24 Kasım 2017
Sayı: KB 2017/45

Sermaye düzeni krizin faturasını emekçilere ödetmeye hazırlanıyor!
Kuklaların isyanı!
Ekim Devrimi’nin 100. yılı kutlamaları ve devrimci duruş
Kimin için “güvenlik”?
Sınıfın devrimci geleceği ve mesleki eğitim
Türkiye’de haklar kullanılmadığı sürece var!
MESS Grup Sözleşme sürecinde durum ve görevlerimiz
Posco Assan ve Birleşik Metal-İş gerçeği
İhraçlara karşı İstanbul’daki direniş 40. haftasında
Yeni Ekimler ve sosyalizm için ileri!
100. yıl etkinliğine mesajlar
Devrimci, coşkulu ve her bakımdan başarılı bir etkinlik
Ekim Devrimi’nin 100. yılı etkinlikleri ve iki yol!
Suriye’de “siyasi çözüm” mü?
Gericiliğe karşı mücadeleye!
Kadın hak ve özgürlüklerine kağıt üzerinde dahi tahammülleri yok!
Denizler ve Nazım bize aittir!
Mirabel kardeşler yol gösteriyor!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kimin için “güvenlik”?

 

Geçtiğimiz günlerde Haziran Direnişi sırasında başından gaz fişeği ile vurulan ve aylarca yoğun bakımda kaldıktan sonra hayatını kaybeden Berkin Elvan’ın duruşması görüldü. Duruşma görülürken adliye çevresi adeta karakola çevrildi, duruşmaya gelenlere ince arama dayatıldı. Adliye girişine ancak birkaç arama noktasından geçilerek girilebilirken, mahkeme salonuna girişte de arama yapıldı. Duruşmaya Somalı aileler de destek için katılırken, anne Gülsüm Elvan duruşma bittiğinde yaptığı açıklamada “En son yapacağı tek bir şey, beni yıldırmak için başıma bir kurşun sıkarak beni çocuğumun yanına göndermektir. Başka beni susturamaz, beni yıldıramaz. Ben mücadelemi vereceğim, sonuna kadar da götüreceğim” diyerek tehditlerin, tacizlerin, ablukaların kendisini verdiği bu mücadeleden vazgeçiremeyeceğini beyan etti.

Berkin Elvan’ın duruşmasında yaşananlar Somalı madencilerin davasında da, Suruç Katliamı davasında da, Nuriye ve Semih’in davalarında da yaşanıyor. Katlettiğiyle yetinmeyen devlet, hesap soranları da korkutmak, yıldırmak ve sindirmek için tüm yaşam alanlarını karakola çeviriyor. Suruç’ta yaşamını yitirenlerin ailelerinin, Suruç gazilerinin evleri basılıyor, gözaltı ve tutuklama saldırısıyla karşılaşıyorlar. Katliamda yaşamını yitirenler için yapılan anmalara izin verilmiyor, duruşmaları polis ablukasında geçiyor. Nuriye ve Semih’in adına dahi tahammülü kalmayan devlet, direnişin merkezi olan Yüksel Caddesi’ne bir mobil karakol kurmuş durumda. Duruşmalarında ise devlet terörü hüküm sürüyor. Son duruşmaya katılım için 40 kişi sınırlaması getirilirken, duruşma esnasında adliyeyi polis işgal altında tutuyor.

Dava süreçlerinde böylesine “güvenlik önlemleri” alan sermaye devleti, bu katliamların ve cinayetlerin gerçekleşmemesi için hiçbir önlem almıyor. Tersine bu katillerin önünü açıyor, sırtını sıvazlıyor, katil sürülerine tetikçiliğini yaptırıyor. Suruç ve Ankara katliamlarında, canlı bomba istihbaratının geldiği, fakat devlet tarafından güvenlik önlemi alınmadığı biliniyor. Yaşanan bunca madenci katliamında devletin kaçak madenleri görmezden geldiği, kölece çalışma koşullarını çıkardığı yasalarla güvence altına aldığı biliniyor. Polislerin Hrant Dink’i katleden tetikçi Ogün Samast’la çektirdiği “hatıra fotoğrafı” hâlâ hafızalarda. Yine halklara kan kusturan IŞİD’ci çetelerin Türkiye’de birçok kez ihbar edildiği fakat bu ihbarların görmezden gelindiği biliniyor. Linç etmek için Kürt arayan faşist güruhlar “milli hassasiyeti güçlü olan gençler”, emperyalistlerin maşası dinci çeteler ise “birkaç öfkeli çocuk” oluyor.

