24 Kasım 2017
Sayı: KB 2017/45

Sermaye düzeni krizin faturasını emekçilere ödetmeye hazırlanıyor!
Kuklaların isyanı!
Ekim Devrimi’nin 100. yılı kutlamaları ve devrimci duruş
Kimin için “güvenlik”?
Sınıfın devrimci geleceği ve mesleki eğitim
Türkiye’de haklar kullanılmadığı sürece var!
MESS Grup Sözleşme sürecinde durum ve görevlerimiz
Posco Assan ve Birleşik Metal-İş gerçeği
İhraçlara karşı İstanbul’daki direniş 40. haftasında
Yeni Ekimler ve sosyalizm için ileri!
100. yıl etkinliğine mesajlar
Devrimci, coşkulu ve her bakımdan başarılı bir etkinlik
Ekim Devrimi’nin 100. yılı etkinlikleri ve iki yol!
Suriye’de “siyasi çözüm” mü?
Gericiliğe karşı mücadeleye!
Kadın hak ve özgürlüklerine kağıt üzerinde dahi tahammülleri yok!
Denizler ve Nazım bize aittir!
Mirabel kardeşler yol gösteriyor!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Suriye’de “siyasi çözüm” mü?

A. Engin Yılmaz

 

Suriye krizinin ve iç savaşın ilk aşamasından itibaren sorunun çözümünün, ülkenin meşru temsilcisi olan Şam yönetiminin de dahil olacağı bir denklemden geçtiğini savunan Rusya, Suriye’nin kaderini belirlemede ve bugünkü “siyasi çözüm” noktasına gelinmesinde temel bir rol oynadı.

Suriye’deki süreçlerin yönlendirilmesinde inisiyatifi önemli ölçüde ele geçiren Rusya, Suriye’deki sorunun “siyasi çözümü” için 2016 sonunda Astana’da başlayan sürece de somut biçimler kazandırmış görünüyor.

Musul’un ardından Demokratik Suriye Güçleri (QSD) ve ABD öncülüğündeki koalisyona karşı Rakka’yı ve Suriye rejimine karşı Deir ez-Zor’u kaybeden IŞİD, elinde kalan son şehir Elbu Kemal’in de Suriye ordusu tarafından geri alınmasıyla Suriye ve Irak’ta ağır darbeler yedi. IŞİD’in varlığının sona erdiği genel kabul görmüş bulunuyor. Bu kabul, Suriye savaşının sonuna gelindiğinin ilanı da sayılabilir. Savaşın sonuna gelindiğinden hareketle, bu savaşın küresel düzeydeki iki temel emperyalist gücü olan Rusya ve ABD, Vietnam’da Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) Zirvesi’nde görüştüler. Ardından da “savaşın artık bitmesi ve siyasi çözümün bulunması konusunda mutabakata vardıklarını” dünyaya ilan ettiler.

IŞİD’in bir an önce sona erdirilmesi için ortak mücadeleye devam edeceklerini, Suriye’nin egemenliğine, toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına bağlı kalacaklarını, yanı sıra kendi güçlerinin güvenliği için askeri kanalların açık bırakılması konusunda da anlaştıklarını açıklayan ABD ve Rusya, ayrıca savaşın tüm taraflarını da siyasal çözüm sürecinde aktif biçimde rol üstlenmeye çağırdılar. Taraflardan biri olan QSD’nin de çözüm masasında yer alması gerektiği konusunda Putin ve Trump’ın mutabakata vardıkları söyleniyor. Rusya’nın zaten yapmayı planladığı Suriye çalıştayına Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen QSD’yi davet ettiği biliniyor. Bu tercih, Türkiye’nin Suriye’de Kürtlerle ilgili hesaplarına darbe vurduğu gibi, Suriye’nin geleceğinde rol oynamak gibi hayallerini de suya düşürmüş oluyor. Kürtlerin Suriye’deki yeni gelişmelerde çözümün bir parçası olabileceği düşüncesi Türk devletine adeta kabus yaşatıyor.

Bunun içindir ki Putin ile görüşmek için Rusya’ya gitmeden önce gelişmelerle ilgili açıklamalarda bulunan Erdoğan, ABD ve Rusya’nın Suriye’de askeri çözümün olamayacağına ilişkin açıklamalarını, “Askeri çözüm mümkün değil deniliyor. … O zaman çeksinler askerlerini. Siyasi yönteme başvurulsun. Bir an önce seçime gitmenin yolları aransın. … Suriye’deki üslerini boşaltsınlar” biçiminde tepki göstererek hiddetlenmişti. Rusya ile ABD’nin Suriye konusundaki anlaşmalarını “aldatma” ve “dünyayı kandırma” gibi sert sözlerle niteleyen Erdoğan’ın kükremesi Soçi’de son buldu. Putin ile yapılan görüşmenin ardından kamuoyunun karşısına çıkan Erdoğan, “Suriye’de siyasi çözümün zemini bulunduğu konusunda mutabık kalındığı” şeklinde açıklamalar yaptı. Erdoğan ile birlikte Soçi’ye giden ve basın mensuplarına demeç veren Çavuşoğlu’na Erdoğan’ın bu sözleri sorulduğunda, Çavuşoğlu, Erdoğan’ın “Suriye’deki siyasi süreci hızlandırma gayesi içinde olduğu” şeklinde yanıt verdi ve yanı sıra “Biz en iyi çözümün siyasi çözüm olduğuna inanıyoruz” diye de ekledi.

