8 Şubat 2013
Sayı: KB 2013/06

 Kızıl Bayrak'tan
İsrail’in Suriye’ye saldırısı ve bölgesel taşeronların kanlı ortaklığı
İlerici muhalif lider
Şükri Belayid katledildi
Devlet terörü tırmanıyor, hak ve özgürlükler gasp ediliyor
Faşist baskı ve devlet terörünü meşrulaştıramazsınız!
Yeni yargı düzenlemeleri tüm iktidarı “Başkan”ın elinde toplamayı amaçlıyor!
Karayollarında özelleştirme saldırısı
ve gerçekler!
Kapitalizm her zaman ve her yerde öldürür! Kapitalizmi öldürelim!
Taral Makina’da sendikalaşma
ve işten atma
Türk Metal: Hiç şüpheniz olmasın!
BDSP’den kurultay deklarasyonu
Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ile konuştuk
MİB MYK Şubat ayı toplantısı

Kadın sorunu ve toplumsal devrim H. Fırat

Kadının kurtuluşu sosyalist işçi-emekçi iktidarında!

Tarihsel ve sınıfsal özüyle 8 Mart

Sınıf devrimcilerinden
“kadın sorunu ve 8 Mart” panelleri
1789 Fransız burjuva devrimi ve kadın hareketleri
Münih Güvenlik Konferansı notları
Mısır’da devrimci süreç! / S. Eren
Kerberos’un adı Blackwater olursa
güneş ölüme doğar!
“Kanlı Pazar” 16 Şubat 1969
“Yeni YÖK Yasası”
parça parça hayata geçiriliyor
Liseliler Devrim Okulları’nda buluştu
Asistan eylemlerine panoramik bir bakış
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ile konuştuk…

Bu kavga yüzbinlerce taşeron işçisinin geleceğinin kavgasıdır!”

 

-Yakın zamanda çıkarılan yeni sendikalar yasası ile yetki gaspları gündeme geldi. Sermayenin hükümet eliyle gerçekleştirdiği bu adımı nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Uzun zamandır gündemde olan 6657 sayılı Sendikalar Yasası çıktı. Ondan sonra 2009 yılından bu yana yayınlanmayan yetki istatistikleri, sendika üye istatistikleri de 26 Ocak tarihi itibari ile yayınlandı. Aslında bu süreç bir taraftan sendikalar açısından tarihsel bir dönemi de başlatmış oldu. Ve bu sürecin en önemli tartışma başlıklarından birini de taşeron işçilerin sendikal örgütlenmesi oluşturuyor.

Bir önceki dönemde işçi sendikalarının üyelikleri bakanlık kayıtları üzerinden gerçekleştiriliyordu. Yeni yasayla Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) kayıtları üzerinden tanımlandı. Bu yapılan değişikliğin nedeni bakanlık tarafından, “sanal verilerden gerçek verilere dönüyoruz” diye ifade edildi. Ama bu süreçte yaşanan şöyle bir durum var, özellikle taşeron şirketlerde çalışan işçiler açısından. Taşeron şirketlerin SGK’ya yaptığı beyan esas alındı. Tek taraflı bir bildirimle taşeron firmalar, fiilen çalıştıkları işkolları dışındaki işkollarında gösterildi. Ve bu yolla şirketler üzerinden sendikal üyelikler ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Bunun en çarpıcı örneği ve sayısal olarakda en çok etkilenenler arasında sağlık işçileri ve sendikamız oluyor. Aslında taşeron işçilerini üye yapan diğer sendikalarda da bu süreç yaşanıyor. Ancak sağlık alanında yıllardır, “insan ihaleyle çalıştırılmaz”, “sağlıkta taşeron ölüm demektir” diyerek yürüttüğümüz mücadelede hem hukuksal hem fiili kazanımlar elde ettik. Artı, sağlık alanının bütününde taşeron çalıştırmanın tamamen yasadışı, hukuksuz olduğunu mahkeme kararlarıyla ve Yargıtay kararlarıyla tekrar ve tekrar belgeledik. Bu yıllar içerisinde çalışan taşeron şirket işçileri, farklı işkollarında gösterilerek, yani inşaat, nakliye işçisi, gıda, turizm işçisi gibi gösterilerek sendikaya üyelikleri ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Tamamen yasadışı ve hukuksuz bir şekilde yapıldı.

