Kalıcı barış için düzene karşı savaş!
İki şeyin apansız karşı karşıya geldiği dünyada
ben şimdi diyorum ki
buna inanmak gerek
ve direnmek
Hep direnmek…
Turgut Uyar
Geçtiğimiz günlerde Ankara’da yüzlerce insanın öldüğü ve yaralandığı bir katliam yaşandı. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB tarafından örgütlenen barış mitinginde ‘ortalık kana bulandı’. Son açıklananlara göre yüzün üzerinde kişi katledilmiş 400’e yakın kişi ise yaralanmıştır. Son 3 ayda yaşanan kirli savaşa baktığımızda Kürt halkını hedef alan saldırganlıklar ve katliamlar, saraydan pimi çekilen bombalar sermaye devletinin katliamcı yüzünü en acımasız, en yürek burkan şekliyle bize gösterdi.
Oradaydık
Biz de örgütlenen barış mitingine “Barış sosyalizmle gelecek!” demek için farklı illerden katılım sağladık. Saat 10 gibi bir ses duyduk. O anın yaşattıklarıyla daha ne olduğunu anlamadan ikinci bir patlama sesi geldi. Patlamanın olduğu alanlara uzak değildik. Yanı başımıza paramparça olan insanların bedenleri düştü. Birçok insanın üzerinde insan parçaları ve kan vardı. Daha sonra muhtemelen insanların koştuğu yönden silah sesleri duyuldu. Patlamanın ardından patlama alanına ölen ve yaralananlara yardım etmek için gidildiğinde polisler gardan çıkarak biber gazıyla saldırmış patlama anında alanda olmayan polisler bir anda insanlara saldırmak için orada belirmişti. Özel Harekat, akrepler, TOMA'lar bir anda alanı doldurdu. Sağlık emekçileri alanda yaralılara müdahale etmemiş olsaydı belki daha fazla insan ölmüş olacaktı. Ambulanslar çok geç gelmişlerdi alana. TTB’nin açıklamasına göre bu süre 45 dakikaydı. Yoldaşlarımızla birlikte kendi güvenliğimizi alacak şekilde bir parkın orta tarafına geçtik. Her yerel kendi bölgesinden gelenleri, eksik olup olmayanları kontrol etti. Daha sonra Ankara’daki yoldaşların inisiyatifine bağlı kalarak alandan ayrılıp Kızılay’da kuruma geçtik. Yolda faşistler tarafından saldırıya uğradık. Kuruma geldiğimizde en acilinden yapabileceğimiz sağlık ve güvenlik ekipleri oluşturuldu. Kan verebilecek yoldaşlar hastanelere kan vermeye giderken, diğer ilerici ve devrimci kurumlara ulaşılmaya çalışıldı. Tertip komitesinin mitingi iptal etmesiyle, bölgede katliama yönelik o anda bir şeyler yapılması planlanmayınca bizlerde kendi bölgelerimize geri döndük.
Yaşanılan, yaşadığımız çok farklıydı. Biber gazı, tazyikli su, plastik mermi, dayak, gözaltı değildi. Artık “barışçıl” eylem dönemleri bitmişti. Belki kiminin demesiyle '90’lara geri dönülmüştü. Suruç’ta yaşanandan farklı değildi bomba patlaması. Okumuştuk, içimiz yanmıştı, öfkelenmiştik, bilenmiştik, ağlamıştık ancak 30 metre ötemizde insanların paramparça oluşunu görmek açıkça çok farklıydı. Okuduğumuz, gördüğümüz gibi değildi. Korkmak mıydı? Değildi, hiç değildi hem de. Hatta utanmaktı yaşadığına. Patlamanın olduğu alanda değildik ama uzakta da değildik. İyi ki alanda değildik diyemiyorsun. İyi ki bize ya da yoldaşlara bir şey olmadı diyemiyorsun, demeyiz de. Yüzlerce insanın paramparça oluşuyla parçalandık hepimiz. O patlama anına yönelik ne hissettiğimizi ya da düşündüğümüzü yazmak en azından benim için eksik bir şey olacaktır. O an yaşadıklarıma ya da hissetliklerime karşılık gelebilecek kelimeler yok şuan. Alandan ayrılırken yanımda olan