23 Aralık 2016
Sayı: SİKB 2016/01 (48)

Sermaye iktidarı dinci-mezhepçi-şoven histeriyi körüklüyor
“Kanlı da olsa, kansız da olsa” kazanan hep sermaye!
HDP’ye yönelik saldırılar sürüyor
Kayseri’de yaşanan faşist saldırılar üzerine
En büyük tekeller; en yoğun sömürü ve kölelik dayatanlar!
Kapitalizmin “fıtratında” ölüm ve yolsuzluk var!
Toplu Sözleşme Sempozyumu Sonuç Bildirgesi
Metal fabrikalarında TİS süreçleri devam ediyor!
“Süreci sonuna kadar götüreceğiz!”
Kamu Emekçileri Forumu’ndan Kamu Çalışanları Birliği’ne...
Burjuva diktatörlüğünün yönetim biçimleri
2016’nın aynasından geleceğe bakmak-1
Tetikçinin ölümü ve Paris katliamının sorumluları
Krizden “stratejik işbirliğine” Türkiye-Rusya ilişkileri
Suriye topraklarına gömülecek olan hayaller ve gerçekler
FARC: '80’li yılların tekrarı mı? - 1
Fidel ya da tarihte bireyin rolü
Kadın işçi grevlerinin gösterdikleri-2
Üniversitelerde gericilik tırmandırılıyor
19 Aralık Direnişi yol gösteriyor!
Bu düzende kimin yaşamı kutsal?
“Neşelen biraz, asla ölümden bahsetme, başaracağız!”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Suriye topraklarına gömülecek olan hayaller ve gerçekler

 

Başını ABD emperyalizminin ve gerici bölge ülkelerinin çektiği Suriye’deki savaş beşinci yılını geride bırakırken, savaşın seyri de bu geçen zamana, yarattığı bir dizi sonuca ve nihayet aktörlerine bağlı olarak yeni bir aşamaya evrilmiş bulunmaktadır. Kısa sürede sahaya sürdükleri cihatçı-selefi sürüleriyle sonuç alacaklarını zanneden “ittifak güçleri” öncelikle yanılgılarıyla baş başa kaldılar. Çok geçmeden yenilgilerini de kabul etmek durumunda kalacaklardır.

Suriye toprakları üzerinde yürütülen paylaşım savaşında bilinen denklem, Rusya’nın da dahil olmasıyla birlikte farklı bir boyut kazanarak, sahadaki dengeleri Suriye rejimi lehine büyük oranda değiştirmişti. Her ne kadar öncesinde İran ve onun etki alanında olan Hizbullah, Suriye Rejimine her türlü desteği sunmaya çalışıyor olsalar da askeri anlamda somut bir başarıyı yaratmaya güçleri yetmiyordu. Suriye Rejimi, daha çok kontrolü altındaki alanları savunmakla yetinen bir savaş stratejisiyle süreci uzatmaya çalışıyor ve Rusya’yı sıcak çatışmanın içine çekmeye ve yeniden toparlanmaya çalışıyordu. Nihayet 2015 sonbaharında Rusya’nın beklenmedik anda yaptığı hamle adeta bütün dünyada ve özellikle de emperyalist metropollerde şok etkisi yaratmış ve sahadaki güçlerin tamamı kartları yeniden karmak zorunda kalmıştı. Bu hamle ile Suriye hava sahasının denetimini ele geçiren Rusya hem askeri açıdan hem de psikolojik açıdan üstünlüğü ele geçirerek, Suriye Rejimi için toparlanma fırsatı ve yeni olanaklar yaratmıştı.

Geride bıraktığımız bir yıllık zaman içinde Suriye Rejiminin İran ve Rusya’nın desteğiyle ardı ardına birçok alanda yeniden hakimiyetini kurmasını da nihai olarak bu hamle üzerinden anlayabiliriz. Hâlâ da bu hamlenin sahada belirleyici olduğunu ve özellikle de Halep’in de düşmesiyle, önümüzdeki yakın süreçte savaşın seyrinin belirleyici ölçüde Rusya-İran ve Suriye Rejiminin kontrolüne gireceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu gelişmenin kendisi Suriye’deki savaşın bittiği anlamına gelmese de bu savaşta asıl yenilgiyi alanların, en başta ABD olmak üzere Avrupalı emperyalist devletler ve başını Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gibi gerici bölge ülkelerinin çektiği işbirlikçiler olduğu kesindir.

