18 Mart 2016
Sayı: KB 2016/11

Ya barbarlık içinde çöküş, ya sosyalizm!
Halkların birleşik devrimci direnişini büyütelim!
Kürt halkıyla dayanışmayı güçlendirelim!
Ellerimize geçen yeryüzü nimetlerini toplayabilmek için, zihinlerimize pranga vuruluyor
“Yeni Türkiye”, “yeni anayasa” ve çürümüş eski düzen!
Anayasa tartışmaları...
Kamuda çalışanlara kadro “müjdesi” yalanı çöktü!
Kölelik yasası “işsizliğe çözüm olacak” yalanı
Tekstil Grup TİS süreci ve İnci Plastik işçilerinin tutumu üzerine
İşçiler neden suskun?
Partinin sınıf çalışması, deneyimler ve sorunlar
Paris Komünü 145 yaşında
Suriye’de “kırmızı çizgiler”
Fransa’da 9 Mart grevi, Avrupa’da büyüyen sınıf ve kitle hareketleri
DGB ve DLB mücadele çağrılarını sürdürüyor
Beyazıt’ta katliamlar lanetlendi
Gazi Katliamı 21. yılında lanetlendi
2016 8 Mart’ı: Baskı ve yasaklara karşı direniş!
EKİM 300. sayıda!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ellerimize geçen yeryüzü nimetlerini toplayabilmek için, zihinlerimize pranga vuruluyor

 

Ortadoğunun zengin petrol yataklarının, enerji rezervlerinin, aynı zamanda ucuz iş gücü kaynağının emperyalist vantuslarla çekilmesi için ikiz kulelerle birlikte binlerce insanı feda etmek yeterliydi. Sonrasında toplumun içinde bu “gerekli savaşa” ve savaşın Ortadoğu’da olduğu gibi kendi yaşamlarında da yarattığı yıkıma karşı çıkan sesleri ayırt etmek, bulmak ve boğmak kalıyordu geriye. Bunun için de 2002’de takip ve izleme sistemi oluşturuldu ve iç güvenlik ağıyla birlikte yerel yönetimlere kişisel bilgiler, iş kayıtları, sürücü lisansları, vergi kayıtları, sağlık verileri vb. bilgileri toplama talimatları verilerek her türlü bilginin merkezileşmesi ve elde toplanması adımları atıldı.

Afganistan, Irak talan edilip sömürülürken, terör demagojisiyle ABD halkı da baskı altına alındı, temel hak ve özgürlükleri budandı, kişisel bilgileri toplanıp farklı alanlardaki sermaye gruplarına satılarak, yeni şirketler palazlandı, var olanları da büyütüldü. Böylelikle, bir ikiz kule, kapitalizmin çok yönlü ihtiyaçlarını da karşılamış oldu.

Suriye’deki hala sürmekte olan savaş, Paris’te yaşanan katliam, Türkiye’de birbiri ardına patlayan bombalar; hepsi yeni bir döneme, yeni ve “güçlü” bir hazırlığın ürünü olarak ortaya konuluyor.

Türkiye’de de son dönemde gittikçe artan baskı politikaları, polis devleti uygulamaları ile tahkim ediliyor. Hemen her türlü eylem ve söylem “terör” kapsamında değerlendirilirken, resmi ve gayri resmi fişleme yöntemleri yeni boyutlar kazanıyor. İl ve ilçelerde yerel basın, sivil toplum örgütleri, dernekler, siyasi örgütler vb. hakkında düzenli rapor hazırlanmasını içeren genelgeler hazırlanıyor, MİT’in yetki ve bütçesi genişletiliyor, iç güvenlik paketleri hazırlanıyor, suç ve suçun kapsamıyla ilgili yasal düzenlemlerin yeniden yapılandırılıyor, dinleme, izleme, takip ve fişlemenin önündeki engeller kaldırılıyor ve tüm kişisel bilgiler toplanıyor. Örneğin, 2005’ten beri, nüfusun tamamının iletişim bilgileri GSM şirketleri, operatörler ve Telekom tarafından kolluk güçlerine düzenli olarak veriliyor.

Yasalar ve gayri resmi yöntemler üzerinden yapılan fişleme yöntemlerinin yanında “modern hayatın nimetleri” olarak sunulan akıllı telefonlar, ulaşımda, alışverişte kullanılan kredi kartları, Facebook-Skype-Twitter, Whatsapp gibi sosyal ortamlar kişisel her şeyi kayıt altına alıyor. Kredi kartı harcamalarından yediğimiz, aldığımız, uğraştığımız işler, Digitürk vb. üzerinden hangi kanalları izlediğimiz, ne tarz filmler sevdiğimiz, ilgi alanlarımız, alışkanlıklarımız biliniyor, izleniyor, takip ediliyor ve gerektiğinde sermaye devleti tarafından kullanılıyor.

“Tribün terörü” nü engellemek adına taraftarları fişleyen, kişisel bilgilerini pazarlayan passolig uygulaması, aynı zamanda ihalenin verildiği Çalık Grubuna ait Aktif Bank’a da büyük kârlar getirmişti.

