15 Aralık 2017
Sayı: KB 2017/48

ABD-İsrail-Suudi saldırganlığının Kudüs hamlesi
Stratejik ortakların açık-gizli suç dosyası!
Dinci faşizmin karanlığı ve çıkış arayışı
Taşeron işçisine kadro aldatmacası
Yapılması gereken açıktır: Grev!
“Mücadele etmeyen işçi köleliğe mahkumdur”
HT Solar’da hiçbir şey bitmiş değil!
İstanbul’da direniş sürüyor
Dünyayı sarsan altmış yıl!
Emperyalist savaşa karşı mücadeleye!
Gerici kuşatmayı kırmak için tek yol mücadele!
Kurultay Hazırlık Komitesi toplandı
Bugünün mücadelesini yarına bırakma!
Gençlik Erdal Eren’i andı
Suriye’de “siyasi çözüm” ve Ortadoğu’da artan gerilim
Almanya’da siyasi kriz sürüyor
Silahların gölgesinde kâr hesapları
19 Aralık Katliamı’nın 17. yılı
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Dinci faşizmin karanlığı ve çıkış arayışı

A. Engin Yılmaz

 

Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı ve en ağır sosyal yıkım saldırılarıyla yüz yüzedir. Acımasız bir sömürü, yıkım ve yağmanın yanı sıra, hiçbir burjuva hukuk normuna uymayan keyfi ve kuralsız bir dinci faşist rejim altında toplum adeta soluksuz bırakılmaktadır. Sermaye diktatörlüğünün demir yumruğu olan AKP, toplumun üzerine daha fazla taşınmaz bir ağırlık olarak çökmüş bulunmaktadır. Sonuçları, işçi sınıfı, ezilenler ve tüm toplumsal muhalefet için son derece ağır, yıkıcı, bunaltıcı ve çürütücüdür.

AKP ve şefi Erdoğan, ölçü ve kural tanımaz bir kudurganlığın, demokratik haklardan yoksunluğun, yağma ve talanın, hırsızlık ve rüşvetin, kirin ve kanın, ahlaki ve insani değerlerden yoksunlaşmanın mimarıdır. Ülke Olağanüstü Hal koşullarında, hiçbir yasal sınırlama tanımayan tek adam diktatörlüğüyle keyfi bir şekilde yönetilmektedir.

Ardı arkası kesilmeyen saldırıların ağır toplumsal, iktisadi ve siyasal sonuçları özellikle işçi sınıfını hedeflemektedir. Çünkü saldırı burjuva sınıfının saldırısıdır, dolayısıyla öncelikli hedefi işçi sınıfıdır. Fakat yanı sıra, başta Kürtler olmak üzere Alevileri, diğer etnik ve dinsel azınlıkları, kadınları, tüm duyarlı toplumsal katmanları da kapsamakta, baskı, terör ve tutuklamalarla onlar da nefes alamaz hale getirilmeye çalışılmaktadır.

Dinci faşist iktidar dış politikada da Türkiye’yi çok yönlü bir batağa saplamış bulunuyor. Ortadoğu’da, özellikle de Suriye’deki savaşta emperyalistlere taşeron rolü üstlenmiş, “yeni Osmanlıcılık” rüyalarıyla boyunu aşan hesap ve beklentiler içine girmişti. Zira emperyalizme tetikçilik yapmanın bir ödülü olacağı inancındaydı. Maceranın sonu yeterli açıklıkla ortadadır. Tüm politika ve hesapları boşa çıktı. Sermaye devleti Suriye üzerinden bir batağa gömüldü. Gelinen aşamada sadece Suriye değil, bütün bir bölge politikasını neredeyse Kürt sorunu üzerinden şekillendirmekle yüz yüze kalmıştır. Son haftalarda büyük gerilimlere konu olan “Suriye’de siyasi çözüm” ve Soçi tartışmaları önemli ölçüde Kürt sorunuyla bağlantılıdır. Emperyalist güçlerin karşı karşıya geldiği Ortadoğu’da, bağımsız tercih ve iradesi bulunmadığı için, adeta iki arada bir derede durmaktadır.