Bu devletler adına girdikleri vekalet cihadıyla Suriye topraklarını cehenneme çeviren barbar cihatçı sürüleri her geçen gün güç kaybetmekte ve yenilginin yaratacağı sonuçları enselerinde hissetmektedirler. Son haftalarda Halep kent merkezinin doğusundaki büyük kuşatmayla şaşkına dönen başta El Nusra olmak üzere cihatçı çeteler imdat çığlıkları atmakta ve aman dilemektedirler. Büyük kayıplar vererek kenti terk etmek zorunda kalan selefi çeteler şimdi ağababalarından yardım istemekte ve bir an önce yeşil otobüslere binmek için kuyrukta beklemektedirler.

Kuşkusuz bu gelişmelerin gerisinde Rusya ve Türkiye arasındaki yakınlaşma, İran’la Suriye Rejimi konusundaki çekincelerden vazgeçme ve nihayet Kürt düşmanlığı üzerinden varılan anlaşmalar vardır. “Dünya lideri” Erdoğan’ın Putin’den dilediği özür sonrası, Rusya ve Türkiye arasında son dönemde yaşanan balayı havasının Suriye sahasında yankıları olmak zorundaydı. Anlaşmanın hemen ertesinde, özellikle de El Nusra’nın Halep’te tuttuğu alanlara lojistik destek kesildi. Söz konusu çeteler, deyim yerindeyse altın tepsi içinde Rusya ve Suriye Rejimine servis edildiler.

Geride kalan beş yıllık savaşın bütün bir gerçeği üzerinden biliyoruz ki, lojistik desteği kesilmiş selefi çetelerin ne direnme gücü ne de inancı olabilirdi. Bunu özellikle de bu çetelere son beş yıldır sınırsız desteğini esirgemeyen “dünya lideri”nin Türkiye’si çok iyi biliyordu. Dünyanın dört bir tarafından uçak filoları ve gizli servislerin gözetiminde Suriye’ye sokulan gerici güruhların ne ölçüde, nereye kadar direnebileceklerini elbette en iyi sahipleri bilebilirdi.

Öte yandan bütün olanaklarını seferber eden Körfez şeyhlikleri mi dersiniz, ABD’si, Avrupa’sı, 900 km sınırıyla övünerek Suriye topraklarını işgal eden Türkiye’si mi dersiniz, bu denli büyük ölçekli güçlerin geride kalan zaman içinde Suriye rejimini yıkamaması, sadece İran ve Rusya’nın desteğiyle açıklanabilir bir durum değildir. Söz konusu olgu, bütün bir gericiliğine rağmen Esad/Baas rejiminin toplumsal bir tabanı olduğunun ve sıradan bir muz cumhuriyeti olmadığının da açık bir kanıtıdır.

Kuşkusuz Suriye’ye müdahale edip kentlerini yok eden, milyonlarca Suriyeliye vatanını terk ettiren ve yüz binlercesinin ölümüne sebep olan emperyalistlerin ve onlara uşaklık eden gerici bölge ülkelerinin Suriye’deki savaştan çıkarları her ne ise, Rusya ve İran’ın çıkarları ve hedefleri de çok farklı değildir. ABD emperyalizminin Ortadoğu projesi kapsamında bölgeyi yeniden dizayn etme hamlesine karşılık, Rusya ve İran da özellikle Doğu Akdeniz havzasının kontrolü, enerji hatlarının egemenliği ve Şii Hilali diye tanımlanan alternatif projelerinin çıkarları için sahada bulunmaktadırlar. Hiçbirinin ama hiçbirinin Suriye’de yaşanan trajediye son vermek diye bir çabasından kesinlikle söz edilemez. Cenevre’de, Paris’te, Viyana’da oynanan diplomatik orta oyunlarından ise Suriye halkı için hayırlı bir şey çıkamaz, nihayetinde çıkmamıştır da. Yaşanan bu insanlık trajedisinin müsebbibi olanlar diplomasinin karanlık dehlizlerinden zaten bir barış çıkaramazlar ve böyle bir hedefleri de asla olmamıştır. Ayrıca o topraklara ihraç ettikleri iti kopuğu ile bizzat bu savaşı çıkaranlar kendileridir. Nasıl ki binbir yalan ve hile ile Irak’ı işgal ederek yerle bir ettiyseler, aynı şeyi bugün farklı enstrümanlar kullanarak Suriye’de yapmaktadırlar.

