26 Ağustos 2016
Sayı: KB 2016/32

Özgürlük devrimde, barış sosyalizmde!
AKP’ye uyumlu ve ayarlı bombalar
Haklarımız ve geleceğimiz için mücadeleye
Basın özgürlüğü yalnız düzenin kalemşorları için…
OHAL’de fırsatçılığa devam!
Tarihten bugüne NATO ve Türkiye gerçeğine dair…
ABD ve Türk sermaye devletinin Cerablus seferi üzerine
Emperyalizme hizmet halklara düşmanlık bakidir
Biden ve Yıldırım’dan “ilişkileri onarma” vurgusu
TKİP V. Kongresi sunumlarından... Gençlik çalışmamızın sorunları
Direnmeyi seçmeyenler teslimiyete yürürler
Sermaye-hükümet-Türk Metal ittifakı iş başında!
Japon sömürü teknikleri
“Kaybedecek neyimiz kaldı!”
“Mezarda emeklilik”ten “bireysel emeklilik” yalanına
1900-Novecento
Kapitalizm ve çocuk
Sosyal-demokrat hükümetler ve günümüzdeki rolleri
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sosyal-demokrat hükümetler ve günümüzdeki rolleri

D. Yusuf

 

Avrupa’da en güçlü ekonomiye sahip ülkelerin dahi yakasını kurtaramadığı kriz, öyle koşullar yaratmıştır ki Yunanistan’daki Syriza örneğinde olduğu gibi sosyal-demokrat nitelikli hükümetler dahi, burjuvazinin önlerine koyduğu sosyal yıkım programlarını uygulamaktan kaçınamamaktadırlar. Yakın dönemde Alman Sol Partisi (Die Linke) de hükümet ortağı olduğu eyaletlerde (örneğin Berlin’de) bu aynı akıbeti yaşamıştır.

Almanya’daki SPD-Yeşiller ve Fransa’daki sözde “sosyalist”, gerçekte sosyal-demokrat Hollande-Valls hükümetleri, amiyane deyimle burjuvazinin koltuk değneği olma aşamasını da geride bırakıp, adeta burjuvazinin vurucu gücü olmaya soyunmuşlardır. Öyle ki Avrupa’nın en gerici ve muhafazakar hükümetlerinin dahi uygulamaktan çekindiği iktisadi-sosyal-siyasal saldırılar, hem de en acımasız biçimde, bu adı sosyalist ya da sosyal-demokrat olan hükümetler döneminde gündeme sokulmuştur.

Buna ilk öncülük eden hükümet, Almanya’daki SPD ile bir dönemler “radikal çevreci ve savaş karşıtı” olarak ünlenen Yeşiller Partisi’nin koalisyonuydu. 16 yıllık Helmut Kohl hükümetinin dile getirmekten dahi imtina ettiği yıkım programlarını, bu hükümet Agenda 2010 adlı sözde reform programı olarak bir çırpıda Almanya işçi ve emekçilerinin önüne koyuverdi. Almanya işçi ve emekçileri günümüzde hala bu acımasız saldırı paketinin ağır ve son derce yıkıcı sonuçlarını yaşıyor.

Çok pervasız biçimde işçi ve emekçi karşıtı bir pozisyon almanın çok daha çarpıcı örneği ise Fransa’daki “sosyalist” F. Hollande-M. Valls hükümetidir. Bu ikili, Fransız işçi, emekçi ve gençliğine kısa sürede kan kusturan ırkçı-faşist Sarkozy hükümetinin ardından işbaşına geldi. Seçim kampanyası sırasındaki sol söylemleri ve vaatleri ile umut yarattı, işçi ve emekçilerin hatırı sayılır oranda desteğini kazandı. Ne var ki çok kısa süre zarfında tüm umutları kırdı. Zira işbaşına gelir gelmez yaptığı ilk icraat, tıpkı Almanya’daki SPD-Yeşiller hükümeti gibi, Chirac ve özellikle de Sarkozy hükümetlerinin bile cesaret edemediği sosyal yıkım programlarını uygulamak oldu. Hızla sosyal hak gasplarına başladı. İktisadi ve sosyal alandaki kazanımları budamak, eğitimden sağlığa kamu hizmetleri alanında kısıtlamalara, demek oluyor ki özelleştirmelere başvurdu. İşçi ve emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarını cehenneme çevirdi. Yoksulluk tavan yaptı, işsizlik çığ gibi büyüdü. Buna karşın batık bankalara ve iflasın eşiğindeki veya ayakta duranı ile büyük şirketlere milyar avrolar aktardı. Destek ve teşvik kredileri sunarak kârlarına kâr katmalarını sağladı. Tam bir sosyal yıkım hükümeti olarak iş gördü. Fransız emperyalist burjuvazisine hizmette hiç kusur etmedi.

