26 Ağustos 2016
Sayı: KB 2016/32

Özgürlük devrimde, barış sosyalizmde!
AKP’ye uyumlu ve ayarlı bombalar
Haklarımız ve geleceğimiz için mücadeleye
Basın özgürlüğü yalnız düzenin kalemşorları için…
OHAL’de fırsatçılığa devam!
Tarihten bugüne NATO ve Türkiye gerçeğine dair…
ABD ve Türk sermaye devletinin Cerablus seferi üzerine
Emperyalizme hizmet halklara düşmanlık bakidir
Biden ve Yıldırım’dan “ilişkileri onarma” vurgusu
TKİP V. Kongresi sunumlarından... Gençlik çalışmamızın sorunları
Direnmeyi seçmeyenler teslimiyete yürürler
Sermaye-hükümet-Türk Metal ittifakı iş başında!
Japon sömürü teknikleri
“Kaybedecek neyimiz kaldı!”
“Mezarda emeklilik”ten “bireysel emeklilik” yalanına
1900-Novecento
Kapitalizm ve çocuk
Sosyal-demokrat hükümetler ve günümüzdeki rolleri
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

BES Merkez Temsilciler Kurulu toplandı…

Direnmeyi seçmeyenler teslimiyete yürürler

 

BES Merkez Yönetim Kurulu (MYK), olağan koşullarda Eylül ayında toplanacak olan Merkez Temsilciler Kurulu’nu (MTK) 20-21 Ağustos’ta topladı. 15 Temmuz darbe girişimi ardından kitlesel kıyımlar ve kapsamlı saldırılar gündeme gelmişti. İş güvencesinin de yeniden hedef haline getirildiği bir dönemde MTK’nın erken toplanması isabetli bir karar olabilirdi kuşkusuz. Ama MTK’dan yansıyanlar, toplantıyı erkene alma ihtiyacının, hiç de bu saldırılara nasıl göğüs gerileceği sorunu üzerinden şekillenmediğini gösterdi.

Peki “işten atmalara ve hak gasplarına karşı ne yapacağız?” sorusunu eksenine almayan MYK, MTK’yı niye erken toplamıştı? Öyle ya, ‘olağanüstü koşullar’ nedeniyle toplantıyı erkene alanlardan bu olağanüstü koşullara yanıt üretme niyetini ortaya koymaları beklenirdi. Fakat öyle olmadı. MYK açısından sorun “işten atmalara ve saldırılara karşı tutum” sorunu değil, işten atılan ve açığa alınan üyelerin mali kayıplarının nasıl karşılanacağı sorunuydu. Niyetlendikleri bir başka şey ise serbest kılık kıyafet eylemini bitirme eğilimlerini açığa vurarak MTK’dan yetki almaktı.

Dayanışma(ma) fonu

9 BES üyesi 15 Temmuz öncesinde açılan soruşturmalar sonucunda işten atılmıştı. 15 Temmuz sonrasında ise BES’in 69 üyesi açığa alınmış, 1 üyesinin görevine son verilmiş ve 2 üyesi de tutuklanmıştı. Fakat BES MTK’nın gündeminde bu saldırılara karşı alınacak tutumun belirlenmesi yoktu. Tıpkı KESK’e bağlı diğer sendikalar gibi BES de 15 Temmuz’u önceleyen aylarda gerçekleşen işten atmalara karşı direnme yönünde bir tutum geliştirmemişti. Birkaç basın toplantısı dışında sendika bürokratlarının bütün meselesi işten atılanların maddi kayıplarının nasıl karşılanacağıydı. BES MYK’nın MTK’ya sunduğu önerge de bu mesele üzerineydi.