Çalışma Bakanı’nın kendisi ile konuştuğumuzda “biz sizin üyeliklerinizi sisteme giriyoruz ama işte, sistem bunları bir saat sonra geri atıyor” açıklaması yaparak, bu bir bilgisayar meselesi dediler. Biz de başından itibaren şunu söyledik, bu basit bir bilgisayar problemi, ya da bir teknik sorun, ya da bir idari sorun değil, doğrudan siyasi bir meseledir. Bugün sermaye ve hükümetin, taşeron firmalara, işçi sınıfına bakışıyla ilgili bir meseledir. Dolayısıyla bu bir bilgisayar programı sorunu değil, bir AKP programı sorunudur, diye ifade ettik. Hükümetin ve sermayenin siyasi yaklaşımlarının sonucunda, bu işin sorumlularının doğrudan Başbakan ve Çalışma Bakanı olduğunu ifade ettik. İstatiklerin açıklanması ile, Ankara’da bakanlığının önünde eylemlilikler ve etkinlikler gerçekleştirdik. Aslında bizim durduğumuz bu haklı zeminde işçilere verecek bir yanıtı olmayanlar, devletin polisini, çevik kuvvetini biber gazını üzerimize göndererek bizi susturmaya çalıştılar. Yok saymaya çalıştılar. Yayınlanan istatistiklerde sendikamız baraj altında bırakıldı. 10 bin taşeron sağlık işçisinin sendika üyeliği yok sayıldı. Devletin hastanesinde yüzlerce sağlık işçisi sendika üyesi görülmüyor şimdi, devletin kendi kayıtları üzerinde. Bu çok açıkça en temel hak olan, en temel yasal, anayasal, evrensel bir hak olan ve işçi sınıfının mücadele ederek, yüzyıllar boyunca her türlü bedel ödeyerek kazandığı sendikal hakkın gaspıdır. Ve biz bu süreci hem hukuksal, hem de fiili olarak sürdüreceğiz. Bu hafta istatistiklere davamızı açacağız ama dava sonucunu beklemek yerine, adaleti sadece hakim ve savcılardan beklemek yerine, işçi sınıfının kendi adaletini sokakta kurmak üzere mücadele sürecini yürüteceğiz. Hastanelerde sandıklar kuracağız. Yeniden irade beyanları oluşturacağız. Sağlık işçisi olduğumuzu, sendikalı olduğumuzu, onbinlerce olduğumuzu yeniden ve yeniden söyleyecek ve mahkemenin doğru kararı vermesini, gerçeği yansıtan kararı vermesini sağlamak üzere bu gücü örgütleyeceğiz.

-Bu saldırının işçi sınıfının geleceğini nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?

- Tabii bu bizim sendika üzerinden yaşanıyor gibi görünse de, bu iş sadece Devrimci Sağlık-İş Sendikası’nın 10 bin üyesini kabul ettirme meselesi değil. Bu önemli bir nokta. Bu mesele sadece yetki peşine düşmüş bir sendikanın kavgası, mücadelesi değil. Bu kavga yüzde birin kavgası da değil, bu kavga yüzbinlerce taşeron işçisinin geleceğinin kavgasıdır. O nedenlede bugün yürüttüğümüz, taşeron çalıştırma özelinde güvencesiz çalışmaya karşı verilen mücadele, aynı zamanda işçi sıfını hareketinin geleceğini belirleyecek. Çok önemli sonuçlar getireceğini düşünüyoruz. Çünkü bu yasayla birlikte bir yandan alabildiğine güvencesizleştirilen, kayıtdışı çalıştırılan, taşeron çalıştırmadan, güvencesiz çalıştırmaya her türlü hak gaspı artacak. Yeni yasal düzenlemelerle Türkiye’yi bir taşeron cumhuriyetine çevirecekler. Sermaye ve hükümeti, aslında bu yasayla birlikte bütünüyle, işçi sınıfını sendikasız, örgütsüz, silahsız bırakmayı hedefliyor. Dolayısıyla bu süreçte verilecek her türlü tepki, yürütülecek her türlü mücadele işçi sınıfının geleceğini doğrudan belirleyecektir. Eğer bu süreçlere sessiz kalınırsa aslında sermayenin istediği olacak. Bütünüyle sendikasız, örgütsüz bir işçi sınıfı, çok gerekli ise de yandaş sendikalar üzerinden manipüle edilen bir işçi sınıfı hareketi yaratılacak. Düzenlemelerde açıkca bu görülüyor. İşte yasada Hak-İş’e özel maddeler var. Onların önünü açan maddeler vardı. Türk-İş’in konfederasyon düzeyinde sessizliğini anlamak mümkün değil. Yasa ve yetki meselesine ilişkin sürecek her türlü mücadele, işçi sınıfının geleceği ile ilgili sürdürülecek bir mücadele diye düşünüyoruz.