Hollande-Valls hükümeti aynı yolda ilerlemeye devam ediyor. Üstelik günümüzde bu kez sadece Fransız burjuvazisi adına değil, tüm bir emperyalist Avrupa burjuvazisi adına bir misyon üstlenmiş bulunuyor. Bu hükümet bilindiği gibi son olarak El Khomri adlı saldırı paketi ile işçi, emekçi ve gençliğin karşısına çıkmış bulunuyor. Fransız işçileri, emekçileri ve öğrenci gençliği deyim uygunsa tarihinin en kapsamlı, en acımasız ve en hedefli saldırısı ile karşı karşıya bulunuyor. İşçi ve emekçiler aylardır direniyorlar, sadece kendileri için değil, tüm Avrupalı sınıf kardeşleri için de...

Sadece bu yasayı çıkarmak için yaptıkları (örneğin yasayı meclise getirmeden çıkarması vb.) ile Hollande-Valls hükümetinin adı kesin olarak tarihe bir sosyal ihanet hükümeti olarak yazılacaktır.

Avrupa burjuvazisi Alman tekelci burjuvazisi tarafından “sosyal devlete elveda” denilerek başlatılan saldırılarla epeyce mesafe aldı. Bunu tüm sonuçlarına vardırmak görevi ise günümüzde Fransız burjuvazisi adına işbaşındaki Hollande- Valls hükümetine verilmiş bulunuyor.

Sosyal-demokrasi burjuvazinin ve faşizmin koltuk değneğidir

Sosyal-demokrat parti ve hükümetlerin tarihe yazılmış bir diğer uğursuz icraatı da faşizme koltuk değnekliği yapmaktır. Özellikle kriz dönemlerinde faşizmin bir tehdit olmaktan çıkıp, adım adım bir tehlike haline gelmesine ve nihayet iktidar olmasına geçit vermektir. Sosyal demokrasi bu uğursuz rolünü günümüzde de oynamaktadır.

Bilindiği gibi Avrupa daha yakın dönemlere kadar demokrasinin kalesi, AB de demokrasinin teminatı olarak sunuluyordu. Şimdi değil. Zira bu alanda da tarihsel tüm kazanımlar adım adım budandı. Uluslararası terör, güvenlik ve benzeri yalanlar ve bahaneler eşliğinde yasalarda ve anayasalarda çok yönlü değişiklikler yapıldı. Avrupa’nın her yerinde, olduğu kadarıyla burjuva demokrasisinin yerini adım adım siyasal gericilik aldı. Polis devleti uygulamalarına başvuruldu. Avrupa zaman içinde yabancı düşmanlığının gemi azıya aldığı, ırkçılığın bir devlet politikası haline geldiği, ırkçı-faşist saldırganlığın kol gezdiği bir kıta haline geldi. Faşizm Almanya’da dahi bir suç olarak kabul ediliyordu. Hitler adı açıkça telaffuz edilmiyordu. Krizle birlikte ve zaman içinde tüm bunlardan eser kalmadı. Gestapo ve polis ruhu canlandıkça, polis devletine gidiş yönünde yol düzlendikçe, faşizm suç olarak görülmemeye, bir düşünce akımı olarak muamele görmeye başladı. Demokrasi aşağılık yalanı ile faşist parti ve akımlara hoşgörü gösterilmeye, faşist propagandaya, eyleme ve örgütlenmeye kapılar sonuna dek açılmaya başlandı. Hitler adı açıktan telaffuz edilir duruma geldi. Sonuç olarak, süreç içinde faşizm bir tehdit olmaktan yakın bir tehlike haline gelmeye, tüm devletler adım adım birer faşist polis devletine dönüşmeye başladı.

