11 Ağustos 2017
Sayı: KB 2017/31

Dinci-faşist zorbalığa geçit verme!
Nuriye ve Semih ile dayanışmaya!
İktidarın hizmetinde hukuk
Dinci gericiliğin muhafızları
Türkiye tarım alanlarını kaybediyor!
MİB MYK Ağustos Ayı Toplantısı Sonuçları
Metal TİS süreci yaklaşıyor…
“Tekstil ve dokuma işçileri kölece çalışma koşullarından mutlaka kurtulacaktır!”
Ekim Devrimi’nin şanlı tarihi işçi sınıfına ve öncülerine yol gösteriyor
“Örgütlü mücadele rotamız olmalı!”
OHAL varsa direniş de var!
Okul parası kazanmak için çalışıyor, dövülüyor, öl(dürül)üyoruz...
Mesleki Eğitim ve Mücadele Semineri sonuç bildirgesi
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın direnişi üzerine
Efrîn’i işgal tehdidi devam ediyor
Suriye savaşı ve İdlib halkası
Kapitalizm öldürmeye devam ediyor!
Adana organize sömürü cehennemi
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Adana organize sömürü cehennemi

 

İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO), Türkiye’nin İkinci 500 Büyük Sanayi Kuruluşu Araştırması’nın 2016 yılı sonuçları açıklandı. Bu araştırma sonucunda Adana Hacı Sabancı Organize Sanayi Bölgesi’nden (AOSB) ikinci 500 listesinde 7 firma yer aldı. İSO ikinci 500 listesine Adana il genelinden ise toplam 10 firma girdi. Bizim için bu firmaların ismini burada uzun uzadıya yazmaya gerek yok. Önemli olan bu ve bunlar gibi diğer firmaların bu “başarıyı” nasıl elde ettikleridir.

Hatırlanacağı üzere kısa bir zaman önce AOSB’de bir gübre fabrikasında, iki kişilik vincin sepetine 6 kişi bindirilerek çatıya çıkarılmış ve bunun sonucunda fazla yüke dayanamayan vincin sepetinden düşen işçilerden 5 işçi hayatını kaybetmişti. Yine Vural Plastik’te hiçbir güvenlik önlemi alınmadığı için bir işçinin eli hışır makinasına sıkışmıştı. Bunlar yaşanan iş kazalarından birkaçı. Bir de çalışma koşullarını anlatalım. Aslında her işçinin yaşayıp da bildiği şeyler. Sırasıyla anlatmaya başlayalım.

Öncelikle servis çilesinden başlayalım. Servislerde klimalar çalışmıyor, sadece fanlar açılıyor. Servisler havasız bu da yetmezmiş gibi yetersiz olduğu için işçiler işe ayakta gidip gelmekte. Bazı fabrikaların servisleri hurdalık desek yeri var. Servis çilesi bitti, fabrikanın çilesi başlıyor şimdi de. Öncelikle çalışma ortamlarından söze başlayalım. Gürültü zaten ilk handikap. Gürültü olur, olmaz demiyoruz. Ama bunun için iş güvenliği eğitimlerinde kullanmamızı söyledikleri kulaklıkları vermiyorlar. Çalışma ortamının tozunu anlatmaya gerek yok. Özellikle tekstil ve metal iş kolunda toz daha fazla. Yine tozdan korunmak için kullanmamızı söyledikleri maskeleri vermiyorlar. Anlayacağınız iş güvenliği eğitimi formaliteden ibaret. Buna rağmen verdikleri eğitimlerde biz işçiler suçlu oluyoruz. İş kazalarının çoğunluğu bizim yüzümüzden kaynaklanıyormuş! Tuvaletler ve giyinme odalarının temizliğine ne diyelim. Sanki bizler hayvanız, o şekilde temizlik yapılıyor. Haftada bir kere temizlik yapılıyor. Lavabolar tıkandığı için taşıyor. Tuvalet peçetesi, havlu yok. Bunların yanı sıra giyinme odasındaki dolapların yetersizliği de bir başka sorun. Yemekleri anlatmaya gerek bile yok. Patronlar her gün bal, börek, kebap yer, işçiye gelince neredeyse kuru soğan, ekmek verecekler. Artık gerisini siz düşünün. Diğer bir sorun ise su sorunu. Yapılan araştırmalara göre Türkiye’nin en temiz suyu Adana’da, ancak biz işçilere kuyu suyunu reva görüyorlar. Kuyu suyu olduğu için su pis kokuyor. Kuyu suyundan kaynaklı ya midemiz ağrıyor ya da ishal oluyoruz. Arıtma sistemi olsa dahi...

Bunların yanı sıra, çalışırken üzerimizde nasıl bir baskı oluşturuyorlar ona da değinelim. Şefler sürekli başımızda bekliyorlar. Sürekli “hadi hadi” diyerek... Ayrıca dakika tutuyorlar. Böyle olunca da tuvalete dahi gidemiyoruz. Zorunlu olarak mesaiye bırakılıyoruz. Mesai ücretleri de geç ve elden veriliyor. Yeri geliyor haftada bir günlük tatilimiz olan Pazar günümüzü de elimizden alıyorlar. Bazen yeni başlayan işçileri birkaç gün sonra “yapamadın” deyip işten çıkarıyorlar. Bunların yanı sıra fabrikanın sıcaklığını da düşünün. Ne havalandırması var ne de klima. Sıcaklık demişken, Ahmed Arif’in Çukurova için yazdığı şiirden de bir alıntı yapmadan geçemeyiz. Ahmed Arif “Sıcağında sabır taşları çatlar, çatlamaz ırgatın yüreği” diyerek Çukurova’nın sıcağını çok güzel özetlemiş. Fabrikanın sıcağına bir de Çukurova’nın sıcağı eklenince artık gerisini siz düşünün. Sorunları say say bitmez. Ancak şimdilik bu kadar yeter, çalışma koşullarımızın nasıl olduğunu anlatmak için.

