6 Haziran 2014
Sayi: KB 2014/23

Sermayenin saldırıları 15-16 Haziran’ın
direniş ruhuyla püskürtülebilir!
Burjuvazinin saldırıları ve sendikal bürokrasi
AKP iktidarının polis ordusu!
Haziran eylemleri ve
düzenin topyekûn saldırısı!
TOMA’nın üzerine çıkan direnişçi o anları anlattı!
Maskeli düzenin
‘maske’ alerjisi
Çocuklardan elinizi ve dilinizi çekin!
Mehmet Ayvalıtaş anıldı!
Cam işçisi taban inisiyatifi ile grevi kazanıma taşıyabilir!
AKP’nin taşeron anlayışında kölelik baki!

Erdemir’de işçiler
direnerek kazandılar

Soma: Ücretli köleliğin dayandığı sınır

Madenciler kutsal ittifakı parçalıyor!

15-16 Haziran, sol hareket ve işçi hareketi - H. Fırat
Greif’in onurlu ve yiğit öncülerine açık mektup
“Bundan sonra sınıf tarihinde Greif var!”
Paris’te Haziran Direnişi selamlandı
Suriye’de cumhurbaşkanlığı seçimleri - M. Dağlı
Siemens’ın rekabet savaşında işten atma politikası
Ekim Gençliği
2. Yaz Kampı’nda buluşalım!
Kapitalizm sağlığa zararlıdır!
Çocuk istismarı…
Kartal EKK’dan “Çocuklara dokunma” paneli
‘84 Ölüm Orucu direnişçileri ölümsüzdür!
Bir gözaltı deneyimi
15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi yolumuza ışık tutuyor
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kapitalizm sağlığa zararlıdır!

 

Biyoteknoloji biliminin ürünü GDO’lar, 29 Mayıs 2014 tarihli Resmi Gazete’de bir yönetmelik değişikliğiyle tekrar gündeme geldi. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerine Dair Yönetmeliğe göre Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar’a (GDO) yönelik “ulusal ve uluslararası düzenlemeleri dikkate alarak” numune alma, analiz ve değerlendirme yöntemleri belirleyeceğini iddia ediyor. Analiz sonucunda üründe yüzde 0,9 ve altında GDO tespit edilirse bu durum ‘GDO bulaşanı’ olarak kabul edilecek. GDO bulaşanı olan ürünlerde bulaşan olarak tespit edilen genlerin Biyogüvenlik Kurulu tarafından onaylanmış olması durumunda ürünler onay amacına uygun olarak kullanılabilecek. Yönetmelik ile GDO bulaşanı, genetik modifikasyon teknolojisi uygulanan veya uygulanmayan bir üründe, birincil üretim aşaması dahil üretim, imalat, işleme, hazırlama, işleme tabi tutma, ambalajlama, paketleme, nakliye veya muhafaza sırasında ya da çevresel faktörler ile teknik olarak engellenemeyen, önlenemeyen veya tesadüfi olarak bulaşan GDO’lar olarak tanımlanıyor. Yani esasında yapılan tüm gıda maddelerinde bebek mamaları da dahil olmak üzere GDO kullanımının serbest hale getirilmesinin önünü açmaktır.

Yönetmelikte belirtilen “GDO bulaşanı’’ tanımının hangi bilimsel kriterlere göre yapılacağı, Türkiye’de buna uygun laboratuar olup olmadığı ise ayrı bir sorundur. İşin özü istenilen her ürün bu tanımla kolayca bakanlıktan onay alabilecektir. Daha önce Biyogüvenlik Kanunu’nun yasaklar başlıklı 5. maddesinde, GDO ve ürünlerinin bebek mamaları ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanılması kesin olarak yasaklanmışken şimdi bu yönetmelik değişikliğiyle bu yasakta fiilen kalkmış olmaktadır. Ki zaten Türkiye’de yasada yasak olarak belirtilse de GDO’lu bebek mamalarının ithal edilmelerine izin verildiği ve Türkiye’de satıldığı ortaya çıkmıştı.

Geçtiğimiz yıl Mersin Limanı’nda GDO’lu olduğu iddia edilen 21 ton ithal pirinç ortaya çıkmıştı. Konuyla ilgili açıklama yapan Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, GDO’nun çeltiğe bulaştığını belirterek, “Bu durum, pirinç GDO’lu anlamına gelmez” demişti. Şimdi bu yönetmelikle böyle açıklamalara girme zahmetinden de kurtulmuş olacaklar.

1980’lerden sonra genetiği değiştirilmiş gıdalar yaşamımıza girdi. Bir canlıdaki genetik özelliklerin kopyalanarak, bu özellikleri taşımayan bir canlıya aktarılması sonucunda üretilen yeni canlıya Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO) deniyor. Dünya genelinde Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO) en çok mısır, soya, pamuk ve kanolada kullanılıyor. Mısır ve soyadan üretilen yağ, un, nişasta, glikoz şurubu, bisküvi, kraker, kaplamalı çerezler, pudingler, bebek mamaları, gofretler, şekerlemeler, hazır çorbalar, çikolatalar, mısır ve soyayı yem olarak tüketen tavuk ve benzeri hayvansal gıdalar ile pamuk da GDO’lu olma riski taşıyan gıdaların da insan ve çevre sağlığı açısından aynı riskleri taşıdığını eklemek gerekmektedir.