Üstünkörü hazırlanmış ve bizzat destek verenler tarafından bir dizi eksiği ortaya konulan “Dayanışma Fonu” oluşturulmasına dönük önerge, eksiklikleri dahi giderilmeden oylandı (bu haliyle uygulanıp uygulanamayacağı meçhul!). İşten atıldığında ve biraz destek bulduğunda direnme yolunu seçen işçilerin bilincini ve ruhunu taşımayanlar, herhangi bir direniş yapmayacaklarını düşündükleri için olsa gerek, fonun adında dahi “direniş” kavramını anmamayı tercih etmişler ve olası direnişlerin giderlerinin karşılanmasında fondan katkı sunulmasını dahi öngörmemişlerdi. Aslında böylece Hatice öğretmen örneğinde olduğu gibi, olur da BES MYK’sına rağmen direnişe geçen bir üye olursa, onun direnişinin giderlerinin (çadır, yol, çay vb.) fondan karşılanmamasını baştan garantilemiş oldular. BES MYK’sı ve onun tutumuna ortak olan gruplar (DEMEP, DSD, EH, SB), fon düzenlemesi ile “dayanışma” amacı taşıdıklarını iddia ediyorlar ve üyeleri ne kadar düşündüklerini güya böylece göstermiş oluyorlar. Sanki sendikanın ücret güvencesi sağlamak gibi bir yükümlülüğü varmış gibi bir de bunu ‘üyeye güvence’ olarak sunuyorlar. Mücadelenin vereceği güvencenin yerine, fonun vereceği güvenceyi ikame ederek, böylece direnmemeyi ve fondan gelecek maddi katkıya razı olmayı öğütlemiş oluyorlar.

BES MYK’sı -ve onun önergesini kabul eden BES MTK’sı- geleceğine dönük kaygılar taşıyan ve ‘bize ne olacak’ diye soran emekçiye de böylece “merak etmeyin, fonumuz var” türünden bir cevap üretmiş oldular. Ama bu önerge özünde bir dayanışma değil dayanışmama önergesidir. Elbette ki, direnmeyenle dayanışma gösterilmesini doğru bulmuyoruz. Bunun nedenlerine ayrıca değineceğiz. Şimdilik bugüne kadarki uygulamalar ve tüzük çerçevesinde, ‘dayanışma fonu’ önergesinin neyi amaçladığına bir göz atalım.

BES bugüne kadar sendikal veya siyasal nedenlerle tutuklanan, açığa alınan veya işten atılan üyelerinin tüm maddi kayıplarını ödemiş (bu kuralı bazı üyelere dönük keyfi şekilde çiğnedikleri de olmuştur), hukuki süreçlerin olumlu sonuçlanması sonrasında ise bu üyelerden ödemelerini geri almıştır. MTK’nın “Dayanışma Fonu” ise ekonomik desteğin yalnızca işten atılanlarla sınırlanmasını öngörmekte, sendikal faaliyetleri nedeniyle işten atılanlara aylık maddi kayıplarının %50’sinin, sendikal faaliyet dışındaki olgular nedeniyle işten atılanlara ise aylık maddi kayıplarının %25’inin iç hukuk süreci tamamlanıncaya kadar her ay düzenli olarak ödenmesini öngörmektedir. MYK’ya ise bu oranları arttırıp azaltma yetkisi verilmektedir.

Tüm bu söylediklerimiz fonun bir dayanışma fonu mu yoksa dayanışmayı kısıtlama fonu mu olduğunu ortaya koyuyor. Birincisi, uygulamada bu kayıpların tamamını karşılayan sendika, bu fonla birlikte yalnızca işten atılanların kayıplarının yalnızca belli oranlarını karşılayarak hem dayanışmanın kapsamını daraltmış ve hem de dayanışma tutarını düşürmüş oluyor. İkincisi sendika tüzüğünün 57’inci maddesinde ‘sendika ilke ve amaçları doğrultusunda yürüttükleri faaliyetlerden’ diyerek geniş bir çerçeve çizilirken, fon önergesi siyasal ve sendikal faaliyetleri birbirinden ayırmaya yelteniyor ve böylece kendi ilke ve amaçlarını bir yana bırakıyor. Yani diyelim ki ABC operasyonu diyerek işten atılanların kayıplarının %25’i karşılanacak! Ya da tutuklu olsalar da açığa alınmış olanlara herhangi bir ödeme yapılmayacak!

