ocak 1919

***

Savsaklanmış görevler

 

9 Kasım’dan bugüne devrim dalgası periyodik olarak aynı duvara, Ebert-Scheidemann hükümetine tosluyor. Sekiz haftadır yaşamakta olduğumuz her devrimci krizin sebebi, şekli ve çarpma gücü birbirinden farklı oldu. Fakat “Kahrolsun Ebert-Scheidemann!” çağrısı, bugüne kadar yaşadığımız bütün krizlerin arka planındaki bu temel düşünce, tümünün gelip bağlandığı bu slogan, giderek kitlelerin hep bir ağızdan daha güçlü ve daha kararlı bir biçimde haykırdığı bir slogana dönüştü

Bu da tümüyle doğaldır. Devrimin gelişimi 9 Kasım’ın temel hatasının acısını çekiyor: Devrimci hükümetin zirvesine getirilenler, son dakikaya kadar devrimin patlak vermesini engellemek için ellerinden gelen her şeyi yapanlar ve devrim patlak verdikten sonra ise başına geçip onu ilk fırsatta boğmak isteyenlerdi.

Devrim yoluna devam edecekse, aşama aşama gelişimini sürdürecekse, burjuva sınıf egemenliğinin kaldırılması ve sosyalizmin gerçekleştirilmesi tarihi görevini yerine getirecekse, o halde karşısına dikilen duvarı, Ebert-Scheidemann hükümetini ortadan kaldırmak zorundadır.

Devrim, sekiz haftalık devrim tarihinin tüm deneyimlerinin gelip bağlandığı bu özel görevi yerine getirmekten kaçınamaz. Ebert hükümetinin kendi provokasyonları: 6 Aralık, muhafız birliklerin yemin töreni, 24 Aralık, (Berlin) polis müdürlüğüne karşı yapılan en son saldırı, bütün bunlar devrimci kitleleri direkt olarak keskin, çıplak, amansız bir alternatife sürüklemektedir: Ya devrim kendi proleter karakterini, sosyalist misyonunu terk edecek ya da Ebert-Scheidemann tüm takımıyla birlikte iktidardan kovulacaklar.

Başta Berlin olmak üzere, ülke çapında devrimin ana merkezlerindeki geniş proleter kitleler bunu anladılar. Bu açık ve keskin hüküm, her fırsatta yüz binlerce boğazdan haykırılan bu muazzam ateşli çağrı: Kahrolsun Ebert-Scheidemann! Bu, son olayların bizlere gösterdiği en büyük kazanç, olgunluk ve ilerleme olmuştur.

Bununla birlikte devrimin zayıflığının ve olgunlaşmamışlığının ortaya çıkardığı hiçbir biçimde anlaşılmayan sorun, Ebert hükümetinin ortadan kaldırılma mücadelesinin nasıl sürdürüleceği, devrimin eriştiği iç olgunluk düzeyinin nasıl bir eyleme ve iktidar ilişkilerine dönüştürülebileceğidir. Bu zayıflıkları ve eksiklikleri, yaşanan son üç gün kadar hiçbir şey bu somutlukta göstermedi.

Ebert-Scheidemann hükümetini kovmak, başbakanlık sarayını basmak ve birkaç adamı kovmak veya tutuklamak değildir. Bu her şeyden önce, bütün iktidar mevkilerini ele geçirmek, elde tutmak ve kullanmak anlamına gelir.

Ama bu üç günde neler yaşadık? Ele geçirilen mevkiler şunlardı: polis merkezinin tekrar işgali, Vorwärts’in, WTB’nin ve burjuva basın redaksiyonlarının işgalleri. Bütün bunlar kitlelerin kendiliğinden geliştirdiği eylemlerdi. O günlerde kitlelerin öncülüğünü yapan veya öncülük iddiasında olan güçler, Devrimci İşçi Temsilcileri ve Büyük-Berlin’in USP merkez yönetimi, ne yaptı ama? Devrimci eylemin aşağıdaki en temel kurallarını ihlal ettiler:

Kitleler Vorwärts’i işgal ettiğinde, Berlin işçilerinin resmi temsilcisi olduklarını ima eden Devrimci İşyeri Temsilcilerinin ve Büyük-Berlin’in USP merkez yönetiminin görevi, Berlin devrimci işçileri adına hemen yazı işleri yönetiminin başına geçmeyi sağlamaktı. Editörler nerede kaldılar? Däming, Ledebour gibi namı şanı olan gazeteciler ve editörler -USP’nin sol kanadının herhangi bir yayın organının olmadığı bir zamanda- ne yapıyorlar? Neden kitleleri yarı yolda bıraktılar? Eylem koymak yerine “tartışmadan” daha önemli ne işleri vardı?

Kitleler Wolf’un Telgraf Bürosu’nu işgal ettiğinde, devrimci işçi organlarının en yakıcı görevi, Telgraf Bürosu’nu devrim davası için kullanmak, kamuoyunu, ülke çapında yoldaş kitlelerini Berlin’de olan bitenlerden haberdar etmek, durum hakkında onlara yön vermektir. Berlin işçileri ve ülke çapındaki devrimci hareket arasında sadece bu şekilde ruhsal bağ kurulabilir. Bunlar olmaksızın, devrimin hiçbir yerde zaferi söz konusu olamaz.

Ebert-Scheidemann hükümetine karşı en keskin bir mücadele içindeyseniz, aynı zamanda aynı hükümetle “müzakereler” sürdüremezsiniz. Haase’nin adamları, Oskar Cohn, Zietz, Kautsky, Breitscheid ve adları her ne ise, herkesin sallantılı olduğunu zaten bildiği bu adamlar, zor ayrıldıkları Ebert’in adamlarıyla buldukları her fırsatta yeniden bağ kurmak yoluna gitmektedirler. Kitlelerle teması olan Devrimci İşçi Temsilcileri, Ebert-Scheidemann’ın devrimin can düşmanı olduğunu çok iyi bilmekteler. Can düşmanıyla müzakereler mi yapılır? Bu müzakereler iki şeye yol açabilirler: ya bir uzlaşmaya götürürler veya -ama daha kesin olarak- Ebert’in adamları tarafından en vahşi şiddet uygulamalarına hazırlık için kullanılırlar.

Eğer kitleler bir alarm durumuna hazır olmaları için sokağa çağrılıyorsa, onlara açık ve net şekilde ne yapacakları, veya en azından, ne olup bittiği, dost ve düşman tarafından ne yapıldığı ve ne planlandığı da söylenmek zorundadır. Devrimci kriz dönemlerinde kitleler tabi ki sokakta olacaklardır. Onlar devrimin biricik hazinesi ve biricik güvencesidir. Devrim tehlikedeyse -ve şimdi en yüksek derecede tehlikede!- proleter kitlelerin görevi, gücünü ortaya koyabildiği yerde, sokakta nöbette olmaktır. Onların varlığı, kendi aralarındaki ilişkileri bile devrimin açık ve gizli düşmanları için bir tehdit ve uyarıdır: Sakının ha!

Fakat kitleleri sadece kuru kuruya çağırmak değil, fakat aynı zamanda politik olarak etkin olmalarını da sağlamak gerekir. Onları tüm olup bitenler hakkında karar vermeye çağırmak gerekir. Devrimci İşyeri Temsilcileri ve Büyük-Berlin’in USP merkez yönetimi, Ebert-Scheidemann ile “müzakerelere” girme kararıyla ilgili olarak, Siegesallee’de toplanan kitlelerin karşısına çıkmaları gerekmez miydi? Kitlelerden öyle öfkeli bir cevap alırlardı ki, müzakere hevesleri yok olur giderdi!

Kitleler, her türlü devrimci eylemi desteklemeye hazırlar, sosyalizm davası için ateşten ve sudan geçerler. Onlara sadece açık sloganlar ve kararlı duruş göstermek gereklidir. İşçilerin idealizmi, askerlerin devrime sadakati, sadece öncü organların kararlılıklarıyla ve açıklıklarıyla ve politikalarıyla güçlendirilebilir. Ve bu bugün, herhangi bir sallantı, yarı gerçeklilik tanımayan, sadece temel düşünceyi tanıyan bir politikadır: Kahrolsun Ebert-Scheidemann!