Irkçılık da faşizm de kriz dönemlerinin mahsulüdür. Sosyal sınıf mücadelelerinden duyulan korku burjuvaziyi her zaman bu iki kirli silaha sarılmaya itmiştir. Bunun için onun her zaman bir günah keçisi vardır. Bu, dün Yahudilerdi, günümüzde ise Avrupa dışından gelen çeşitli uluslardan göçmenlerdir. Emperyalist burjuvazi her vesileyle bu kitleyi her türlü kötülüğün kaynağı ilan etmekte ve bu kitleye adeta savaş açmaktadır. Bu savaşı ise, ırkçı-faşist nitelikli tümüyle kirli ve kara bir propagandaya sarılarak, ırkçı-faşist akımları besleyip büyüterek, onlardan kaynaklı saldırganlığı teşvik ederek yürütmektedir. Her adımda onların önünü açmakta, buna karşın demokratik hak ve özgürlükleri adım adım yok etmektedir. Hedef, sınıf mücadelesi tehlikesi büyüdüğünde devreye sokacağı faşizm için yolu düzlemektir. Bu tehlike bugün de Avrupa işçi ve emekçileri için yakın bir tehlikedir. Ve onları bir daha faşizm tehlikesi beklemektedir.

Durumun bu raddeye gelmesinde elbette ki tek tek ülkelerin tekelci burjuvazisi sorumludur. Kendi adına işbaşına gelen gerici-faşist partiler bu yönde epeyce icraatta bulunmuş, epeyce yol almışlardır. O kadar ki en başta Almanya, yıllar sonra yeniden faşizm suçunu işlemeye doğru seyretmektedir. Diğer AB ülkeleri de bu konuda Almanya’dan geri kalacak gibi görünmemektedir. Bir devrimler ülkesi olan Fransa da günümüzde bu kervana katılmaya heveslidir. Irkçılığın ve faşist saldırganlığın yükselen değer, her geçen gün daha büyük bir tehlike haline geldiği ülkelerden biridir günümüz Fransa’sı.

Ne Almanya sadece Angela Merkel’in liderliğindeki Hristiyan Birlik hükümetinin gerici çabaları sonucu ne de Fransa sadece Sarkozy’nin karşı-devrimci politika ve icraatları sonucu bu durumu yaratmıştır. Almanya’da SPD’nin, Fransa’da “sosyalist” maskeli Hollande-Valls hükümetinin de bundaki payı büyüktür.

Almanya’da Hartz IV, Agenda 2010 macerasının, aynı zamanda demokratik hak ve özgürlüklerin peyderpey budanarak polis devleti uygulamalarına tavan yaptırmak, Alman devletinin gestapo kimliğini yeniden canlandırmak olduğu bilinmektedir. Bu maceranın SPD-Yeşiller hükümeti ile birlikte başlatıldığı da ha keza bilinmektedir. Bu aynı şey Fransa’da şimdi işbaşında olan Hollande-Valls hükümeti tarafından yapılmaktadır. Her şey bir yana bu hükümetin, IŞİD’in peş peşe gerçekleştirdiği katliamları bahane ederek polis devleti uygulamalarını tetiklemesi ve daha çarpıcısı da OHAL ilan etmesi, buna kalıcılık kazandırmak amacıyla 4. kez uzatması ibret vericidir. İnsan Hakları Bildirisi’nin ülkesi Fransa bu hükümet döneminde adım adım demokratik hak ve özgürlüklere dönük haçlı seferinin sahnesi haline getirilmek isteniyor. Giderek en temel haklar yok sayılıyor. Grevler, gösteriler, toplantılar yasaklanmaya çalışılıyor. Göçmenler, esas olarak da Müslüman kökenliler hedef tahtasına oturtularak, Marine Le Pen ile yarışırcasına ırkçı milliyetçi-şoven propagandalar ve vatan savunması yalanı ile işçi ve emekçiler ayartılmaya çalışılıyor. Hiç kuşkusuz gerçekte savaştıkları IŞİD ve benzeri çağdışı cinayet çeteleri değildir. Fransız burjuvazisi ve işbaşındaki hükümet aslında kendi işçi ve emekçilerine karşı savaşmaktadır. Ortadan kaldırmak istediği IŞİD ve benzeri cinayet örgütleri değildir. Ortadan kaldırmak istediği işçi ve emekçilerin yüzyıllık tarihsel kazanımlarıdır. Gerçek hedefi de devrimci sınıf mücadelesinin gelişip büyümesini engellemektir. El Khomri yasası tam da bunun içindir, bunun en somut ifadesidir.

Sosyal-demokrat Hollande-Valls hükümeti, icraatları ile faşizmin koltuk değnekliğini yapmaktadır. Bu hükümet Fransa’da faşizmin büyüyen bir tehlike haline gelmesinde en az Sarkozy hükümeti kadar sorumludur.