Burada başlı başına siyasal örgütlenme ve çalışmaya yönelik sinsi bir saldırı vardır. “Kamu emekçilerine siyaset hakkı” isteyen, emekçilerin her türlü siyasal örgütlenmesini meşru gören, ilke ve amaçlarında da bunlara yer veren bir sendikanın siyasal gerekçelerle ceza alanları cezalandırması söz konusudur.

Nereden bakılırsa bakılsın, gerek tüzük ve gerekse de mevcut uygulamalar karşısında bu fon bir dayanışma değil, ayrıştırma ve dayanışmayı azaltma fonudur.

Önergede fonun kaynakları, sendika gelirinin yüzde 5’i olarak sendika kasasından aktarılacak miktar ve üyelerden 20 TL olarak her ay gönüllü olarak alınacak bağışlar olarak sıralanıyor. Uygulamada ise tüm üyelere gidilmeyeceği, kadrolardan bağış isteneceği dile getirilmektedir. Buradaki hesaplamaya göre sendika kasasından 10-15 bin TL arasında bir aktarım söz konusu olacak. Yalnızca kadrolardan bağış isteneceği için de evdeki hesap çarşıya uyarsa –ki uymayabilir- en iyi ihtimalle 20 bin TL bağışlardan toplanacak.

Sendika bürokratları böylece merkez kasayı korumaya alacak, fondaki kaynağın yetmemesi durumunda muhtemelen şubelerin avanslarından kesintiler yapacak, bu da yetmezse dağıtım oranları düşürülecek vb. Kısacası düzenlemenin bir yanında da iyice küçülen sendikada tümü de profesyonel olan sendika bürokratlarının kendi konumlarını koruma amacı yatmaktadır.

Serbest kılık kıyafet eylemini bitirme niyeti

İşten atmalar karşısında direnmeyi bir seçenek olarak görmeyen MYK’nın bir başka amacı da kılık kıyafet eylemini bitirmek. Genel Örgütlenme ve Eğitim Sekreteri eylemi bitirmeye karşı olduğunu ilan etse de, MYK’nın diğer üyelerinin bitirme niyetinde olduğu görülmüştür. Genel Kurul kararı olarak kabul edilen ve iki yıldır sürdürülen serbest kılık kıyafet eylemini MYK, eylemin yaygınlaşmadığı (ki MYK’nın böyle bir amacı hiç olmamış, eylemi yayma yönünde hiçbir çağrısı-bildirisi olmamıştır), çeşitli yerlerde baskıların arttığı ve yerel mahkemede davası kaybedilen disiplin cezaları bulunduğu gerekçe olarak gösterilmiştir. Henüz Danıştay safhası bitmemiş davaların maddi yükünü temel gerekçe yapan MYK, tıpkı işten atma saldırılarında geri vitese alması gibi, serbest kılık kıyafet eylemine dönük baskılara yönelik de ‘ricat’ taktiğini devreye sokmaya kalkmaktadır. Baskı ile karşılaşan üyeler önemli oranda eylemlerini savunurken, bu konuda da MYK’nın aklına eylemlerini savunmak gelmemektedir. Öyle ya, bunca sorun varken bununla mı uğraşacağız? (Duyan da BES’in sokaklardan çıkmadığını sanacak!)

MYK çoğunluğu bu konuda MTK’dan eylemi uzatma veya bitirme yönünde yetki almıştır. Eğitim Sen ve KESK’e bağlı kimi sendikaların eylemlerini devam ettirdiği ve süresini uzattığı bir durumda, BES’in eylemini büyütmeye çalışmak yerine bitirmeye çalışması, üstelik eylemi ciddiyetle uygulayan şubelerde birçok kurumda serbest kıyafet meşrulaşmışken bunu yapmaya kalkması BES bürokratları açısından utanç vericidir. Dahası 2017 Ağustos’unda gerçekleşecek toplu sözleşmelere eylemsiz girmek, kılık kıyafet yönetmeliğinde yapılması muhtemel değişiklikleri Memur Sen’in kazanımları hanesine yazmak anlamına da gelecektir.