Bir ders daha! Almanya, klasik anlamda bir organizasyon ülkesi olmakla beraber, aynı zamanda bir organizasyon fanatizmi ve de bir organizasyon kibirliliği ülkesidir. “Organizasyon” uğruna bir hareketin ruhu, hedefleri ve eylemliliği terk edilebiliyor. Ve bugün ne yaşıyoruz? Devrimin en önemli anlarında o çok övülen “organizasyon yeteneği” en acıklı biçimde başarısız kalmıştır. Devrimci eylemleri örgütlemek, parlamento seçimlerini rutin olarak ‘organize’ etmeye benzemez. Devrimci eylem organizasyonu sadece devrimin içinde öğrenilebilir ve öğrenilmek zorundadır, nasıl ki yüzme sadece suda öğrenilebiliyorsa. Tarihi tecrübe bunun için vardır! Ama insanın bu tecrübeden öğrenmesi de gerekir!

Son üç günün tecrübesi işçi öncülerine yüksek sesle çağırıyor: Konuşmayın! Sonu gelmez biçimde danışmayın! Pazarlıkları bir yana bırakın! Eyleme geçin!

Rote Fahne, 8 Ocak

***

Liderlerin başarısızlığı

 

Berlin’deki olaylar, işçi kitlelerinin en keskin eleştirisini hak ettiği gibi, üzerinde en ciddi şekilde düşünülmesini de gerektiren bir dönüm noktasına varmıştır.

Berlin’deki kitle hareketinin liderliğini yürütenlerin, kararlılıklarını, azimlerini ve devrimci coşkularını yitirdiklerini son günlerde defalarca net olarak dile getirdik. Liderliğin, kitlelerin mücadele azminin ve olgunluğunun gerisinde kaldığını açıkça söyledik. Hem öncü birlikler içinde girişim ve ikna yoluyla, hem de Rote Fahne’de yaptığımız eleştirilerle, hareketi ilerletmek ve Devrimci İşyeri Temsilcilerini etkili müdahalelerde bulunmaları için teşvik ederek elimizden gelen her şeyi yaptık.

Ancak bütün çabalar ve girişimler, sonuçta bu temsilciliklerin çekingen ve sallantılı davranışlarından dolayı başarısız oldu. Dört gün boyunca kitlelerin muazzam görkemli heyecanını ve mücadele azmini bütünüyle yönsüz bırakıp sönümlendirdikten, Ebert-Scheidemann hükümetiyle iki kez pazarlıklara girişerek böylece devrimci mücadele umutlarını ağır bir şekilde sarsıp ve tersinden hükümetin konumunu da en etkin bir biçimde güçlendirdikten sonradır ki, Devrimci İşyeri Temsilcileri nihayet Çarşamba’yı Perşembe’ye bağlayan gece görüşmelerin kesilmesi ve mücadelenin başlatılması kararını aldılar. Genel grev sloganı yükseltildi ve silaha sarılın! çağrısı yapıldı.

Ancak Devrimci İşyeri Temsilcilerinin giriştikleri yegane başarı da bu oldu.

Kitlelere genel grev ve silahlanma çağrısı yapıldığında, bu çağrının en enerjik bir şekilde hayata geçirilmesini güvencelemek için yapılması gereken her şeyi yapmak gerektiği kendiliğinden anlaşılır. Oysa liderler tarafından buna yönelik hiçbir şey yapılmadı! Kuru sloganla yetindiler ve, hemen Perşembe akşamı, Ebert-Scheidemann Hükümeti ile üçüncü defa pazarlıklara girişme kararı aldılar!