-Yetki sorunu ile karşılaşan başka işkollarından sendikalar da oldu. Bu durum karşısında sizin hızla verdiğiniz tepkiler oldu. Yaşanan soruna karşı sendikaların yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bugün işçi sınıfı bu sorun karşısında ne yapmalı?

-Sendikalar açısından baktığımızda ciddi tepkiler yok. Deri-İş Sendikası’nın Tuzla’da bir eylemi oldu. Orda işkolu birleşmesi ile, Deri-İş sendikamız baraj altında bırakıldı. Aslında bu yasa birçok alanda hak gaspı meydana getirdi. İşkollarının birleşmesi, SGK verilerinin esas alınması. Birçok sendika çok ciddi tehdit altında. Aslında bir sendikasızlaştırma süreci yaşanıyor. Bir başka deyişle güvencesizliğe güvence getiren bir yasa bu. Dolayısıyla bir bütün olarak sendikalarımızın şunu görmesi gerekir. Sendikal hareketin, işçi sınıfı hareketinin bir dönemi artık bitti. Geleneksel anlayışla işyeri yetkileri, baraj, toplu sözleşmelere endeksli bir sendikal mücadele artık tamamlandı. Sınıf hareketinde artık yeni bir tarihsel dönem başlamış oldu. Bunun gereklerine göre her birimizin bu yeni sürece göre kendini hazırlayan ve bu çizgide, fiili-meşru, militan bir çizgide yürütmemiz gerektiği çok açık. O açıdan bütün sendikalarımız bu yasayla birlikte bir dönemin de başladığının artık az çok bilincinde. Sendikal hareket açısından, tek tek sendikalarımız, konfederasyonlarımız açısından da yeni bir dönemin başladığını söylemek doğru olur. İşçi sınıfının bütününe bir sesleniş açısından şu çok açık. Bugün sermaye her yönüyle doğrudan kendi hükümeti, yargısı, kendi hukukuyla birlikte aslında işçi sınıfına karşı tarihinin en büyük saldırlarından birini gerçekleştiriyor. Son 30 yıllık bir periyoda yayılan, Türkiye’de ve tüm dünyada, sermaye stratejisi olarak güvencesiz çalışma, taşeron çalışma yaygınlaştırılıyor. Ve işçi sınıfının tarihsel olarak elde edilmiş tüm haklarını koruyacak, mücadele edecek bir düzleme ihtiyacı var. Dolayısıyla bu dönemde şu çok açık ki biz kendi haklarımızın bilincine varmalıyız ve öz örgütlerimize, işçi sıfının sermayeye karşı en büyük silahı olan sendikalarımızla bu süreci yürütmek zorundayız. Bunun karşısında gerçekten de güçlü bir ortak mücadele ile durmak mümkün. İşçi sınıfının nitel ve nicel olarak yaşadığı muazzam büyüme, aslında bunun olanaklarını yeni bir tarihsel dönemin olanaklarını, nesnel ve öznel olarak da ortaya çıkartıyor. Birçok mücadele dinamiklerimiz var. Birçok deneyimimiz var. Tüm tarihsel deneyim ve birikimler üzerinden yeni dinamikleri yan yana getirmeye, büyütmeye ve önümüzdeki yoluda bu şekilde yürümeye ihtiyacımız var.

Kızıl Bayrak / İstanbul