11 Ağustos 2017
Sayı: KB 2017/31

Dinci-faşist zorbalığa geçit verme!
Nuriye ve Semih ile dayanışmaya!
İktidarın hizmetinde hukuk
Dinci gericiliğin muhafızları
Türkiye tarım alanlarını kaybediyor!
MİB MYK Ağustos Ayı Toplantısı Sonuçları
Metal TİS süreci yaklaşıyor…
“Tekstil ve dokuma işçileri kölece çalışma koşullarından mutlaka kurtulacaktır!”
Ekim Devrimi’nin şanlı tarihi işçi sınıfına ve öncülerine yol gösteriyor
“Örgütlü mücadele rotamız olmalı!”
OHAL varsa direniş de var!
Okul parası kazanmak için çalışıyor, dövülüyor, öl(dürül)üyoruz...
Mesleki Eğitim ve Mücadele Semineri sonuç bildirgesi
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın direnişi üzerine
Efrîn’i işgal tehdidi devam ediyor
Suriye savaşı ve İdlib halkası
Kapitalizm öldürmeye devam ediyor!
Adana organize sömürü cehennemi
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Türkiye tarım alanlarını kaybediyor!

 

Türkiye gibi coğrafi ve iklimsel açıdan tarıma elverişli bir ülkenin geldiği acınası durum Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) son açıkladığı verilerinden de açıkça görülebiliyor. Bunun bir yanı var olan tarım alanlarının, kapitalist kentleşmenin rant odaklı politikaları uğruna heba edilmesidir. Diğer yanı ise, sermayenin ihtiyaçları üzerinden şekillenen tarım politikalarıdır.

TÜİK verilerine göre, son 10 yılda toplam tarım alanının yüzde 5,22 (2 milyon 113 bin hektar) azaldığı tespit edildi. Dünya Bankası verilerine göre Türkiye’nin kaybettiği tarım alanlarının, yüzölçümü daha küçük 87 ülke kadar olduğu belirtiliyor.

En fazla tarım alanı kaybının, tahıllar ve diğer bitkisel ürünlerde gerçekleştiği belirtilmektedir. 2006’da 17 milyon 440 bin hektar olan alan, yaklaşık yüzde 11 azalarak 15 milyon 574 bin hektara gerilemiştir.

Kapitalist kentleşmenin ranta dayalı politikaları sonucu tarım alanları yağma ve talana uğramakta, amaç dışı kullanılmaktadır. Verimli tarım alanları sermayeye peşkeş çekilmekte, sanayi ve turizm tesislerine açılmaktadır. Yanı sıra çarpık kentleşme sonucu konut yapımları, rantsal/kentsel dönüşüm projeleri, ihtiyaç olup olmadığına bakılmaksızın özellikle AKP’nin karayolu, köprü vb. projeleri doğa tahribi ve verimli tarım alanlarının yağmasını beraberinde getirmektedir.

Rant odaklı politikaların doğrudan bir sonucu olarak doğanın tahribi ve yeşil alanların yok olması erozyonu da arttırmakta, bir de bu nedenle tarım arazilerinin yüzde 59’u erozyon tehdidi altında kalmaktadır.

Öte yandan ülkenin su kaynakları da tehdit altındadır. Kapitalizmin sadece kâr elde etme amaçlı politikalarının bir yansıması da yanlış su politikaları olarak karşımıza çıkmaktadır. Son 50 yılda 3 Van Gölü büyüklüğünde sulak alanın kurutulduğu belirtilmektedir. Küresel ölçekte emperyalist kapitalist sistemin neden olduğu bir sonuç olarak yaşanan iklim dengesizlikleri sermayenin AKP ile artan rant odaklı politikaları ile birleşmektedir. Türkiye’nin kullanılabilir yerüstü ve yeraltı su potansiyeli ne yazık ki kapitalizmin “benden sonrası tufan” mantığıyla yok edilmektedir. Bir yanda su rezervlerinin azalması ya da sulak alanlarının ranta kurban edilerek tarımsal ihtiyaçlar için değerlendirilememesi söz konusuyken, diğer yandan kapitalist kentleşmenin yarattığı aşırı betonlaşma yağışların emilmesini engellemekte, bunun sonucu olarak yaşanan su baskınları ve sel felaketleri nedeniyle yaşam alanlarının yanı sıra tarım alanları da olumsuz etkilenmektedir.