Bu defa, Schwartzkopf şirketine ait işçilerin arasında ve bazı başka büyük işletmelerde başlayan uzlaşma hareketi, bütün boyutlarıyla başlatılan mücadeleyi tekrar bitirmek için istenilen bahaneyi yaratmış oldu. Schwartzkopff-Werke, AEG, Knorr-Bremse işçileri Berlinli devrimci proletaryanın çekirdek kıtalarını teşkil etmektedirler ve iyi niyetlerinden şüphe edilemez. Fakat bu durumda işçiler, Hasse’nın adamlarının, Oskar Cohn, Dittmann ve başkalarının tertibinin nesnesi durumundadırlar. Bu kişiler demagojik bir şekilde ‘Birlik’, ‘Kan Dökülmesin’ gibi sevilen sloganlarla kitlenin mücadele azmini uyuşturmaya, kafa karışıklığı yaratmaya ve belirleyici önemdeki devrim krizini karşı-devrimle sahte bir uzlaşma yoluyla çözmeye çalışmaktalar.

Aldatılmak istenmeyen herkes için açıktır ki, mevcut durumda Ebert-Scheidemannlara yapılabilecek en büyük hizmet, USP tarafından sahnelenen bu uzlaşma tantanasıdır. Belirsizlik halinde, işçilerle cüretkâr bir kuvvet denemesi karşısında titreyen, sallantıdaki askeri birliklerin yalnızca kısmi ve gönülsüz desteğine sahip, arada burjuvazinin de kuşkuyla diş gösterdiği sosyalizm hainleri, son günlerde kısa süren şanlı iktidarlarının en zor saatlerini yaşadılar. Kitlelerin sokaklarda görkemli çıkışı, hükümetin vahşi Eichorn Olayıyla yarattığı provokasyonun oluşturduğu dönüm noktası, bu maceracıların boyunu aşan gelişmelerdi. Son günlerdeki karşı-devrimci önlemlere etkili bir direnç göstermeyip kararsız bir tutum sergilemeleri nedeniyle daha baştan yarı yarıya kaybettiler.

Ardından görüşmeler ve nihayet uzlaşma hareketi, hükümete hayati önemde bir zaman kazandırdı. USP burada bir kez daha karşı-devrimin kurtarıcı meleği olduğunu kanıtladı. Haase-Dittmann Ebert hükümetinden istifa etmişlerdi, ancak Scheidemannlara incir yaprağı olma politikalarını sokakta aynen sürdürdüler.

Ayrıca USP’nin sol kanadı da bu politikayı destekliyor ve uyguluyor! Yakın zamanda kararlaştırılan ve Devrimci İşçi Temsilcileri tarafından da kabul edilen hükümet ile müzakere şartlarını, Ledebour kaleme aldı. İşçilerin teslimiyetine karşılık olarak, Ebert, Scheidemann, Noske ve Landberg’in hükümetten istifa etmesi talep edildi. Sanki burada belirli bir politik tutum değil de kişiler söz konusuymuş gibi! Sanki burada, Scheidemannların alçak politikasının tipik ve atanmış temsilcilerini sahneden itip yerine aynı politikanın kuklaları olan birtakım renksiz figüranları geçirmenin, açıkça kitleleri yanıltması ve kafalarını karıştırması söz konusu değilmiş gibi. Bu arada Ebert-Scheidemann da perde arkasında ipleri ellerinde tutacaklar ve böylece kitlelerin yargısından kurtulacaklardı!

Öyle ya da böyle, USP tarafından başlatılan ve Devrimci İşçi Temsilcilerinin de katıldığı tüm görüşme politikası, devrimci işçilerin teslimiyetini, iç çelişkileri ve anlaşmazlıkları gizlemeyi amaçlamaktadır. Sekiz haftadan beridir olgunlaşmış durum ve kitlelerin politik uyumluluğu, 9 Kasım politikasına geriletilmek isteniyor!

Elbette ki, Komünist Parti bu utanç verici politikayı kabul etmemekte ve bunun için her türlü sorumluluğu reddetmektedir. Devrim Davası’nı ilerletmeyi, her türlü kafa karışıklığı girişiminin şiddetle karşısında durmayı, USP’nin bataklık politikası kadar Devrimci İşçi Temsilcilerinin kararsızlık politikasının tehlikelerini de acımasızca eleştirerek kitleleri uyarmayı görevimiz olarak bilmekteyiz.