ABD ve Rusya’nın siyasi çözümde mutabakata varması, Türkiye’yi de “siyasi çözüm”e mecbur bırakmıştır. Türkiye, Soçi’de sadece buna mahkum olmakla kalmamış, aynı zamanda Rusya’nın Suriye Ulusal Kongresi’ne davet ettiği PYD’nin kongreye katılmasını engellemek için kendini paralaması da Putin’i ikna etmeye yetmemiş görünüyor.

ABD ve Rusya arasındaki hegemonya savaşında yeni sayfa

Bilindiği gibi ABD, Suriye’ye müdahale sürecinin ilk yıllarında patlak veren gerici iç savaşı kendi çıkar ve ihtiyaçlarına göre yönlendirmek için ilk aşamalarda Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ı taşeron devletler olarak kullandı. IŞİD ve El Nusra gibi cihatçı çetelere de her türlü desteği sundu. Tüm bunlara rağmen sonuç alamayınca, gelişmeleri arzuladığı bir sonuca bağlamak üzere 2014 yılında devreye dolaysız olarak kendisi girmişti. Fakat Rusya’nın da Suriye’de devreye girmesiyle birlikte amacına ulaşamamış, çıkar ve hesapları önemli bir darbe yemişti.

Rusya’nın 2015’te Suriye’ye etkili bir müdahalede bulunması sadece ABD ve İsrail siyonizminin hesaplarını alt-üst etmekle kalmamıştı. Rusya aynı zamanda dengeleri Esad rejiminin lehine çevirmeyi de başararak, Suriye’de inisiyatifi belirgin olarak eline almıştı. Halep’in alınması ise bunun dönüm noktası olmuştu.

Tüm bu gelişmelerin ardından ve gelinen aşamada IŞİD’in Suriye ve Irak’taki varlığının neredeyse son bulduğu ve dolayısıyla Suriye savaşının da sonuna gelindiği inancıyla iki hegemon güç, sorunu siyasi çözüm yoluyla “mutlu” sona bağlayacaklarını ilan etmiş bulunuyorlar. Düne kadar emperyalistler arası ilişkilerdeki gerilimin ve bunun yansıması olan yıkımın ana sahnesi olan Suriye, simdi aynı hegemon güçler tarafından “siyasi çözümün ve barışın” sahnesi haline getiriliyor. Gerçekte yaşananın özü ve özeti ise, Suriye krizine yeni bir emperyalist müdahalede bulunarak ülkeye çıkar ve amaçları doğrultusunda yeni bir biçim vermek ve bunun üzerinden bölgedeki egemenlik mücadelesini başka biçimler içinde sürdürmekten ibarettir.

Dolayısıyla emperyalist hegemonya savaşının kanlı sofrasına dönüşen Suriye ve Irak şahsında Ortadoğu’daki gelişmeler çok hızlı değişebileceği gibi belirsizliğini de korumaktadır. Bölgedeki zemin gerek küresel emperyalist odakların gerekse de bölgesel güçlerin farklı çıkarları nedeniyle “siyasi çözüm” sonrası da çatışabilmeye ve bu temeldeki ittifakların hızla değişebilmesine fazlasıyla müsaittir. Dahası bölgenin kendisi çelişki ve çatışmalar yumağı olduğu gibi sayısız çıkarı bağdaştırmanın da kolay olmadığı bir av sahasıdır. Somutta ABD ile Rusya arasında emperyalist bir hegemonya alanına dönüşen Suriye’de nasıl bir siyasi çözüme ulaşılacağı ve gelişmelerin nasıl bir seyir izleyeceği temel sorunlardan bir tanesidir. Zira söz konusu olan emperyalist paylaşım savaşıdır ve bunun kendisini Ortadoğu üzerinden ortaya koymasıdır. Bu savaşın Ortadoğu cephesinde çıkarlar, çatışmalar, çelişkiler, müttefikler ve bu eksende cereyan edebilecek gelişmeler hızla değişebilmektedir. Bunun içindir ki bölgedeki gelişmelerin toplamı üzerinden bakıldığında sürmekte olan savaşları sona erdirmek bir yana, bunlara yeni halkaların ekleneceği yazık ki daha da gerçekçi görünmektedir. Suriye’nin geleceğine ilişkin iki hegemon gücün yanı sıra bölge gericiliğinin kendi aralarındaki görüş, demek oluyor ki çıkar farklılıkları bunun nesnel zeminidir. Zira ABD ve Rusya için söz konusu olan, Suriye’nin geleceğinden ziyade bölgedeki emperyalist çıkarlarıdır.