Ortadoğu’da bu içler acısı tablo yaşanırken, New York’ta da Zarrab’ın itiraflarıyla yer yerinden oynuyor. Bunlara bir de Man Adası’na yapılan para transferinin ortaya saçılan belgeleri eklendi. Tüm bunlar karşısında dengesini yitiren AKP şefi herkese tehditler savuruyor. AKP çetesi apaçık ortaya serilen çürümüşlüğünü tam bir soysuzlukla “milli mesele” haline getirmeye çabalıyor. CHP’yi “ihanet partisi”, “Türkiye’nin milli güvenlik sorunu” ilan ederek partinin Genel Başkanı ve Parti Meclisi üyeleri hakkında soruşturma başlattırmak gibi bir ilke imza attı. Düzenin koruyucu ve kollayıcısı olan bir devlet partisinin ortalığa saçılan pisliği belgelerle dile getirmesinin üstüne polisiyle, savcısıyla, “bedelini ödeyecek“ tehditleriyle gidiyor. Meşruluğu tartışmalı hale gelerek önemli bir moral darbe almış, her açıdan sıkışmış, açmazları büyümüş, kusursuz hizmette bulunduğu emperyalist efendileri ve işbirlikçi büyük burjuvazinin önemli bir kesimi tarafından gözden çıkarılmış dinci faşist iktidarın elinde, baskı, şiddet ve terörden başka bir araç kalmamış bulunuyor. Bunun için de 2019’a, hiçbir hukukun kendisini bağlamayacağı olağanüstü koşullarda ve devlet terörü ortamında gideceğini ilan etmiş, umudunu buraya bağlamış durumda.

Bu ağır ve bunaltıcı ortamda sınıf ve emekçi kitlelerin yanı sıra sol akımlar da bir arayış içinde ve çıkış bulma çabasında.

Tüketilen “projeler”, etkisiz ve sonuçsuz “birlikler”

Toplumu sindirme saldırılarının gündelik olarak yaşandığı, sadece devrimin güç ve olanaklarını değil tüm toplumsal muhalefeti boğmak, sınıf ve kitle hareketinin gelişmesinde rol oynayabilecek politik güç ve akımları ezmek, emekçi kitleleri mücadeleden alıkoymak ve hedefini şaşırtmak için sayısız araç ve yöntemin kullanıldığı bir dönemdeyiz. Ağır bir siyasal gericilik ortamı ve durgunluk içinde bir sınıf ve kitle hareketi olgusuyla karşı karşıyayız.

Tarihinin en zayıf dönemini yaşayan sol harekete, bu durumdan nasıl çıkılır sorusuna, kendi konumu üzerinden yanıt aramakta, bunun ifadesi adımlar atmaktadır. Daha da sağa kayan reformizm, düzenin kemalist akımları ve CHP türü düzen partilerinin yanı sıra sendikal ihanet çeteleriyle “çoğulcu, paylaşımcı ve özgürlükçü” demokrasi ve barış projeleri, “birlikler” peşinde koşmaktadır. Devrimci olmak iddiasındaki öteki bir kesim ise “birleştirici ve kucaklayıcı” proje ve “birlikler”den çok Kürt ulusal hareketine yaslanarak bir çıkış yolu aramaktadır. Tümünün ortak özelliği, uzun yıllara yayılan bir çözülüş sürecinin sonunda devrimci kimlik ve konumlarını tüketmiş olmalarıdır. Bunu tamamlayan öteki bir temel ortak özellikleri ise, işçi sınıfının dışında olmaları, onun tarihsel rolü ve misyonuna inanmamaları, “devrimci toplum projeleri”ni işçi sınıfının dışında başarabileceklerine inanç duymalarıdır.

