8 Şubat 2013
Sayı: KB 2013/06

 Kızıl Bayrak'tan
İsrail’in Suriye’ye saldırısı ve bölgesel taşeronların kanlı ortaklığı
İlerici muhalif lider
Şükri Belayid katledildi
Devlet terörü tırmanıyor, hak ve özgürlükler gasp ediliyor
Faşist baskı ve devlet terörünü meşrulaştıramazsınız!
Yeni yargı düzenlemeleri tüm iktidarı “Başkan”ın elinde toplamayı amaçlıyor!
Karayollarında özelleştirme saldırısı
ve gerçekler!
Kapitalizm her zaman ve her yerde öldürür! Kapitalizmi öldürelim!
Taral Makina’da sendikalaşma
ve işten atma
Türk Metal: Hiç şüpheniz olmasın!
BDSP’den kurultay deklarasyonu
Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ile konuştuk
MİB MYK Şubat ayı toplantısı

Kadın sorunu ve toplumsal devrim H. Fırat

Kadının kurtuluşu sosyalist işçi-emekçi iktidarında!

Tarihsel ve sınıfsal özüyle 8 Mart

Sınıf devrimcilerinden
“kadın sorunu ve 8 Mart” panelleri
1789 Fransız burjuva devrimi ve kadın hareketleri
Münih Güvenlik Konferansı notları
Mısır’da devrimci süreç! / S. Eren
Kerberos’un adı Blackwater olursa
güneş ölüme doğar!
“Kanlı Pazar” 16 Şubat 1969
“Yeni YÖK Yasası”
parça parça hayata geçiriliyor
Liseliler Devrim Okulları’nda buluştu
Asistan eylemlerine panoramik bir bakış
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Faşist baskı ve devlet terörünü meşrulaştıramazsınız!

 

Ankara’da bulunan Amerikan Konsolosluğu’na yönelik gerçekleştirilen eylemin ardından düzen cephesi vakit kaybetmeden kirli bir propagandayı devreye soktu. Gerçekleşen eyleme dair ilk bilgileri de kullanan sermaye devleti, özellikle burjuva basını seferber etti. Amaç ise kuşkusuz ki tırmandırılan faşist baskı ve devlet terörüne karşı oluşan toplumsal tepkiyi dizginlemek ve kirli icraatlarını meşrulaştırmaktı.

Geçtiğimiz günlerde ÇHD’nin de içerisinde yer aldığı bir dizi devrimci kuruma yönelik faşist devlet terörü, toplumun farklı kesimlerince tepki ile karşılanmış, gerek avukatlarla, gerek Grup Yorum’la yükseltilen dayanışma, sermaye devletini hayli zora sokmuştu. “Ajanlık”tan “11 çelik kapı”ya kadar bir dizi yalanı piyasaya süren devlet, bu beyhude çabalara rağmen köşeye sıkışmış, öyle ki İstanbul Başsavcısı dahi çıkıp basın toplantısı yapmak zorunluluğu hissetmişti. Yine avukatların kitlesel eylemlerle sahiplenilmesi, ilerleyen günlerde AKP şefinin dahi konuşmalarında yer almıştı. Düzen partisi CHP bile kuşkusuz ki kendi hesapları doğrultusunda bu tepkiye ortak olmuş, İstanbul Barosu da ÇHD’li avukatların yanında yer almıştı.

Konsolosluğa yönelik eylemin ardından ise düzen cephesi, hızlı bir kirli propagandayı devreye soktu. Böylece oluşan toplumsal duyarlılığı tersine çevirmeyi amaçlayan devlet, bir yandan “operasyonu buna karşı yaptık” propagandası yaparken diğer yandan da polis-yargı terörüne tepki gösteren kurumları “terörü desteklemek” ile suçlamaya çabaladı. Kuşkusuz ki burada da en büyük rol bir kez daha boyalı basınındı.

En “Radikal”inden en gericisine kara propaganda

Boyalı basın, Alişan Şanlı isminin gündeme gelmesinin ardından kirli bir kampanya başlatarak eylemi ilerici ve devrimci güçleri karalamanın bir aracına çevirdi. Bir yandan saldırı ile geçtiğimiz günlerde tutuklanan avukatlar arasında bağ kurulurken öte yandan eylemcinin Wernicke-Korsakoff’lu olmasından yola çıkılarak çirkef iddialarda bulunuldu. Liberal-demokrat görünümlü Radikal ile gericiliğin bayraktarı Yeni Akit’in aynı potada buluşması düzen medyasının nasıl tek vücut olabildiğini de gösterdi.