Onların tüm “güvenlik önlemleri” kitleleri korku yoluyla kontrol altında tutmak ve ona hâlâ biat etmeyen kesimleri de ezmek üzerine kuruludur. Zira onlar açısından kendi güvenlikleri, ezdikleri ve sömürdükleri kesimlerin hareketsiz ve sessiz kalmaları ile mümkündür. Bir baskı ve zor aygıtı olan devlet mekanizması meclisinden yargısına, bürokrasisinden kolluk güçlerine bu amaca uygun olarak örgütlenmiştir. Özellikle 1,5 yıldır devam eden OHAL’le birlikte iyiden iyiye keyfiyete dönen zorbalık uygulamaları, bir yandan devletin gerçek karakterini gözler önüne sererken diğer yandan da korkularını açığa vuruyor. Parlayacak bir kıvılcımdan o kadar korkuyorlar ki, fısıltı dahi çıkmasın istiyorlar. Fakat yaşanan tüm bu devlet terörüne karşı “Özgürlüğümden ve geleceğimden vazgeçmiyorum!” diyen gençler, “beni susturmak için başıma bir kurşun sıkması gerekir” diyen analar, hakları için mevzi direnişleri gerçekleştiren işçiler, gericiliğin koyu karanlığına karşı sokaklara çıkmaya devam eden kadınlar var. Bu yüzden adına “güvenlik önlemi” dedikleri saldırılarını arttırıyorlar. Artan bu saldırganlığa karşı yaşamın tüm alanlarında ses olmak, boyun eğmemek, direnişi büyütmek gerekmektedir.

 

 

 

 

İstanbul’a 2 bin bekçi alınacak

 

Sermaye devletinin baskı ve denetimi arttırmak amacıyla devreye soktuğu “çarşı ve mahalle bekçiliği” yaygınlaştırılarak uygulamaya konuyor.

Son olarak, İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından yapılan açıklamayla 2 bin tane daha “çarşı ve mahalle bekçisi” alınacağı duyuruldu.

Kamu güvenliğinin sağlanmasında genel kolluk kuvvetlerimize yardımcı mahiyette aktif olarak görev yapması” amaçlandığı öne sürülen mahalle bekçiliğine başvuruların 24 Kasım’a kadar süreceği ve 2018’in Ocak ayında bekçilerin atamalarının yapılacağı belirtildi.


 

 


Malatya’da Alevilerin evleri işaretlendi

 

Malatya’da Cemal Gürsel Mahallesi’nde Alevilerin yaşadığı evlere çarpı işareti konuldu.

22 Kasım sabahı uyanan Aleviler 13 evin kapısına kırmızı sprey boya ile çarpı işareti konulduğunu gördü.

Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Malatya Şube Başkanı Mehmet Topal da evleri işaretlenen aileleri ziyaret ederken “Dün akşam Alevilerin çoğunluklu olarak yaşadığı Cemal Gürsel Mahallesi’nde 13 evimiz kimliği belirsiz kişiler tarafından işaretlendi” açıklaması yaptı.

Bu durumun olası saldırı tehdidi anlamına geldiğine işaret eden Topal, ancak kimsenin Alevileri istediği kalıba sokamayacağını, kendi inanç ve kültürlerini yaşamaya devam edeceklerini ifade etti.



 

Adıyaman’da 1 ay eylem yasağı

Adıyaman Valiliği, “terör” bahanesiyle bir ay boyunca ildeki bütün eylem ve etkinlikleri yasakladı. Valilikten yapılan açıklamada yasağa gerekçe olarak “terör örgütlerinin hak ve özgürlükleri istismar etmesi” öne sürüldü.

20 Kasım-19 Aralık arasında, 48 saat önceden izin alınmadan ve valilikçe belirlenen yerler dışında basın açıklaması yapılamayacağı söylendi.

 
§