9 Haziran 2017
Sayı: KB 2017/22

İşçi sınıfı yumruğunu masaya vurmalıdır!
Türkiye-AB ilişkisi; bir küs bir barışık!
Doğanın ve kentin talanı için “yenilikler” gündemde!
Direniş şehitleri anıldı
“Tarihsel bir saldırı varsa tarihsel bir direniş gerekir!”
Gülmen ve Özakça için eylemler
Sermaye devleti grev ve direnişlere yasaklarla saldırıyor
‘Kıdem tazminatı haktır, gasp edilemez!’ paneli
Kıdem tazminatı hakkımıza sahip çıkalım!
15-16 Haziran Direnişi’nin ruhuyla genel grev genel direniş!
Dünya kadın örgütlenme deneyimleri üzerine - 5
Örgütlüyüz, güçlüyüz, kazanacağız!
Lise ve üniversiteliler piknikte buluştu
Dinci gericilik eğitimi kuşatıyor!
Yeni yükseköğretim yasa tasarısıyla güvencesizleşme ve şirketleşmenin önü açılıyor
Kapitalizm korumaz süründürür, yaşatmaz öldürür
MI6, Kaddafi ve Manchester katliamı
Kapitalizm çürütür, yok eder!
Nazım Hikmet ve Ekim Devrimi
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kapitalizm çürütür, yok eder!

 

Son zamanlarda evde, işte, sokakta, televizyonda, internette, ne yana bakarsak bakalım şiddeti, tacizi, tecavüzü, bağımlılığı veya ruhsal bir hastalığın neden olduğu travmaları görüyoruz. Toplumsal çürüme diyebileceğimiz bu durumun artması, daha fazla düşünmemize neden oluyor. Ne oluyor da toplumun her hücresi böylesi bir çürümeye yüz tuttu?

Birçok kesim de bu durumu kendi anlayışı çerçevesinde tartışıp değerlendiriyor. Söz konusu tablo bilimsel çalışmaların konusu olabildiği gibi gerici ideolojilerin malzemesi haline de getirilebiliyor. Örneğin; toplumsal çürümenin nedenini batılılaşmaya bağlayan da var, “yeterince dindar olamadığımız için tüm bunlar yaşanıyor” diyen de var. Oysa ki varılan tüm bu sonuçlar meseleyi ana yoldan saptırıp ara sokaklarda kaybetmenin dışında bir işe yaramıyor. Öyle ki yaşamımızı bir korku tüneline çeviren bu toplumsal çürümeyi doğru analiz edebilmek ve doğru çözümler üretebilmek insanlığın bugünü ve yarını için de elzemdir. Çünkü çocukların, kadınların tecavüze uğrayıp öldürüldüğü veya çocukların babalarını öldürdüğü bu düzen hiçbirimiz için istendik ve güvenilir değildir. Bugün yaşadığımız bu toplumsal çürümeyi daha iyi analiz edebilmek için insanlığın bilinen tüm tarihine ve günümüzün toplumsal yapısına bakmak gerekmektedir. Kısaca ifade edebilmek adına, çağdaş ilkellerimizden olan avcı-toplayıcı toplumlar üzerinde yapılan bilimsel çalışmalar bize göstermektedir ki, bu toplumlarda kıt kaynakların kullanımı veya savunma amacı gibi nedenler dışında şiddet içeren davranışlar nadir görülmektedir. Bu toplumların birçoğunun barışçıl olduğu, toplumsal yapının daha çok eşitlikçi olduğu bilinmektedir. Aynı zamanda bu toplumlarda tek tanrılı dinlerin, yazılı hukukun, yargıcın, polisin vs. olmamasına rağmen toplumsal suç oranları azdır.

Anlamak için tarihsel yolculuğa devam ettiğimizde, ezen-ezilen ilişkisi üzerine kurulu olan sınıflı toplumların doğuşu ve günümüzde kapitalist kültürün inşası ile şiddetin, tacizin, tecavüzün, bağımlılığın ve akıl hastalıklarının yaygınlaşmaya başladığını görüyoruz.

Çünkü tarihin her döneminde topluma hakim olan, yani yöneten sınıf kendi konumunu devam ettirmek ve lüks içinde yaşamak için toplumun geri kalan büyük çoğunluğunu yoksulluğa, baskıya, eğitimsizliğe ve şiddete maruz bırakarak o toplumda yaşayan insanların bedensel ve ruhsal sağlığına zarar vermişlerdir. Hele ki kapitalist sistem tam bir kangren kaynağıdır. Bir avuç zenginin çıkarı için toplumun geri kalan çoğunluğu delirme boyutuna getirilmiştir. Bu “delirtme” mevzusu niyetten bağımsız değildir. Şöyle ki, kendileri de bu konuda kitaplar yazarak niyetlerini de açık açık ifade etmekteler. Büyük bir ekonomi kuruluşunun yöneticisinin yazdığı ‘Yalnızca Paranoidler Ayakta Kalabilir’ (Andrew S. Grove) kitabi, kapitalist sistemde başarılı olmak ve yaşayabilmek için paranoyak olmak gerekir demektedir. İşin kötüsü bahsedilen paranoid kişilik kuşkucu, alıngan, bencil, hezeyanlar gören ve bazen de bu duygulardan kaynaklı başkalarına zarar vermeyle sonuçlanan saldırgan bir kişiliktir. Bunların yazılıp çizilmesi, bu hastalığın idealleştirilmesi bizi şaşırtmamalı, zira bu anlayış aynı zamanda insanı en kârlı sermaye olarak tanımlamaktadır.