Direnişe ve direnene destek verilmelidir!

Biz gerek MTK’da ve gerekse de bugüne kadarki açıklamalarımızda maddi dayanışmanın direniş ve mücadeleye bağlanması gerektiğini vurguladık. MTK’da ise fon önergesinin geri çekilmesi, belli merkezlerde açığa alınan veya işten atılan arkadaşlarımızla direniş çadırları kurulması ve çeşitli eylemler yapılması, dayanışma kartları basılarak kısa vadeli ihtiyaçların çeşitli dayanışma kampanyaları üzerinden toplanan desteklerle sürdürülmesi gerektiğini dile getirdik. Genel kurulda ise sendika tüzüğünde bu yönde değişiklikler yapılmasını önerdik.

Direnişe ve direnene destek verilmesi tutumu bugün için dünden çok daha yakıcıdır. Bu tutumda amaç işten atılan üyeyi cezalandırmak değil, direnmeyi meşru bir hak olarak kullanmayı geliştirmek ve büyütmektir. Sendika ve işten atılan emekçilerde direniş geleneği yaratılması her türlü tutumun ana ekseni olmalıdır. Bir direnişin kamu emekçileri mücadelesine katacağı şey, dayanışma fonuna para toplamaktan çok daha büyüktür ve böyle bir bakışla oluşturulacak dayanışma fonunun da emekçiler gözünde tartışılmaz bir meşruiyeti olacaktır. Direniş yokken ve direnç gösterilmiyorken, işten atılanın öznesi olmadığı bir süreç yaşatıldığı bir durumda dayanışma toplamak emekçilerin gözünde de meşru bir yere oturmayacaktır. Dahası direnişi başa yazmayanlar, emekçilere dönük yaygın bir çalışmayı da örgütleyemez, emekçilerin desteğini de alamazlar. Bunu bildikleri için olsa gerek, tüm emekçilere bağış yapma çağrısı yapamayacaklarını görerek yalnızca kadrolardan dayanışma istemektedirler. Her türlü maddi destek işten atılan emekçinin sendikası ile birlikte vereceği mücadeleyle ilişkilendirilmeli, sendika açığa almalar ve işten atmalar karşısında direniş çadırları kurmayı mücadelesinin merkezine koymalı, her kim olursa olsun sendikanın mücadele çağrısına uymayan emekçinin para istemeye de yüzü olmamalıdır. Yarınki kitlesel kıyımların önüne geçmenin bugünden direniş geleneği yaratmaktan başka bir yolu yoktur.