liseli, genç yoldaşların buz gibi olan elleri, kireç gibi yüzleri, katliamı gören dona kalmış gözleri vardı. Sarılmaları, titremeleri vardı. Bir yoldaşın 10 yaşındaki kardeşinin sadece duvara bakan gözleri vardı. Nasıl anlatılabilir bu. O anda hissettiğim şeyin karşılığını bir kelime ya da bir cümle anlatamaz. Ben de anlatamam, anlatamıyorum. Alanda, kavgada, yaşamda yan yana olduğun sarıldığın, güldüğün, gelirken birlikte yolculuk ettiğin, bir çok şeyi paylaştığın yoldaşlarını bir daha görememe ihtimalinin yaşattığı duygu o kadar kötü, o kadar acı ki. Bunu düşünmek belki yanlış, doğru olmayan bir şeydi. Bunu hissetmek korkmak değildi ama. Ölüm yanı başımızdaydı ve bir sürü insanı öldürdüler. Kendi ölmemiz değil elbette ki düşündüğümüz/düşündüğüm. O an yanımızda olanların, yoldaşlarımızın ölmesinin yakınlığının verdiği, hissettirdiği acı. Bizim yüreğimizi, içimizi paramparça eden katliam, katledilenlerin yakınlarında, yoldaşlarında daha farkı duygular yaşatıyordu, yaşatacaktı…
Sonra “İnadına barış” dediler
Seni, beni, yüzlerce, binlerce insanı paramparça edenle neyin barışı sağlanacaktı. Hangi barıştan söz edilecekti. Patlamanın kulaklardaki çığlığını yok edecek hangi çözüm masası kurulabilecek, gökyüzünden yağan insan parçalarını hangi süreç ardında bırakabilecekti. HDP’nin barajı geçmesi neyi değiştirmişti. Kürt halkına mecliste koltuktan başka ne kazandırmıştı. Bu devletin hiçbir zaman Kürt sorununu çözmek gibi bir niyeti olmadı. Bu katil devlet her zaman kırıntı niteliğinde sayılabilecek hakları dahi Kürt halkına vermedi. Can aldı, kan aldı. Ölü bedenlere işkenceler yapıldı, sürüklendi. Evler basılarak infazlar yapıldı. Çatılara keskin nişancılar yerleştirilerek canlı olan her şey yok edilmek istendi. Suruç, Adana, Mersin, Diyarbakır, Ankara’da bombalar patlatıldı. Barış yazan pankartlarla katledilen insanlar taşındı günler önce. Ankara katliamına yönelik tren garı hasar gördü deyip yüzlerce insanın ölümünü riyakarlıkla karşılayanlar kimseye elinde altın çanakla barış sunmaz! Barış diyerek yüzlerce, binlerce insan ölürken, barış inadına barış demekle, süreci buzdolabından çıkarın demekle olmaz, olmadı, olmayacak. Kadınıyla, çocuğuyla bir halkı yok edenlerle, temsilcileriyle, itaat ettiği sınıfla asla barışmayacağız. Bizler bugün devletin imzasının olduğu, tüm katliamların hesabını sormak için, özgürlük, eşitlik ve kalıcı barış için bu kanla kurulu olan, çürümüş, pislik düzene karşı savaşacağımızı bir kez daha söylüyoruz. Barış; barış için savaşmayı gerektirir ve ancak sosyalizmle gelecektir! Kalıcı barış için sosyalizm mücadelesini büyütelim!
K. İmge
An kara!
Hayatın kıyısından insanlığın çekildiği,
ve sahillere
ölü çocukların vurduğu,
bir ahir zamandı.
Suruç’tan sonraki
ve şafaktan önceki
o son an kara’sında
durdu zaman.
İnsanlık vicdanıyla baş başa kaldı.
Can parçaları
kan kırmızısı yağarken,
içimiz,
o can kırıklarının acısıyla yandı.
Ve sizler;
o çok korunaklı
saraylarından ve sırça köşklerinden,
kan sıçramış katran gömlekleriyle
ocaklara ateşler düşürenler!
Sırat’ın üstündesiniz.
Bilesiniz,
beyhudedir zulmünüz.
Amel defteriniz tarihtir,
öldürdüğünüz çocuklar tuttu.
Yer ve gök yarılmayacak belki.
Fakat yer ve gök yarılmış gibi
dehşetli olacak,
kızıl(ca) kıyametin kopacağı
o mahşer günü.
H.Eylül
|