Türkiye’de kullanılan GDO’lu mısırın yüzde 75’i hayvancılık sektöründe yem olarak kullanılmaktadır. Danıştay’ın kararları doğrultusunda, özellikle kanatlı hayvanların beslenmesinde enerji kaynağı olan transgenik mısır kullanılmaktadır. Biyogüvenlik Kurulu’nca verilen ithalat izinleri devam eden 14 mısır ve 3 soya çeşidi de hayvan yemi olarak ithal edilmekte ve piyasaya sürülmektedir. 1998’den beri her yıl Türkiye’ye milyonlarca ton GDO’lu mısır ve soya giriyor. Türkiye’de tüketicinin sofrasına ulaşan 800 üründe, laboratuar incelemelerinde GDO tespit edildiği bilinmektedir.

GDO’lu yemle beslenen hayvanlardan elde edilen ürünlerin özel olarak etiketlenmesi de gerekmiyor. Yani emekçilerin sofralarına giren gıdanın GDO’lu olup olmadığını bilme şansı zaten yok.

Kapitalistler GDO’ları yaşamımıza sokarken amacın dünyadaki açlığın giderilmesi, tarıma uygun olmayan alanlarda üretimin yapılması gibi kılıflar sunmuşlardı. Ancak gerçeğin bu olmadığı ortadadır. Asıl amaç tarım alanında tekelleşmektir. GDO’lu ürünlerde tohumlar, kendini yeniden üretememektedir. Yani, çiftçi ürettiği ürünlerden tohum ayıramamaktadır. Böylece emperyalist tohum ve ilaç şirketlerine bağımlı olmaktadır. Emperyalist tarım şirketlerine yüksek kazançlar getiren GDO’lu ürünler üzerindeki çalışmalar ilk ABD’li şirketler tarafından başlatılmıştır. Yüksek bir teknoloji gerektiren GDO araştırmaları birkaç emperyalist şirketin tekeli altında yürütülmekte ve geliştirilen tohumlar yine bu tekeller tarafından patentlenerek dünyanın dört bir yanındaki milyonlarca çiftçiye satılmaktadır. Bu çokuluslu şirketlerin en büyükleri, Monsanto, Cargill, Bung, DuPont, Syngenta ve Bayer’dir.

Türkiye’ye GDO’lu gıdalar 1990’ların sonlarına doğru hem de kontrolsüz bir biçimde girmiştir. İlgili firma ürününün GDO’suz olduğunu ibraz etmesi yeterli olmakta, analiz ve denetim yapılmamaktaydı. Gerçi şimdi bu durum yasal kılıflar yoluyla aynen devam etmektedir. 2006 yılında çıkartılan Tohumculuk Yasası’yla süreç hızlanmış, 2009 Mayısı’nda ABD’ye GDO ve tohum gezisi düzenlenmesiyle yeni bir boyut kazanmıştır. TÜBİTAK temsilcilerinin ve milletvekillerinin katıldığı bu gezi ile birlikte gayrıresmi olarak zaten başlamış olan gelişmeler resmi çerçeveye oturmuştur. Zaten bu gezi sonrasında Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’nın adı Tarım ve Gıda Bakanlığı olarak değiştirilmiştir. Emperyalist politikalara uyumlu bir şekilde yapılan değişiklikler bizlere şöyle sunulmuştur: “…yasal düzenlemeler yoluyla üretimin modernleştirilmesi ve gıda mevzuatının yapılandırılmasıyla, GDO’lu gıdalarla ilgili başıbozukluğun giderileceği…” .

Ardından bu konuda daha rahat mevzuat değişikliği imkânı verdiğinden yasa yerine GDO yönetmeliği çıkarılmıştır. Eylül 2010’da ise GDO’ların ithalatı, ihracatı ve deneysel amaçlı kullanımı dâhil her şey Tarım Bakanlığı’nın iznine bağlı kılınmıştır.

Emperyalist tarım tekellerinin ve ülkedeki uzantılarının istekleri doğrultusunda hazırlanan yönetmeliklerle ülkenin tüm tarımsal gen zenginliği kurutulmakta ve tarım tamamen dünya tekellerinin hizmetine girerek emperyalist bağımlılığa yol açmaktadır.

GDO’lu ürünler, kanserojen ve alerjik etkileriyle insan sağlığını tehdit ettiği, tarımsal zenginliği yok ettiği, toprak kirliliği vb. pek çok çevre sağlığı problemine neden olduğu halde bir avuç zengin daha zengin olsun diye bizlere dayatılmaktadır. Söz konusu kapitalistler ve onların çıkarları olunca insan ve çevre sağlığı teferruattır.

Kapitalizm sağlığa zararlıdır!

Çevre katliamının esas sorumlusu olan kapitalizme karşı mücadele edilmelidir. Kapitalist düzen, kâr hırsı uğruna insanlığın, doğanın ve geleceğin yok edilmesine neden olmaktadır. Buna karşı yapılması gerekense kapitalizme karşı sosyalizm mücadelesini büyütmek, bugünden örgütlü bir şekilde mücadele etmektir.

Bu nedenle çevre ve insan sağlığını doğrudan katleden sermaye ve devletinin sözcülerine karşı örgütlü tepkiler verilmeli, kâr hırsı uğruna insan ve çevre sağlığını katledenlerden hesap sorulmalıdır.

 
§