Şimdi de patronlara sağlanan kolaylıklardan bahsedelim. Bilindiği üzere Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) yasası çıkartıldı. Şu anda fabrikalarda uygulanmaya da başladı. Artık maaşlarımızdan da kesintiler başladı. Kıdem tazminatının gaspı kapıda. Zaten fabrikalar yeni işe başlayanları İŞKUR üzerinden işe alıyor. Ne maaşımızı ödüyorlar ne de sigortamızı. Sözleşme bitince de iş garantimiz var mı yok mu belli değil. Bir de not olarak belirtmek gerekirse, Vural Plastik patronu “FETÖ”cü olduğu için tutuklanmış ve yerine kayyım atanmış durumda. Yani fabrikada aslında devletin kendisi var. Fakat hem çıkarılan yasalar, hem de bu durum devletin gerçek yüzünü ortaya seriyor. Kimin devleti olduğunu net bir şekilde gösteriyor.

Anlaşılacağı üzere bu firmalar ve diğerleri “başarılarını” bu şekilde elde ediyorlar. Ve utanmadan bundan gurur duyuyorlar. Gerçi onlardan da bu beklenir zaten. AOSB Yönetim Kurulu başkanı da bu firmalara tebriklerini eksik etmemiş ve şu sözleri söylemiş:

Listede daha fazla firma ile temsil edilmek; daha fazla üretim, daha fazla istihdam demek. Adana’nın kalkınması, Türkiye’nin kalkınması demek. Biz sanayiciler olarak, çalışmalarımızı bu doğrultuda sürdürüyoruz. AOSB’nin, hem ilk 500 hem de ikinci 500’de önümüzdeki yıllarda çok daha fazla firma ile temsil edileceğine inanıyoruz.” Bu sözlerin biz işçiler açısından meali ise daha fazla sömürü daha fazla işçi ölümü demek. Ancak bu şekilde bu “başarıyı” sağlarlar. Daha fazla istihdam diyorlar ancak geçen günlerde Oğuz Tekstil’in 200 işçiyi sendikaya üye oldukları için çıkardığını unutuyorlar galiba! Yani kimse iş garantisinden, istihdamdan bahsetmesin bize.

Biz işçiler-emekçiler daha iyi koşullarda çalışmak istiyorsak eğer kendi birliğimizi güçlendirmeliyiz. Çünkü patronlar kendi aralarında örgütlü hareket ediyorlar ve bu koşulları bize dayatıyorlar. Nasıl ki onlar örgütlüyse bizler de kendi örgütlülüğümüzü yaratmalıyız. Bu koşullar ancak bu şekilde değişir. Ayrıca belirtmek isteriz ki, işçilerin-emekçilerin sesi soluğu olan Kızıl Bayrak gazetesine uygulanan sansür de aslında yine bizlere karşı yapılmıştır. Bu yüzden işçi-emekçi kardeşlerimizi Kızıl Bayrak’ı daha çok sahiplenmeye çağırıyoruz.

AOSB’den Kızıl Bayrak okurları

 

 

 

 

Taşları yerinden oynatmalı

 

Hoca Nasrettin çok fakir, bir kış günü evde yiyecek içecek hiçbir şey yok. Yardım istemek için komşusuna gider. Tam avludan içeri girecekken komşunun köpekleri üzerine koşarak gelir. Yere eğilir, taş alacak, buzdan taşı sökemez, elini beline kor şöyle bir doğrulur. Der ki; “Ya rab bu nasıl memleket köpekleri salıp taşları bağlamışlar.”

Ülkede işsiz sayısı milyonları aşıyor. İş alanları gittikçe daralıyor, geçim zor. İnsanlar çaresiz, yedek işsizler ordusu milyon milyon... Memurun yüz binini alıp yüz binini çıkartıyor. İşsizlik demek ki o işe yarıyormuş. Atanamayan öğretmenin, askerden gelenin gideceği pek fazla bir alan kalmadı, fabrikaların yüzde doksanı asgari ücretli, kolluk gücünün, özel güvenliklerin artması ondan.

İntihar, kadın cinayeti, gasp, fuhuş, hırsızlık arttı. Normal yoldan geçinmek çok zor. İşçi ve emekçilerin hak kayıpları arttıkça baskı ve zulüm de artıyor. Kitleler susuyor. Suçlu suçsuz psikolojisi içinde. Bu yangın herkesi yakar. Yılan yılandır, herkesi sokar.

Rahip Nidermayer diyor ki; “Önce komünistleri götürdüler sustum, karşı çıkmadım. Sonra sosyal demokratları, demokratları... Ben yine sustum, karşı çıkmadım. Çünkü ben bir din adamıydım. Politikayla ilgilenmiyordum. Daha sonra beni almaya geldiler. Kimse karşı çıkmadı. Çünkü karşı çıkacak kimse kalmamıştı.”

Bu olanlardan sonra hiç mi iyi bir şey söylemeyelim, el insaf. Günümüz aynı zamanda işçilerin toplu sözleşmelerinin yapılacağı dönem. İşçiler öfkeli ve patlamaya hazır. Bu yönüyle üzerimizdeki ölü toprağını atma zamanıdır. Başka türlü bu işin üstesinden gelinmez.

İstanbul’dan Kızıl Bayrak okuru bir emekçi

 
§