Bu karanlık tabloyu değiştirmek, demokratik bir ülkede yaşayabilmek için Türkiye’de  hukukun üstünlüğüne dayanan, çağdaş, çoğulcu ve katılımcı bir demokrasinin inşa edilmesine ihtiyaç vardır” tespit ve inancından hareketle, AKP faşizmine karşı“demokrasiden yana olan bütün güçleri bir araya getirerek laik, demokratik bir Türkiye yaratabilmek”, ana gövdesiyle solun tek amacıdır. Ancak bu hedeflerle “tarihsel değer”de önem ve anlam atfedilen birçok “birlik”, “platform” ve “cephe”nin kuruluşu ilan edilse de, unutulmaları için fazla bir zamanın geçmesine gerek kalmıyor. Bazı etkisiz ve baştan savma basın açıklamaları ve salon etkinlikleri dışında varlıkları bir anlam taşımıyor. Aynı durum Kürt hareketinin bayrağı altında toplananların “devrimci birlikler”i için de geçerli.

Sermaye iktidarının saldırılarına karşı en geri bir çizgide bile mücadele etmek diye bir sorunu olmayan, sınıf hareketinin gelişmesinin önüne bir barikat olarak dikilen, despotik bir örgütlenme anlayışına sahip olan sendika bürokratlarıyla, yanı sıra, misyonu ve varlık nedeni sermaye iktidarının sömürü ve yağmasını meşrulaştırmaktan ibaret olan CHP gibi bir düzen partisiyle “emek ve demokrasi” mücadelesi verilebileceğine inanmak, liberal reformist hareketin geldiği hazin yerdir.

Reformist hareketlerin akıbeti bir yana bırakılırsa, geleneksel halkçı devrimci akımlar özellikle ‘90’lı yılların ortalarından itibaren sürekli bir çözülüş süreci içinde, örgütsel bir tasfiye ve devrimci kimlik erozyonu yaşadılar. Birbirini izleyen tasfiyeci yönelimlerle devrimci çizgi, örgüt ve stratejilerini adım adım terk ettiler. Kürt hareketinin peşinde kuyrukçu bir sürükleniş içindeki halkçı devrimcilik artık çözülmüş ve tükenmiş durumdadır. Dolayısıyla, kimlik, ilke, çizgi ve programları üzerinden bakıldığında, bugün bir devrimci hareket olgusundan söz etmek neredeyse olanaksızdır. Bu akımların devrimci sınıf mücadelesini geliştirmek konusunda yapabilecekleri bir şey kalmamıştır.

Sınıfın ve emekçi kitlelerin her şeye rağmen mücadele isteğini ortaya koyduğu, bunu çeşitli eylem biçimleriyle somutlayarak bir çıkış yolu aradığı ortadadır. Bu arayışı kucaklayarak, devrimci kitle mücadelesi açısında yaşamsal olan devrimci bir sınıf hareketi geliştirme sorumluluğu komünistlerin omuzlarındadır.

İşçi sınıfı: Kucaklayıcı, birleştirici ve devrimci tek toplumsal güç

İşçi sınıfını, emekçi kitleleri, Kürtleri, Alevileri, diğer etnik ve dinsel azınlıkları, kadınları, tüm duyarlı toplumsal katmanları hedef alan saldırı bir sınıf saldırısıdır. Yanıtı da öncelikle sınıf cephesinden ve sınıf ekseninde verilmek durumundadır.

Dinci faşist iktidar, dinsel gericilik, mezhepçilik, şoven milliyetçilik silahlarını kullanarak özellikle işçi sınıfını, daha genel planda kitleleri bölme ve kendi gerçek sorunlarından uzaklaştırmada önemli bir başarı elde etti. İşçi sınıfını kendi oy deposu haline getirdi. Bunun karşısında yapılması gereken, sınıfsal ayrımlara dayalı sosyal-siyasal çatışmayı örgütlemek, sınıfı dinsel gericiliğin elinden çekip almaktır. Bu ise ancak sınıf hedefli ve fabrika eksenli bir çalışmada ısrarla başarılabilir.