Buna benzer son güncel fişleme yöntemlerinden birini de Çipli Kimlik uygulaması oluşturuyor. Yaklaşık 8 yıldır üzerinde çalışılan, işletim sistemini TÜBİTAK’ın geliştirdiği biometrik kimlikler “bürokrasinin engelleneceği”, “işlemlerinin daha hızlı yapılacağı”, “cinsiyet ve din ayrımının yer almayacağı” böylelikle “kişisel özgürlüklerle” de ne kadar uyumlu olduğu üzerinden gündemleştiriliyor. Halbuki damar, parmak ve avuç içi iziyle kimlik tespitini doğrulayacağı söylenen çipli kimlikler tam bir fişleme yöntemi. Biometrik kimliklerle hastanelerde, okullarda, emniyette ve bankalarda “kolay ve hızlı hizmet alımı” gerçekleşeceği iddia edilerek bu fişleme uygulaması toplum çapında meşrulaştırılmak isteniyor.

Tapeleri dahi çıkan büyük yolsuzlukları, ayakkabı kutularına saklanamayan hırsızlıkları aklayanlar, çipli kimlikler çıkararak özelikle sosyal güvenlik, sigorta, bankacılık alanlarındaki usulsüzlüğün ve yolsuzluğun önüne geçeceklerini de ilan etmekten geri durmuyorlar.

Doludizgin yaşadıkları zenginliğin güvencesi için toprakları, alanları, sokakları, milyonların düşünce ve duygularını istila ediyorlar. Bunun devamı için işçi ve emekçilerin her gününü, her anını denetim altında tutmak istiyorlar.

 

 

 

 

Barış isteyen akademisyenler tutuklandı

 

Barış İçin Akademisyenler (BİA) tarafından hazırlanan “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisinin yayınlanmasının ardından akademisyenlere yönelik çok yönlü bir saldırı girişimi hayata geçirildi.

Son olarak da 10 Mart günü BİA’nın İstanbul’da yaptığı basın toplantısında Türk sermaye devletinin bu saldırıları ve sonuçları ortaya kondu. Bu toplantıda açıklamayı okuyan Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Esra Mungan, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Kıvanç Ersoy, Nişantaşı Üniversitesi’nde işten atılan Muzaffer Kaya ve Meral Camcı Barış hakkında ise Cumhuriyet Başsavcı Vekili İrfan Fidan tarafından yakalama kararı çıkartıldı. Bu doğrultuda akademisyenlerin evine baskın yapıldı. Yurtdışında bulunan Meral Camcı Barış dışındaki akademisyenler gözaltında bir gün bekletildikten sonra 15 Mart'ta savcılığa çıkartıldı. Savcı İrfan Fidan’ın hazırladığı yakalama kararında akademisyenler için “terör örgütü propagandası” iddiası ortaya atılırken, Bese Hozat ve Cem Erciş’in yazıları ile 10 Mart’taki açıklamanın tespit tutanağı da bunlarla ilişkilendirildi.

“Terör örgütüyle fikir birlikteliği” iddiası

Savcılıkta başka bir savcıya verilen ifadelerin ardından tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilen akademisyenler akşam saatlerinde nöbetçi mahkemeye çıkarıldı.

Mahkeme ise savcılığın “terör örgütü suçlamasını” onaylayarak akademisyenler hakkında tutuklama kararına hükmetti. Hakim, kararında “Devletin esasen savunma pozisyonunda olduğu, devletin katliam yaptığından bahsedip, asıl saldırıları gerçekleştiren terör örgütü mensuplarının eylemlerine hiç değinilmemesinin şüphelilerin terör örgütüyle aynı fikir ve eylem birlikteliği içinde olduklarının delili olduğu, yayınlanan bildirinin de bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği kanaatine varıldığı” sonucunu ileri sürdü.

 

 

 

 

Bombalı saldırı’ bahanesiyle polis rejimi

 

Sermaye devleti, Ankara’daki bombalı saldırıyı polis rejimi uygulamalarının koyulaştırılması konusunda fırsata çevirdi. Gerici iktidarın Kürdistan ve Suriye’deki kirli ve kanlı savaş politikalarının sonucu olarak yaşanan saldırılar, işçi ve emekçileri ikinci kez vurmaya başladı. Zira saldırıları bahane eden devlet, “güvenlik” adı altında polis rejimi uygulamalarını arttırıyor. Sokaklarda polis noktaları kuruyor, polise sınırsız arama-sorgulama yetkisi veriyor, emekçilerin yaşam alanlarını adeta karakola çeviriyor.

‘Bombalı araç’la yapılan saldırıları bahane eden devlet, 15 Mart akşamı İstanbul’un birçok noktasında polis noktaları kurdu. Yoldan geçen araçlar durdurularak arandı. Sözde “şüpheli” görülen şahıslar da polis tarafından durdurularak GBT uygulamasına tabi tutuldu.

İstanbul’daki bu polis uygulamasının ‘ikinci bir emre kadar’ süreceği belirtilirken, diğer kentlerde de benzer uygulamaların yoğunlaştırılması gündemde.

 
§