Bir süredir demokrat bir görünüme bürünen ve bu yönlü bir çizgi izleyen Radikal’in manşeti bu açıdan manidar: “Korsakoff taburu!” Haberin içeriği ise eylemi anlatmak ile beraber Şanlı’nın Ölüm Orucu gazisi olması ve hakkında Wernicke-Korsakoff teşhisi bulunmasından ibaret.

Radikal ayrıca Gazi Karakolu’na yönelik eylem gerçekleştiren İbrahim Çuhadar’ın da Wernicke-Korsakoff’lu olduğunu iddia ederek, devletin eylemin hastalara yaptırıldığı propagandasına da açıktan destek verdi. Benzer bir çizgideki Hürriyet ise Wernicke-Korsakoff hastalığına dair aldığı “uzman görüşü”nü “hastalığı beynini küçültmüş olabilir” başlığı ile veriyor. Satılmış bir sözde doktorun görüşlerini yansıtan gazete örgütün eylemciyi kullandığını “kanıtlamak” için şunları söylüyor: “’Şunu şuraya götür, şunu üstüne tak, kapıdan geçince şunu çek’ diye öğretirler. Ama hasta bunun sonucu nereye gider bilemez, muhakeme yeteneğini kaybeder”

Bugün Ölüm Orucu gazisi yüzlerce kişi bu hatalıktan muzdarip. Ancak direnişin onurunu taşıyanlar, zorluklara rağmen hayatlarını sürdürüyor. Burjuva basın ise sadece karalamak için devlet terörünün sebep olduğu bu hastalığı hatırlıyor.

Gericiler ise Şanlı’nın Wernicke-Korsakoff’lu olmasından çok “Sezer affı”yla çıkmasını görüyor ve “Canlı bombayı Sezer affetmiş!”, “Ankara bombacısının Sezer sırrı” gibi başlıklarla ulusalcılara vurmaya çalışıyor.

Hedefte devrimci avukatlar ve düzen partisi CHP var!

Eylemin ardından devlet terörüne meşruluk kazandırmaya çabalayan sermaye devletine burjuva basının hizmetinden söz ettik. Bu açıdan özellikle gericiliğin bayraktarlığını yapanların başı çektiğini söylemek gerek.

Zaman, Akit, Star ve Sabah gibi gazeteler daha ilk günden itibaren avukatlara yönelik operasyon ile bombalama eyleminin bağını kurmakta gecikmediler. Özellikle eylemden bir gün önce İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Çolakkadı’nın ÇHD operasyonu ile ilgili verdiği bilgileri bombalı eylem haberi ile bir arada veren basın, kirli propagandayı derinleştirdi.

Yine avukatların tutuklanması demokratik kamuoyu tarafından tepki ile karşılanırken düzen partisi CHP’nin başkanı Kılıçdaroğlu da hukuksuzluğu kınayan bir açıklama yapmıştı. Gerici basın bu fırsatı da kaçırmayarak “Kılıçdaroğlu DHKP-C’li avukatları savunmuştu” başlığıyla Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarını hatırlattı.

AKP şefi de gerici basın ile aynı yönde açıklamalar yaparak koroya katıldı. Henüz haklarında dava dahi açılmayan avukatları “terör örgütünün içerisinde aktif görev alan avukatlar” biçiminde tanımlamaktan çekinmeyen Erdoğan şu sözlerle CHP’yi de köşeye sıkıştırmaya çalıştı: “Ne yazık ki bu ülkenin ana muhalefet partisi genel başkanı da savunuyor. Bu tür bir ana muhalefet partisi genel başkanı olduğu bir ülkede şüphesiz terörle mücadele de kolay olmayacaktır”

Kirli propaganda tehditlerle sürüyor!

Düzen cephesinin, eylemin ardından başlattığı saldırganlık, ilerleyen günlerde yerini tehditlere bıraktı. Boyalı basında birbiri ardına çıkan haberlerin her biri adeta yeni operasyon tehdidi biçimindeydi. Bu demagojik haberlerde, örgütler arasındaki ilişkiyi anlatmaya çalışan “tahteravalli eğrisi” gibi komiklikler olduğu kadar “3 bombacı aranıyor” biçiminde yeni operasyonların çağrısını yapan manşetler de bulunuyordu.