Nesnel-tarihsel konumuyla çağdaş toplumun tek devrimci öncüsü olan işçi sınıfı bilinçli ve örgütlü bir güç haline getirilmeden, siyasal mücadelede başarı elde edilemez. Bugünün Türkiye’sinde sınıfı kazanamamak, onun politik gelişimini örgütleyememek siyasal mücadelenin en temel sorunu ve zaafıdır. Türkiye burjuvazisinin gücü aynı zamanda buradan, işçi sınıfının güçsüzlüğünden, örgütsüzlüğünden ve bağımsız bir politik güç olmamasından gelmektedir.

Türkiye işçi sınıfı, bugünkü zehirli havayı dağıtabilecek, siyasal dengeleri değiştirebilecek, kent ve kır emekçilerinin istem ve özlemlerini kucaklayıp onların mücadelesine önderlik edebilecek, Kürt hareketi başta olmak üzere tüm muhalif kesimlerin mücadelesini devrimin imkanına dönüştürebilecek biricik güçtür. Bütün sorun onu bağımsız politik bir özne haline getirmektir. Tek çıkış ve tek çözüm yolu budur.

Gerçekçi biricik toplumsal proje: Sınıfın sosyalist programı

Özel mülkiyet ve artı-değer sömürüsü üzerinde yükselen kapitalist sistem, burjuvazi ve proletarya olarak çıkarları birbiriyle uzlaşmaz iki temel sınıfa dayanıyor. Her türden eşitsizliğin, sömürünün, dinsel gericiliğin, demokratik hak ve özgürlüklerden yoksunluğun, ezilen ulus, milliyet, cins ve inançların üzerindeki baskı ve zorbalığın gerisinde bu özel mülkiyet düzeni vardır. Bunları yok edebilmek, burjuvazinin sınıf iktidarını yok etmeyi zorunlu kılmaktadır.

Kapitalizm insanlığın hiçbir temel sorununu çözemez ve ona bir gelecek sunamaz. Yalnızca sosyalizm yokluğu, yoksulluğu ve işsizliği yok edebilir. Yalnızca sosyalizm eğitim, sağlık, elektrik, su, yakıt, ulaşım, kültür, sağlıklı konut vb. temel ihtiyaçları ücretsiz olarak sunabilir. Yalnızca sosyalizm cehaleti ve gericiliği alt edebilir, insanın insan üzerindeki sömürüsünü ortadan kaldırabilir. Yalnızca sosyalizm Kürt ulusunun yanı sıra baskı ve zorbalık altında tutulan öteki azınlıklara eşitlik ve özgürlük verebilir. Yalnızca sosyalizm kadın cinsi üzerindeki tüm baskıların yok edilmesini, kadının eşit ve özgür bireyler haline gelmesini sağlayabilir. Fakat tüm bunların olabilmesi için, sömürücü burjuvazinin ve bu sınıfın egemenlik aracı olan devlet iktidarının alaşağı edilmesi, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin yok edilmesi, emperyalist kölelik ilişkilerinin dışına çıkılması zorunludur.

İşte sınıf ve emekçiler için somut, birleştirici ve gerçekçi biricik “toplum projesi”, demek oluyor ki programı budur. Arayış içindeki sınıf ve emekçi kitlelere sunulacak devrimci çıkış programı budur. Bunun dışındaki “ütopya”, “program” ve “toplum projeleri”nin hiçbir karşılığı yoktur. İnsan hakları, demokrasi, eşitlik ve özgürlük gibi kavramları sınıfsal içeriğinden koparan, kapitalizm içinde çözümler arayan proje ve programlarla emekçilerin hiçbir sorununa çözüm getirilemez.