Son günlerin krizi, kitleleri çok önemli ve acil derslere çağırıyor. Şu ana kadar var olan önderlik yetersizliği ve Berlin işçilerinin merkezi bir örgütten yoksunluğu kabul edilmez bir hal almıştır. Devrim davası ileri götürülecekse, proletaryanın zaferi ve sosyalizm artık hayal olmaktan çıkacaksa, devrimci işçiler, kitlelerin mücadele azmini yönetmeyi ve kullanmayı bilecek düzeyde önderlik organları yaratma mecburiyetindedir. Gelecek süreç her şeyden önce, çürümekte olan ve çürütme politikasıyla devrimi zehirleyen USP’nin tasfiyesini gerektirmektedir. Almanya’da sermaye sınıfıyla karşı karşıya gelmek, ilk etapta burjuvazinin koruyucu siperi olan Scheidemann-Ebert’lerle hesaplaşmaktan geçmektedir. Scheidemann’larla hesaplaşma ise, Ebert-Scheidemann’ların koruyucu siperi olarak hareket eden USP’nin tasfiye edilmesini gerektirmektedir.

Şeffaflık, her türlü gizleme, arabuluculuk ve kirli oyunlara çevirme uğraşlarına karşı en keskin bir şekilde mücadele etmek, kitlelerin devrimci enerjisini yoğunlaştırmak ve önderliği için gerekli organları yaratmak: Bütün bunlar, gelecek dönemin en yakıcı görevleridir, bunlar, kitlelerin son beş gündeki güçlü hamlelerinden ve bunun karşısında liderlerin sefil başarısızlıklarından çıkartılacak en önemli derslerdir.

Rote Fahne, 11 Ocak 1919

***

 

İskambilden şatolar

 

Düzen”in kahramanları, katledilen “Spartakistlerin” kan gölü ve cesetleri arasında ve yarattıkları enkazın tüten dumanları üzerinden iktidarlarını yeniden pekiştirmek için acele ediyorlar. Artık süngülere dayanmak isteyen Ebert hükümeti, iktidarını sağlamlaştırmaya çalışıyor. Ebert, tıpkı Sezar gibi, muhafızlar birliğini teftişinde verdiği nutukta, Berlin kaldırımlarında ölen ve yaralananların huzurunda, “hükümetin cesur birliklere şükranlarını” iletiyor ve onlara, Ulusal Meclis’i koruma görevi veriyor. “Başkomutan” Noske, 11 Ocak tarihli “günlük emir”inde, Hindenburg, von Kessel ve Hohenzollern rejiminin diğer uşaklarının bilinen söz kataloğunu kullanıyor: “Doğuda Spartaküs çeteleri arabalarla ve ellerinde tabancalarla tek tek evleri dolaşarak yağmalıyorlar... Böylece bürünmüş oldukları siyasal maskeleri de düşmüş oluyor. Bunların, en son ve biricik hedeflerinin soygun ve yağma olduğu artık ortaya çıkmıştır...” Hükümetin gelmiş olduğu noktada artık sabrı taşmıştır, “güçlü topçu” birlikleri ve makinalı tüfekler son sözü söyleyeceklerdir: “İşçi sınıfı bir bütün olarak Spartaküs’e karşı durmalı” diyerek sözünü bağladı bu eli kanlı sonradan görme.

Scheidemann ve hempaları böylece karşı-devrimci ordunun maddi yardımı ve burjuvazinin manevi desteğiyle, Berlinli devrimci işçilerin cesetleri üzerinde iktidarı yeniden ayağa kaldırmayı ümit ediyorlar.