Emperyalizme bağımlı tarım politikası

Emperyalist kapitalist sisteme bağımlı bir ülke olarak Türkiye’nin tarım politikaları da uluslararası sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillenmektedir. IMF ve Dünya Bankası gibi emperyalist kuruluşların denetiminde, tarım ve gıda tekellerinin ihtiyaçlarına göre belirlenen bu tarım politikası, özellikle 1980’deki 24 Ocak kararlarından bugüne sermaye hükümetlerinin gündemindedir. Özelleştirme süreçlerinde tarımsal KİT’lerin satışı öncelikli olmuştur. Gelinen yerde Türkiye tohum, gübre, tarım ilacı ve mazot bakımından ithalata bağımlı bir ülke haline gelmiştir.

Örneğin, dünyadaki 27 buğday türünden 20’si Türkiye’de bulunmasına rağmen, Türkiye buğday üretiminde dışa bağımlıdır. Aynı şey pamuk için de geçerlidir. Türkiye 1990’lı yıllarla birlikte pamuk ithalatçısı ülkelerden biri haline gelmiştir. Ya da yağlı tohum üretebilecek toprak ve iklimsel imkânlarına rağmen Türkiye, petrolden sonra en fazla dövizi yağlı tohumlara ödemektedir. Yağlı tohumda bu dışa bağımlılık AKP dönemi ile birlikte daha da artmış, 14 yılda Türkiye yağlı tohum ve türevleri ithalatı için 36 milyar doları gıda tekellerinin kasasına aktarmıştır. 2002 yılında 1,4 milyon hektar olan bakliyat ekim alanları 2016 yılında 715 bin hektara düşürülmüş, bakliyat üretimi yüzde 28 oranında gerilemiştir.

Diğer taraftan uluslararası sermayenin tarım politikası doğrultusunda Türkiye, Afrika topraklarından tarım alanları kiralamaya başladı. Dönemin Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik, Sudan’da kiralanan Sivas büyüklüğündeki devasa tarım arazisinde sadece tropikal meyve ve sebze değil, aynı zamanda buğday, domates ve salatalık gibi Türkiye’de zaten yetişen ürünlerin de üretilip Türkiye’ye gönderileceğini bildirdi.

Özetle ülkede tarımsal üretim uluslararası sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillenerek, ona bağımlı hale getirilmiştir. Küçük ölçekteki tarım üreticisi artan vergi ve maliyetlerle boğuşmakta, ürettiğini satamaz hale gelmektedir. Emekçi köylü katmanı yıkıma sürüklenirken, tarım ve gıda şirketleri teşviklerle daha da güçlenerek, alana hakim olmaktadır. Bu tabloda Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın görevi ise gıda şirketlerine bir nevi aracılık etmektir.

Görüldüğü gibi Türkiye’de tarım alanları ya emperyalist politikaların etkisi ya da kapitalist kentleşmenin sonuçları yüzünden verimli şekilde kullanılamaz haldedir. Her iki halde de sermaye kazanırken, tarım alanları yağma ve talana uğramakta, bunun olumsuz faturasını ise yine emekçiler ödemektedir. Sömürü üzerine kurulu bu düzende başka türlüsü de olamaz zaten. Bu nedenle çözüm, sömürü düzenine karşı örgütlü mücadele ile gelecektir.

 

 

 

 

Fındık işçilerini taşıyan traktör devrildi: İkisi ağır 18 yaralı

 

9 Ağustos’ta, Düzce’de fındık toplamaya giden işçileri taşıyan traktörün devrilmesi sonucu, traktörün römorkunda taşınan işçiler yaralanırken iki işçinin durumunun ağır olduğu kaydedildi.

Beyköy beldesinden Güven Köyü’ne fındık toplamaya giden işçileri arkasındaki römorkla taşıyan traktör, Güven Köyü kavşağında kontrolden çıktı. Traktörün kavşaktaki aydınlatma direğine çarpması sonucu traktör ve römork devrilirken traktörü kullanan Murat Yaşar ile birlikte 17 işçi yaralandı.

Çevredeki hastanelere kaldırılan işçilerden Piroz Yaşar’ın sol kolunun koptuğu ve dikilmeye çalışıldığı, Yaşar’la birlikte Mustafa Tunç’un da durumunun ağır olduğu bildirildi. Diğer işçilerin isimleri ise şu şekilde:

Mahmut Özkaya, Yaşar Enver, Berfin Yaşar, Kezban Özkaya, Çimen Taşar, Güneş Özkaya, Medine Özkaya, Sebiha Bütüşaba, Sultan Yaşar, Murat Yaşar, Hüseyin Yaşar, Mehmet Yaşar, İslam Yaşar, Elif Bütüşaba, Yunus Yaşar.

 
§