Bugün insanlığa dayatılan bu karanlık ve gericilik kalıcı olamayacaktır. Zira doğası gereği krizlerini aşma imkanına sahip olamayan kapitalizm, sınıf mücadelesinin serpilip gelişeceği zemini güçlendirecek ve kendi sonunu hazırlayacak koşulları yaratmaya devam etmektedir. Eninde sonunda Türkiye’de de sınıfsal ayrımlara dayalı sosyal ve siyasal mücadeleler ön plana geçecek, sınıf ve kitle hareketinin büyük fırtınalarıyla yüz yüze kalınacağı günler gelecektir. Türkiye işçi sınıfı böylesi günleri karşılayacak devrimci bir programa sahiptir. Bütün sorun, bu programın proletarya ve emekçi kitlelerin elinde yıkılmaz bir maddi güce dönüştürülmesidir.

 

 

 

 

“Türkiye ekonomisi” büyüdü ama...

 

Sermaye devletinin hesap yöntemini değiştirerek şişirdiği ekonomik büyüme verilerinin 2017 üçüncü çeyrek rakamları açıklandı. Yüksek işsizlik ve enflasyonla krizini işçi ve emekçilere ödettiren Türkiye kapitalizminin, 2017 yılı 3. çeyrek büyümesinde bu olgu bir kez daha gözler önüne serildi.

“Net işletme gelirleri” adı altında, patronların payındaki artışlar dikkat çekerken, iş gücü harcamalarının payı ve dolayısıyla da işçi sınıfının gelirleri düşüş gösterdi.

Rakamlarda 2016 3. çeyreğindeki küçülmenin etkisi

TÜİK tarafından açıklanan rakamlara göre, geçtiğimiz yılın üçüncü çeyreğine kıyasla, 2009 baz alınarak hesaplanan zincirlenmiş hacim endeksi yüzde 11,1 artış kaydetti. Yüzde 5 civarlarında seyreden ekonomik büyüme oranının, çift hanelere çıkmasındaki temel etken ise geçtiğimiz yılın üçüncü çeyreğinde yaşanan ekonomideki daralma oldu.

Hizmet, inşaat sektörlerine ve iç tüketime dayalı büyüme

Büyüme endeksinin sektörlere göre dağılımında ise, hizmetler ve inşaat sektörlerindeki toplam katma değerlerin yüzde 20 civarındaki artışları dikkat çekti. Hizmetler sektörü toplam katma değeri yüzde 20,7 artarken inşaat sektörü katma değeri yüzde 18,7 büyüdü. Tarımdaki katma değer yüzde 2,8, sanayi katma değeri ise yüzde 14,8 artış gösterdi.

Harcamalar yöntemiyle GSYH büyümesinde öne çıkan iki etken ise tüketim harcamaları ve ihracat oldu. Yerleşik hanehalklarının ve hanehalkına hizmet eden kâr amacı olmayan kuruluşların (HHKOK) toplam nihai tüketim harcamaları, geçtiğimiz yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 11,7 artış gösterdi. Aynı döneme kıyasla mal ve hizmet ihracatı ise yüzde 17,2 büyüdü.

Net işletme kârları tırmandı, iş gücü ve sabit sermaye harcamaları düştü

Öte yandan büyüme rakamlarında dikkat çeken bir diğer nokta da, gelir yöntemiyle hesaplanan GSYH’ın bileşenlerin paylarındaki değişimler oldu.

Buna göre, yüksek büyüme gösteren Türkiye kapitalizmi, sabit sermaye ve iş gücü harcamalarını küçültürken işletme kârlarını büyütüyor.

Üçüncü çeyrekteki dağılımda; iş gücü ödemelerinin payı yüzde 32,7, sabit sermaye tüketiminin payı 15,8’e düşerken, net işletme artığı/karma gelir yüzde 52,2’ye çıktı. Bu paylar 2016 başından bu yana.

Geçtiğimiz yılın 3. çeyreğinde bu paylar sırasıyla, yüzde 35,6, 16,5 ve yüzde 48,7 olarak gerçekleşti.


 
§