Ne var ki hesaba katmadıkları bir şey var. Bugün Ebert-Scheidemann’ı kurtarmakta bir beis görmeyen ordu ve burjuvazinin, bu kanlı hasadın meyvelerinin tadını çıkarmak gibi bir hesabı var. Bu unsurlar ‘sosyalist’ hükümeti yalnızca, onun proleter kitleleri sahte bir bayrak aracılığıyla dizginleyebileceğine, “manevi” otoritesiyle devrimi ve sosyalizmi boğabileceğine inandıkları sürece desteklemek istiyorlardı. Ama şimdi büyü bozuldu. Son hafta, Ebert hükümetiyle devrim arasındaki uçurumu derinleştirdi. Bugün artık Ebert-Scheidemann’ın sadece süngülerle yönetebileceği netleşti. Eğer durum buysa, süngü de Ebert-Scheidemannsız hüküm sürmek isteyecektir. Burjuvazi de, bütün kozlarını oynayarak, kılıç diktatörlüğünün ilanı ve eski “düzen”in tekrar getirilmesi için çağrıda bulunuyor.

Tägliche Rundschau gazetesi boğuk sesle, “Başkaldıranlar harp divanına veya cezaevine aittirler- ‘özgürlük onların değildir...” diye çağrı yapıyor. “Huzur ve düzenin tekrar geri getirilmesi ve en küçük ayrıntısına kadar gerçekleşmesi gerekmektedir; 9 Kasım’dan beri neredeyse bulunmayan polis teşkilatı, eski boyutuyla ve anlamıyla tekrar eski haline getirilmeli, koruma timlerinin (polisin) tekrar silahlandırılması ve tam yetkiyle donatılması gerekmektedir.”

Aynı sıralarda, Noske’nin muhafız alayının başındaki Albay Reinhardt, sıkı yönetimi ilan edeceğini ve hükümet dahil hiç kimseden emir almayacağını, asker olduğunu ve serbest karar vereceğini açıkladı. Ve 3. Muhafız Alayı kendi başına, ulusal meclisi ‘silah zoruyla toplamaya’ ‘kararlı olduğunu’ açıkladı. Subaylar, Berlin ve Berlin’in kenar semtlerinde kendi başlarına tutuklamalar yapıyorlardı.

Böylece karşı-devrimci subay birlikleri Ebert hükümetine karşı başkaldırıyordu. Ebert-Scheidemann hükümetinin burjuvazi için kestaneleri ateşten çıkarması gerekiyordu, burjuvazi ise Ebert-Scheidemann için aynı şeyi yapmayacaktı. Eğer burjuvazinin, ‘sosyalist’ hükümeti devrimci işçilerden kurtarması durumu geldiyse, oyun bitti demektir. Burjuvazi, kılıç diktatörlüğü için Ebert ve Noske’den daha nitelikli adaylarının olduğunu o zaman sebepsiz bir yere düşünmüyordur.

Bir üçüncüsü, Haase’nin partisi (USP) bu krizi, ‘tüm sosyalist eğilimlerden’ olanlarla bir koalisyon hükümeti kurmak için değerlendiriyordu. Haase’nin incir yaprağı politikasında olduğu gibi, devrimin iç çelişkilerini kullanarak boğmak, bütün aykırılıkları kamufle etmeye çalışarak, kitlelerin mücadele azmini kokmuş uzlaşmalarla eritmek istiyordu. ‘Kepazelikleriyle teşhir olmuş liderler’ Ebert, Scheidemann, Landsberg, Noske sahneyi terk edecekler, yalnızca bir personel değişikliğine gidilerek, Scheidemann politikası olduğu gibi dümende kalacak ve onunla ‘tüm sosyalist eğilimliler’ ortak hükümet kuracaklar.

Bügün “Spartakistler”in, katledilen proleterlerin cesetleri, Scheidemann’ların yarattığı kan deryası ve bu sefil uzlaşma politikasına ve de devrim davasına ihanete karşı, nefret ve sıkılmış yumruklarından başka bir şeyleri yok. Haase ve adamlarının ‘tüm sosyalist eğilimlerden’ oluşan koalisyon gibi boş sözleri, bilinen eski Scheidemann’lar ve bağımsızlar kombinasyonuna gitmekten başka bir anlam ifade etmemektedir. USP’nin büyük ‘uzlaşma’ tantanası, Ebert-Haase hükümetini yeni isimlerle yeniden doğuşa götürmekten başka bir şey değildir. Bugün ‘Freiheit’ gazetesinde Ebert-Scheidemann’lara ne kadar kızılırsa kızılsın, bu gösteriyle aslında USP’nin aşağılayıcı düşüşü hazırlanmaktadır. (USP) 28 Aralık tarihinde Scheidemann’larla ortak hareket etmeye son verme mecburiyetinde kalmış olsa da, bütün derslere rağmen -başka şirket sahipleriyle- bu ortaklığa tekrar geri dönmek istiyor.