Sonuç yerine

17 Şubat tarihinde yayınlanan Başbakanlık Genelgesi sonrasında öncü kamu emekçilerine dönük soruşturmalar, işten atmalar, gözaltı ve tutuklamalar gündeme gelmişti. O dönemde Kamu Emekçileri Bülteni’nin Mart ayı başlarında çıkan 55’inci sayısında “Başbakanlık Genelgesi: Kamu emekçileri kıskaca alınıyor!” başlıklı yazımızın sonunda “Kamu emekçileri, öncü kamu emekçilerine yönelen saldırılar göğüslenemediğinde mevcut kazanımlarını da koruyamayacaklarını görmelidir. Öncü kamu emekçileri ve KESK ise bu türden saldırıların ancak geniş yığınlarla bütünleşerek aşılabileceğini görmek durumundadır. Bu saldırıya karşı mücadele kamu emekçilerinin talep ve çıkarları üzerinden yürütülecek bir mücadeleden bağımsız düşünülemez…”  demiştik. Ne var ki ne KESK, ne de bağlı sendikalar bu genelge sonrasında özellikle de işten atma saldırılarını nasıl göğüsleyeceğine dönük bir tutum belirlediler. Benzer bir durum BES için de geçerliydi. Sendika bürokratları işten atılan emekçileri direnişe çağırmak, bu direnişlere öncülük etmek yerine, işten atılan veya tutuklanan emekçilerin maddi kayıplarının nasıl karşılanacağına yoğunlaşmışlardı. Saldırıların boyutlandığı bir dönemde, daha Nisan ayında Sosyalist Kamu Emekçileri olarak bir çağrı yaptık. “Kamu emekçileri işten atma saldırılarını direnişle yanıtlamalı” başlıklı çağrımızda sendikaların tutumsuzluğuna dikkat çekilerek “Sendika bürokratları bilsin ki ne işten atma saldırıları, ne de kazanılmış haklara dönük saldırılar böyle püskürtülebilir. İşten atma karşısında bile ciddi bir direnç ortaya koyamıyorsanız, kamu emekçilerine güven de veremez, saldırı yasalarına karşı mücadeleyi de yürütemezsiniz” deniliyordu. Dayanışma sorununu henüz gündemine alabilen sendika bürokratlarına, bu sorunun doğru çözümü de ortaya konularak şunlar söyleniyordu: “KESK ve bağlı sendikaların, öncelikle üyeleri açığa alınan veya işten atılan Eğitim Sen, SES ve BES’in yapması gereken işten atılmanın gerçekleştiği illerde işyerleri ve meydanlarda direniş çadırları kurmaktır. Bu direnişler üzerinden işten atma saldırıları kamu emekçilerinin gündemine sokulmalı, kamu emekçilerinin dayanışması örgütlenmelidir. Kamu emekçilerinin desteğini kazanmanın ve dayanışmayı büyütmenin tek gerçek yolu da budur. Sendikalar bunun yerine dava açıp dava sonuna kadar üyelerine maddi yardım yapmayı iş edinmiş durumdalar. Böylece sözde üyelerine sahip çıkmış oluyorlar. Ama bu saldırılar direnişlerle yanıtlanmaz ve göğüslenmezse yarın yüzlerce-binlerce kamu emekçisinin açığa alınması veya işten atılmasının önü açılmış olacak. Bu nedenledir ki, işten atılan her emekçi direnmeye çağırılmalı ve maddi yardım yalnızca direnen üyeye yapılmalıdır.”

Yukarıda ortaya koyduğumuz görüşlerimiz MTK’da da dile getirildi, sınırlı sayıda MTK üyesi de benzer tutumlar sergiledi. Ama MYK’nın ‘tutum belirleme’ ve alınacak tutumu tüm örgüte mal etme diye bir sorunu yoktu. Onlar için sorun direniş gibi bir yük de almadan bir şekilde mali yüklerden sıyrılacak çözümler aramaktı.

Direnmeyi seçmeyenler, teslimiyete yürürler! Ve teslimiyete onay verenler de, emekçiler karşısında bunu onaylatanlar kadar sorumludurlar. İşten atmalar karşısında bir sendikanın göstereceği tek meşru tutum direnmektir. Bunun dışındaki ve mücadeleye odaklanmayan her yaklaşım kamu emekçilerindeki güvensizliği büyütür, kamu emekçilerinin mücadeleye hazırlanmasında olumlu bir katkı sunamaz. Bir direnişin etkisi ve örgütleme gücü, alınan bir dizi karardan, dağıtılan binlerce bildiriden daha büyüktür. Ne var ki, BES ve işten atılan arkadaşlarımız, Hatice öğretmenin sınırlı destekle ve tek başına gösterdiği iradeyi gösterememişlerdir.

Büro emekçileri de bilmeli ki, direnmek yönünde gösterecekleri her iradenin gücü, sendika bürokratlarının devlet bürokrasisi ile yaptığı görüşmelerden kat be kat büyüktür. BES’in her geçen gün küçülmesinin önüne geçebilecek ve bizi büyütecek tek tutum da fiili meşru mücadele tutumudur. BES üyesi emekçileri, işten atılan BES üyelerini ve BES’in fedakar kadrolarını, Hatice öğretmenin iradesini kuşanmaya çağırıyoruz. Özellikle işten atılan arkadaşlarımızı, BES’in tutumsuzluğuna ve her şeyi ‘maddi destek’ ekseninde ele almasına karşı tutum almaya, direniş yolunu seçmeye çağırıyoruz.

Sosyalist Kamu Emekçileri


 
§