Kapitalist sistemin toplumda yarattığı tahribatlara devam edecek olursak;

-Bu sistem sermayenin çıkarları için savaşlarla, politik cinayetlerle, yoksullukla, televizyon yayınlarıyla yaşamı şiddet sarmalına dönüştürerek şiddeti normalleştirip insanların zihnine kazır.

-Bu kadarla da kalınmaz, para kazanmak için pornografik yayınlarla cinsel yaşam teşhir edilmektedir. İnsanların cinsel dürtüleri sürekli aşırı uyarılarak sapkın bireylerin sayısı her geçen gün arttırılır. Bir de kapitalist sistemin “para kazandıran her şey mubahtır ve tüketim esastır” mantığıyla bağımlılık yapan maddeler, araçlar azgınca pazarlanır ve bu nedenledir ki bağımlılık günümüzün önemli bir toplumsal sorunu haline gelmiştir.

Kapitalist sistem yaşatarak bize göstermektedir ki; sermaye sınıfının çıkarı için her şey yok edilebilir, doğa talan edilebilir, insanın bedensel ve ruhsal sağlığı tahrip edilebilir, buna bağlı olarak toplumsal yaşamın tümü feda edilebilir hale gelmiştir. Bu sistemin mantığı “benden sonrası tufan” anlayışı üzerine kuruludur.

Görüyoruz ki yanlış hayat doğru yaşanmıyor. Tüm bu yaşananlara ek olarak bireycilikle yalnızlaşıp kendi kaderimize terk ediliyoruz. Bu durum da mutsuzluğa ve hasta bireyler olmamıza neden olmaktadır. Çürümeye sebep olan asıl etken kapitalizmin kangren yapısıdır. Nasıl ki vücutta kangren olmuş bir organ kesilmediğinde tüm vücudu çürütebilirse, kapitalizm de kesilip atılmaz ise tüm toplumun çürümesine, yok olmasına neden olabilir. Sermayenin çıkarlarından ziyade toplumsal çıkarın hedeflendiği, sınıfsız sömürüsüz bir toplumun kurulması ile “hastalıklarımızı” tedavi edebiliriz. İnsanlık tarihinde sağlıklı ve mutlu toplumlar olarak yazılabiliriz. Yani barbarlık içinde yok olmamamız adına sosyalist toplumu ve kültürü inşa etmeye başlayarak sınıfsız toplumun yaşam bulması ile kurtulabilir insanlık.

F. Can

 

 

 

 

Gezi’nin ateşi sönmeyecek

 

Toplumsal olaylar bir anda patlar. Bazen de yaklaşmakta olan fırtınanın habercileri olur bu gelişmeler. Adına ne dersek diyelim, Gezi hakikaten bir başlangıçtı ve son da olmadı.

Gezi Parkı eylemleri öncesini bir hatırlayalım. Üç yıl üst üste Taksim’de gerçekleşen 1 Mayıs’a, o yıl yasak kondu. Her gün basın açıklamalarının yapıldığı Taksim Meydanı basın açıklamalarına kapatılmış, toplumsal baskılar arttırılmıştı. Dinci-faşist iktidar toplumun farklı kesimlerinin yaşam tarzına dönük dayatmalarını arttırmaya başlamıştı. Toplumsal baskı ve eşitsizliğin arttığı ortamda kıvılcım arayan kitleler Gezi Parkı’nda isyan ateşini yakmışlardı.

Gelişmeleri salt Gezi Parkı’nın park kısmının imara açılmasıyla ilgili bir durum olarak ele alırsak yanılırız. Park için Gezi eylemlerinden aylar evvel bizzat parkın içinde sanatçıların katıldığı etkinlikler ve imza kampanyaları yapılmıştı. Üstelik bir Gezi Parkı Derneği dahi vardı. Ama bu bambaşka bir şeydi. Gezi Parkı eylemleri iktidarın saldırılarına karşı bir direnişin simgesi oldu. Hepimiz oradaydık! Meğerse “başka bir dünya mümkün” diyen ne kadar çok insan varmış. Dayanışmayı ve paylaşmayı seçen, alternatif üreten, yaşamı uğrunda ölünecek kadar seven ne kadar çok insan varmış. Örgütlenmeyi bekleyen milyonların olduğu gerçeği bizi döne döne düşünmeye sevk ettiği için ne kadar da çok mutlu ve umutluyduk. “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyorduk ve hâlâ aynı cümleyi kuruyoruz. Ve bilmekteyiz ki, o isyanı yaratan koşullar bugün de fazlasıyla var. Şimdi Gezi’nin ruhuyla OHAL/KHK düzenine karşı mücadele ateşini harlamanın vaktidir.

Bir an evvel bu düzeni yıkıp başka bir düzen kurmalıyız. Aksi halde tüm canlı hayatıyla birlikte yaşlı dünyamızın da yok olmasını engelleyemeyiz.

Haziran Direnişi’nin 4. yılında OHAL/KHK düzenine HAYIR diyelim!

Bir Kızıl Bayrak okuru

 
§