Böylece mevcut bunalım hali üç farklı kombinasyon yaratıyor:

- Ebert-Scheidemann’lar, burjuvazinin süngüleri üzerine kurulu statükolarını ayakta tutmak isteyecekler,

- USP, bu yeni gelişmeyi 9 Kasım’a, başka isim altında Ebert-Haase hükümetine geri çevirmek isteyecek,

- Burjuvazi nihayet herşeyi 9 Kasım öncesi haline, çıplak bir kılıç diktatoryasına geri çevirmek isteyecek.

Bütün üç kombinasyon da iskambilden şatolardan oluşmaktadır. Zira bunların üçü de aşılmış, geride bırakılmış aşamalardır. Devrim artık geri çevrilemez, revize edilemez. Ne 9 Kasım’a, ne de 9 Kasım öncesi zaman dilimine dönülebilir. Ayrıca devrim, Ebert’in iktidar sopası altında ölü bir noktaya da hapsedilemez.

Son haftada yaşanan bunalımın politik anlamı ve tarihi içeriği şudur: Bugün önünde her adım başı engeller bulunsa da, proletaryanın iktidarı ele geçirmesi ve sosyalizmi kararlılıkla gerçekleştirmesi için, devrim kendi iç dinamiği ve mantıksal gelişimiyle ilerliyor. Şu an karşı güçlerin kaba kuvvet üstünlüğü olsa bile, devrimin seyrini ve zaferini durdurmaya güçleri yetmeyecektir.

Bu bilhassa, hiçbir kombinasyonun bu haftaki enkaz üzerine kalıcı olarak kurulamayacağı gerçeğinden anlaşılmaktadır. Bunalımın sonucu yarın veya ertesi gün ne ortaya çıkarırsa çıkarsın, bu iskambilden şato, geçici bir durum olmaya mahkumdur. Makineli tüfeklerin çıplak gücü veya USP’nin ikiyüzlü politikası üstünlük sağlasa bile- en kısa sürede devrimin karşı konulmaz güçleri, yani iktisadi mücadeleler, bunları boşa çıkaracaktır. Devrim, sürekli bir temel çelişki olarak, emek ile sermaye arasındaki hesaplaşmayı döne döne gündeme getirecektir. Bu hesaplaşma, uzun bir iktidar mücadelesiyle, göze göz, göğüs göğüse yürütülebilecek, iki ölümcül düşman arasındaki tarihi çatışmadır.

Hemen son olayın enkazları ve cesetleri kaldırılır kaldırılmaz, devrim yorulmak bilmez günlük işine başlayacaktır. ‘Spartakistler’ yoluna sarsılmaz bir kararlılıkla devam edecektir. Ödediği bedellerin sayısıyla beraber taraftarlarının sayısı da her geçen hafta yüz kat artmaktadır. Savaş koşullarını bahane ederek hapishaneleri ve zindanları doldurdular. Ebert-Scheidemann’ın ‘sosyalist’ hükümeti altında ise Friedrichshain’ın mezarlıklarını doldurmaktalar. Acımasız devrim kavgasının bayrağı etrafında proletarya kitleleri saflarını daha sıklaştırmaktalar. Olsun, bazı kesimler kendilerini ‘Birlik’ demagojisine ve boş sözlere kaptırsınlar: yarın ama, hayal kırıklığından sonra, zafere kadar uzlaşma ve kararsızlık tanımayan, önceden belirlenmiş tarihi yolunda ilerleyen, ne sağa ne de sola, ne düşmana ve ne de karşılaşacağı tehlikeye bakmayan biricik partiye daha sağlam ve sadık biçimde bağlanacaktır – zafere kadar.

Rote Fahne, 13 Ocak 1919