Bunlara son olarak AKP şefinin pervasız açıklamaları eşlik etti. Çek Cumhuriyeti ziyareti öncesi açıklama yapan Erdoğan, “operasyonlar sürecek!” mesajı vermekten geri durmadı. Bununla birlikte demokratik kurumlara yönelik polis terörünü bir kez daha gerçek dışı argümanlarla savunan Erdoğan, son eylemle de bu operasyonun bağını kurarak şunları söyledi: “Burada çelik kapılar mı var? Kaynaklarla bunu kestik mi kestik; kesemedik camdan gireceğiz. Niye? Çünkü bizim görevimiz, milletimizin güvenliğini, huzurunu sağlamaktır.”

Bu sözler çok açık ki sermaye devletinin önümüzdeki dönemde saldırılarını daha da pervasızca yürüteceğini ve şimdiden bunun yolunu düzlediğini gösteriyor. Kirli propagandayla toplumsal muhalefeti dizginlemek için hiçbir fırsatı kaçırmayan düzen cephesi, muhalif güçlere karşı sıradan faşizmi tırmandırıp korku ve güvenlik paranoyasıyla terörünü meşrulaştırmaya çalışıyor.

Ancak bugün biliyoruz ki hiçbir güç, devrimci hareketi yok etmeyi başaramadı. Ne 12 Eylül postalının etkisi sonsuza kadar sürdü, ne de 90’ların faili meçhul cinayetleri, “1000 operasyon”ları işçi ve emekçileri devrimci mücadeleden alıkoydu. O gün olduğu gibi bugün de ilerici ve devrimci güçler gericilik dalgasını püskürtecek, faşist baskı ve teröre karşı mücadeleyi yükselteceklerdir.

 

 

 

 

Sermaye medyasının pis(ikolojik) savaşı!

 

Ankara’daki ABD elçiliğine yapılan feda eylemi sonrasında medya lağım kokuları saçarak, pis(ikolojik) savaş yürütüyor. Okuma yazmasının olduğundan dahi şüphe edilecek oranda cahil (okuma yazması varsa sahtekar demek gerekir!) bir profesörün açıklamalarına dayanarak pis savaşını yürütüyor.

“Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Zülküf Önal, Wernicke Korsakoff hastalarının kolay yönlendirilebilir hale geldiklerini bildirdi.” “Prof” olduğunu iddia eden bu zatı muhterem, aynı zamanda şunları söylüyor. “Buna erken yaşta bunama denilebilir. Özellikle sabah ne yediğini akşama unutabilir.” İlkokula giden bir çocuk bile sorar, sabah yediğini akşam unutan biri nasıl yönlendirilebilir? Bu zat ve bu zattan mideleri bulanmadan beslenen sözüm ona gazeteciler, unutkan birisinin nasıl yönlendirilebileceğini de açmalıydılar. Herhalde onlar da iki satır önce yazdıklarını unutuyorlar?

Yine bay prof. “bilgi”(!) kusuyor. “Beyin küçülüyor, yapısal değişiklik olmaya başlıyor. Özellikle hafıza merkezlerinde geri dönüşümsüz küçülme oluyor. Bu kişiler, kolay manipüle edilebilir hale geliyor. Saf biri oluyor, yapacaklarının ne ye mal olacağını bilemez hale geliyor. Mutlaka onun elinden birileri tutmuştur. Oraya kadar gelemez.” Eğer beyin küçülebiliyorsa bu profesörün beyni fındık kadar küçülmüş olmalı! Ben de, Wernicke-Korsakofum. Bu hastalık denge ve hafızayla ilgili beyin hücrelerinin ölmesinden, ya da uyuşmasından kaynaklı oluşuyor. Beyin, prof varlığıyla aksini ispatlasa da, küçülmez. Beyincik küçülür. Beyincik küçülmesi ise dengeyi etkiler.

Altını çizdiğim sözlere bakılırsa, bu adam, stand-up’çı olmaya çalışıyor herhalde! Ne yapacağını bilemeyen biri, üzerinde bomba varken, kim onu elinden tutup oraya götürür? Böyle bir şey göze alınmayacak kadar çok riskli değil mi? Saf birini kandıran birileri böyle bir riski göze alabilir mi? Kendilerini prof ve gazeteci sanan bu zatlar, yazdıkları ve söylediklerine kendileri zerrece inanıyor mu? İnanacak saflıktalar mı? Yoksa “namus ve şeref” düşkünü şarlatanlar mı? Bu sadece bir Wernicke-Korsakoflu’nun sorusu. Hakaret değil...

Wernicke-Korsakof’lu Muharrem Kurşun