Nitekim ABD’nin Suriye ve Irak’taki projelerinin peş peşe çökmesi sonucu onun yeni manevraları nasıl da devreye soktuğunun yeni örnekleri de görülmektedir. Suudi Arabistan’da yaşanan son gelişmeler bu manevraların bir parçası sayılmalıdır. Ortadoğu’da ABD, İsrail ve Suudi Arabistan merkezli yeni kirli ve saldırgan girişimlerin kapıları açılmaktadır. Rusya, İran ve Suriye’nin karşısına ABD, İsrail ve Arabistan ekseni çıkarılmakta ve yeni savaşlara hazırlık yapılmaktadır.

“Siyasi çözüm” sonrası Suriye ve Kürt sorunu

Suriye savaşının seyri ve geldiği aşama, Rusya’nın kendisini bir dünya gücü olarak gösterebilmesinin vesilesi oldu. Dolayısıyla Ortadoğu savaşının Suriye cephesinde gelişmeler daha çok Rusya’nın arzuladığı biçimde seyrederken, ABD, çıkar ve hedefleri bakımından “hezimete” uğradı. Gelinen aşamada ABD, neredeyse sadece Rojava üzerinden Suriye’de alan tutabilmektedir. ABD emperyalizmi dünyada yankılar yaratan Kobanê Direnişi’nde Kürt hareketine en dramatik anda destekte bulunmuş ve bu sayede de PYD önderliğindeki Rojava Kürtleri üzerinden Suriye’deki etki alanını koruyup genişletme imkanı bulmuştur. Dolayısıyla Kürt hareketi ABD’nin Suriye’deki temel müttefikidir. YPG’nin kontrol ettiği Suriye Kürdistan’ında federatif bir yapıyı da desteklemektedir.

Aynı Kürt hareketi Rusya’nın da önemli muhatabı durumundadır ve Suriye sorununa “siyasi çözüm” arayışının da temel dinamiklerinden biri olarak görülmektedir. Dolayısıyla Suriye’nin geleceğinde en etkili güç olan Rusya, Suriye Kürtleriyle işbirliği yaparak “yeni” Suriye’nin inşasında onları “siyasal çözümün” doğrudan bir parçası haline getirmektedir. Bu aynı zamanda ABD’nin Kürtler üzerindeki etkisini sınırlamak, Kürtleri tümüyle ABD’ye kaptırmamak anlamına da gelmektedir. Bunun için de Kürtlere yeni dönemde özerklik gibi resmi bir siyasal statü tanınmasını da desteklemektedir. Suriye rejiminin “Kürtlerle özerkliği konuşabiliriz” demesi ve Kürtlerin Rusya tarafından Suriye Halkları Kongresi’ne davet edilmesi, yanı sıra Rusya’nın önerdiği anayasa taslağının federatif bir içerik kazanması vb. olgular buna işarettir.

Bu gelişmeler üzerinden ve iki emperyalist gücün desteği eşliğinde YPG, ortaya çıkan fırsatı etkin bir şekilde değerlendirerek Suriye Kürdistan’ındaki kazanımlarını korumak, buna anayasal bir zemin kazandırmak, dahası bunu federatif bir yapıya taşımak istemektedir. Gelişmelerin nereye evrileceğini ise zaman gösterecektir. Ortadoğu’daki emperyalist paylaşım mücadelesinin iki büyük gücü olan ABD ve Rusya Suriye’deki Kürt sorunu konusunda şimdilik ortak bir zeminde dursalar da bölge gericiliğinin bunu kolayından kabullenmesi olası görünmemektedir. Bir dizi konuda çıkarları bağdaşmayan bölge güçlerinin, Kürt düşmanlığı söz konusu olunca, Kürt halkının kazanımlarını yok etmek için nasıl da birleşebileceği Güney Kürdistan’daki referandum üzerinden bir kez daha görülmüştü. Bu gerici ittifakın Rojava Kürt hareketine karşı gerçekleşmeyeceği iddia edilemez ve en azından Türkiye’nin Rojova’ya resmi statü tanınmasını kabul edeceği de kolayından beklenemez.

ABD ve Rusya’nın Suriye’de belli konularda ortak bir zeminde bulunmaları, siyasi çözümde Kürtleri çözümün bir parçası olarak görmeleri, Türkiye’nin Suriye’ye yönelik bütün hesaplarını boşa düşürmekte, Kürtlerin resmi statü kazanacaklarından hareketle ona kabuslar yaşatmaktadır. Gelinen aşamada olayların gelip dayandığı bugünkü tablo karşısında Türk sermaye devletinin durduğu yer ise içler acısıdır. Ortadoğu’ya ilişkin dış politikasının ekseninde yalnızca Kürt sorunu ve Kürt kazanımlarının tasfiyesi bulunan Türkiye, dış politikada tümüyle iflas etmiş bulunmaktadır.

 
§