Hiç şüphesiz Suriye’nin gerçek sahibi Suriye halkları bu karanlık tabloyu er ya da geç parçalayarak ülkelerini bu barbar sürüsünden kurtaracak ve özgürlüklerini elde edeceklerdir. Ne var ki Suriye halklarının bu mücadelesini bizzat torpilleyen en temel güçlerin başında da gerici bölge ülkeleri ve onların sefil çıkarları gelmektedir. Bölgedeki her türlü gerici gelişmenin en temel aktörü durumundaki Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye gibi devletler, özellikle de çatışma ve savaşların yaşandığı coğrafyalarda büyük emperyalist güçler arasındaki çatışmanın yarattığı kimi boşlukları doldurmak, pastadan pay kapmak adına rezilce bir duruş sergilemektedirler. Libya’dan Yemen’e, Irak’tan Suriye’ye ve en nihayet daha da köklü sorunlar olması itibariyle Filistin ve Kürt sorununa yaklaşımları hep bu çerçevede olagelmiştir. Özellikle de gerici AKP iktidarının Türkiye’sinde köpürtülen yeni Osmanlıcılık hayalleri ve tarihsel metaforlar üzerinden yapılan güzellemeler ile bir şekilde Türk toplumu da manipüle edilerek, Suriye ve Irak’ın belli bölgeleri işgal edilmiş ve sıcak savaşın bir tarafı olunmuştur. Emevi Camii'nde sabah namazı kılmak için yaklaşık beş yıldır bekleyenler nihayetinde Rusya ile yürüttükleri ve ne pahasına olduğu bilinmeyen binbir çeşit ödünle El Bab’a kadar gidebilme izini koparmışlardır. Bütün bir amacı birleşik bir Kürt coğrafyasına engel olmak olan Türkiye’nin bu askeri müdahalesi, çok sürmeden kendisine pahalıya mal olabilecek bir dizi riski de beraberinde getirmektedir.

Sermaye gericiliğinin yeni Türkiye’si Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’yi arka bahçesi, doğal sınırlarının periferisi olarak gördüğü için yer yer ağababalarının izni, yer yer de kendi inisiyatifiyle işgal etmekte bir sakınca görmemektedir. Fakat bu kolay gibi görünen işgalin ve gidişin yaratacağı sonuçlar olacaktır elbette. “Halep ordaysa arşın da buradadır” diye boşuna denmemiştir.

Yaşanan sürecin ardından bilindik Suriye de artık hiçbir zaman eski Suriye olamayacaktır. Kendi içinde parçalı ve özerk yapıların ortaya çıktığı ve oluşacak bu otonom sınırların da sürekli bir biçimde bu coğrafyada savaş nedeni olacağı ve bu savaşların da tıpkı Irak’ta olduğu gibi on yılları bulacağı neredeyse kesin bir durumdur. Buna bir de bölge devletleri ve emperyalistlerin kirli çıkarları ile bitmek bilmeyen planlarını eklediğimizde, bu savaşın seyri konusunda yaklaşık bir fikir edinmiş oluruz. Gerici Türk sermaye iktidarının övünerek işgal sebebi saydığı 900 km’lik sınır, tarihsel bağlar vb., nasıl ki bu savaşın bir sebebi haline getirildiyse, aynı zamanda süren savaşın ve acıların bitirilmesinin, halkların kardeşleşmesinin etkenleri olarak da görülmelidir.

Türkiye, İran, Mısır vb. gibi sanayi temeli gelişmiş, büyük işçi sınıfı kitleleri barındıran ülkeler cephesinden bu savaşa, ancak güçlü bir devrimci sınıf hareketi ile son verilebilir. Doğallığında neredeyse ortadan kaldırılmış sınırların da etkisiyle böylesi bir hareketin bölgesel çapta sonuçlar yaratmasının maddi zemini hiç bu kadar olgunlaşıp, güncel politikanın sorunu haline gelmemişti. “Devrimci bir sınıf hareketi yaratmak için ileri!” sloganı sadece Türkiye sınırları içine daraltılmış bir politik perspektif olarak görülemez. Bunun bölgesel çapta yaratacağı etkiyi ve ortaya çıkaracağı sinerjiyi önümüzdeki dönemin temel politik faaliyetinin ana gündemi olarak görmeli ve pratik sonuçlarına vardırmak için mücadele etmeliyiz. Aksi takdirde bütün bölge halklarının kaderi işgalci çapulcu sürüsünün ve onun ardındaki karanlık güçlerin pençesine terk edilmiş olacaktır.


 
§