Fransız emperyalizmi Hollande-VALS Hükümetiyle savaşa hazırlanıyor

Sömürgelerini elde tutmak için kitlesel katliamlar da dahil kanlı ve kirli savaşa başvurmak, militarist politikalar izlemek, bu çerçevede silahlanmak, dünyanın tüm kriz bölgelerinde, esas olarak da dünya olaylarının düğüm noktası olan Ortadoğu’daki hegemonya savaşının tarafı olmak ve hummalı biçimde yeni bir paylaşım savaşına hazırlanmak, tüm emperyalist büyük devletler gibi Fransız sermaye devletinin de en temel icraatlarıdır. Emperyalist ve sömürgeci bir devlette bulunması gereken hırs, iştah ve ataklık Fransız sermaye devletinin de temel niteliğidir. Bu temel özellik bugün işbaşında olan sosyal-demokrat Hollande-Valls hükümetinin de özelliğidir. Deyim uygunsa, bu konularda Fransız emperyalist burjuvazisine kusursuz biçimde hizmet etmektedir.

Emperyalist savaşlar serisinin ilk durağı olan Afganistan’a, Irak’a, Libya ve ardından da Suriye’ye dönük emperyalist müdahalelerin, işgallerin en atak ve en hararetli savunucusu Fransız burjuvazisi ve onun adına Hollande-Valls hükümeti olmuştur. Libya’ya askeri müdahalenin başını çekmiştir. ABD’nin öncülüğündeki emperyalist koalisyonun tersine Suriye’ye doğrudan müdahaleyi savunmuştur. Şimdi belli sayıda askeri ve savaş uçakları ile Suriye ve Rojava’da savaşmaktadır. Burada kalıcı olmak istemektedir. İngiliz emperyalizmi ile birlikte bölgenin geçmiş haritasını çizen Fransız emperyalizmi bugün de haritanın yeniden çizilmesinde aktif bir taraftır. Sosyal-demokrat hükümet büyük bir kararlılıkla Fransa’yı bu savaşa hazırlamaktadır.

Almanya’daki SPD, Hristiyan Birlik partilerinin büyük ortak olduğu koalisyonun içindedir. Kimi öze ilişkin olmayan itirazlarına karşın koalisyonun büyük ortağına suç ortaklığı yapmaktadır. Dünyanın otuzun üzerinde ülkesinde asker bulundurmak, işgallerin tarafı olmak, silahlanmak, en çok silah üretmek ve satmak, Ortadoğu’da, Türkiye ve Kürdistan’da tüm kirli savaşları desteklemek gibi tüm icraatların altında sosyal-demokratların da imzası var. Öte yandan, IŞİD ve benzeri çeteler Alman emperyalizminin de eseridir. Suriye’deki cihatçı çetelerle eğit-donat faaliyetleri şahsında en çok mesaide bulunan devlet Alman tekelci devletidir. Fransa’dan sonra, IŞİD’e en fazla militanın gittiği yerlerden biri de ha keza Almanya’dır. Alman sosyal-demokratları da Fransız sosyal-demokratları gibi kendi emperyalist burjuvazisini yeni paylaşım savaşına hazırlamaktadırlar, buna aracılık etmektedirler.

Dikkate değer olan, hem Alman emperyalist burjuvazisi, ama en çok da Fransız burjuvazisinin “Dışarıdan gelen terör” aşağılık yalanı ile bunu yapmalarıdır. Son dönemlerde bu gerekçeyi IŞİD şahsında “İslami terör” şeklinde daraltmaları bir başka dikkate değer noktadır. Fransa hükümeti Başbakan Valls’in ağzından tıpkı Bush’un “Müslüman alemine dönük yüzyılın savaşı” misali, adeta “İslam alemine karşı savaş” halinde olduklarını dillendirmiştir. Bu gerekçeyi içeride polis devletine dönüşmenin, işçi ve emekçilere dönük sosyal sınıf savaşının gerekçesi yaparken, dışarıda da emperyalist işgal ve savaşların gerekçesi yapmaktadır. Daha açık bir anlatımla Ortadoğu ve Suriye’deki varlığını, IŞİD ve benzeri cinayet örgütlerine karşı mücadele aşağılık yalanı ile perdelemektedir. Tam bir sahtekarlık örneği olan “vatan savunması” yalanını da buna dayandırmakta, bu yalana dayanarak Fransız halkını da kendi emperyalist emellerine alet etmeye çalışmaktadır.

Sosyal-demokrasi geçen yüzyıldaki kimlik ve konumunun dahi gerisine düşmüş olup, günümüzde, tam bir ihanet akımına dönüşmüştür. Sosyal-demokrat hükümetler de sadece sosyal yıkım hükümetleri değil, aynı zamanda birer emperyalist savaş hükümetleridir.

 
§