7 Aralık 2012
Sayı: SİKB 2012/15 (48)

 Kızıl Bayrak'tan
NATO’nun hedefinde
bölge halklarının geleceği var
NATO Patriot sevkiyatına onay verdi
Türk sermaye devletiyle NATO’nun kirli ilişkisi
Sermaye devletinin uşaklığı Kore Savaşı’ndan bugüne sürüyor!
“Özel” kontra örgüt: SADAT
Dokunulmazlık
tartışmalarından yansıyanlar
Karadağ davasında 9. duruşma
“Makul” değil, insanca yaşamaya yeten, vergiden muaf asgari ücret!
Kiğılı direnişi üzerine
Dünden bugüne
MİCHA’dan yansıyanlar
İşyerlerinde uygulanan sistematik kişiliksizleştirme ve baskılama aracının bilimsel adı mobingtir!
MİB MYK Aralık ayı toplantısı
NATO: Bir saldırı, savaş ve iç savaş örgütü - 1
25. yıl etkinliğinin enerjisi ve gücüyle sınıfı örgütleme seferberliğine!
Tunus ve Mısır’ın kısa dersi: Parti, sınıf, devrim!
Mursi ve efendilerine karşı emekçiler ayakta
Burjuva basının genç ve kadın militan korkusu
19 Aralık Katliamı ve direnişinin yıldönümü yaklaşırken
İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi Ali Çerkezoğlu’yla görüştük
Sağlıkta dönüşüm ölüme doymuyor!
Yakın zamanda işten çıkarılan Av. Fatma Arda ile “işçi avukatlık” üzerine
Av. Gökmen Yeşil’le işçi avukatlık ve tip sözleşme üzerine
Av. Cem Gök ile işçi avukatlık ve hukuk alanındaki örgütlenme üzerine
Kadına yönelik baskı, şiddet, ayrımcılık tırmanıyor
Üniversitelerden
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kadına yönelik baskı, şiddet, ayrımcılık tırmanıyor...

Kadın haklarında Türkiye 87. sırada

 

Haftalık Amerikan haber dergisi Newsweek’in Dünyada Kadın ekinde geçtiğimiz günlerde yayınlanan değerlendirmede Türkiye’nin kadın hakları konusunda 132 ülke arasında 87. sırada yer aldığı belirtildi. Sağlık, eğitim, ekonomi ve hukuk verilerine dayanarak yapılan değerlendirme Türkiye’de kadın sorununun ulaştığı çarpıcı boyutu gözler önüne sermek açısından önemli bir yerde duruyor.

Araştırmaya göre listenin ilk sırasında 100 üzerinden 99,2 puanla İsveç bulunurken, İsveç’i sırasıyla Kanada, Danimarka, Finlandiya, İsviçre, Norveç ve ABD izliyor. Listenin sonunda Afganistan bulunurken onun üzerinde Yemen, Pakistan, Sudan gibi ülkeler bulunuyor. Liste incelendiğinde Türkiye’nin 56,2 puanla Gabon, Zimbabwe, Gambiya ve Madagaskar gibi Afrika ülkelerinin yanında Birleşik Arap Emirlikleri ve Ürdün’ün de gerisinde kaldığı görülüyor.

Kadın hakları konusunda önemli bir noktada duran kadının çalışma yaşamına katılımı ile ilgili istatistiki veriler incelendiğinde de Newsweek Dergisi’nin araştırmasına benzer sonuçlar görülmektedir. Kadınların işgücüne katılma oranı (toplam işgücü içerisinde tuttuğu yer) 1990’da %34,1, 2002 yılında %26,9, 2004 yılında %25,4, 2011 yılında ise %28,8’dir. Kısacası çalışanların yaklaşık dörtte birini kadınlar oluşturmaktadır. 2011 yılı verilerine göre kadın istihdam oranı ise %25,6, işsizlik oranı %11,3 iken bu oranlar sırasıyla ilk 15 AB ülkesinde ortalama % 59,5 ve % 9,8; tüm AB ülkelerinde ise ortalama % 58,2 ve % 9,8’dir.

Sırf kadınların çalışma yaşamına katılımı ile ilgili istatistiki verilerin incelenmesi dahi Türkiye’nin kadın haklarında sınıfta kalmasının sebeplerine işaret edebilmektedir. Ayrıca kadın sorununun özü itibari ile sınıfsal karakterde olduğu düşünülürse sermaye devletinin bu sorunu çözmek için somut ve kalıcı adımlar atmak istemeyeceği ortadadır.

Kadın sorununun devam etmesi demek patronlar için ucuz iş gücü ve sömürüyle eş anlama gelmektedir. Bu sebeple sermaye düzeni bu sorunu çözmek şöyle dursun tersine derinleştirmektedir. Ama bir yandan da göz boyamak, toplumu oyalamak için sözde bir takım önlemler almakta, hedefler koymaktadır. Örneğin sermaye hükümetinin “Hedef 2023” safsatası kapsamında kadınların işgücüne katılım oranının 2013 yılına kadar %29,6’ya, 2023 yılına kadar da %35’e çıkartılması hedefi konulmuştur. Ancak 4+4+4 eğitim sistemi uygulaması gibi uygulamalarla ve yasal düzenlemelerle çocuk gelinliğin önü açılırken, halen kadınlara yöneltilen “mesleğiniz nedir?” sorusunun cevabı pek çok kadın tarafından “ev hanımı” olarak yanıtlanırken, kadına yönelik şiddet konusunda ciddi hiçbir adım atılmazken bu oranların sözde bir takım hedefler koyarak değişmeyeceği ortadadır.

Düzen kadın sorununu çöz(e)mez,
çözüm emekçi kadınların mücadelesinde!

Kadın cinayetlerinin, kadına yönelik şiddetin sıradanlaştığı, cinsiyet ayrımcılığının yaşamın her alanında sürdüğü ortadayken ve bunun karşısında sermaye düzeninin bir alternatifi yokken Türkiye’nin kadın hakları konusunda sınıfta kalması şaşırtıcı değildir. Bugün polis terörünün dizginlerinden boşaldığı, düşünce-ifade özgürlüğünün yok sayıldığı, hapishanelerdeki siyasi tutsak sayısının her geçen gün katlanarak arttığı, karakolda, cezaevinde baskı ve işkencenin hız kesmediği bir ülkede kadın haklarından söz etmek mümkün değildir. Dolayısıyla kadın hakları konusunda Türkiye’nin pek çok ülkenin gerisine düşerek “sınıfta kalması” şaşırtıcı olmamıştır.

Bu tablo ancak emekçi kadınların mücadeleye etkin katılımı ile aşılabilecektir. Emekçi kadınlar kendi haklarına sahip çıkıp, bu uğurda mücadele ettikleri koşulda “kadın hakları” konusunda da bir ilerleme kat edilebilecektir. Kadınların gerçek manada eşit ve özgür bir dünyada yaşamaları, tüm insani haklarını tam olarak elde etmeleri ve bunları güvence altına almaları ise ancak sosyalizm ile mümkün olacaktır.

 

 

 

 

Kül olup savrulurken Dakka’dan New York’a...

Dakka, New York’un güncellenmiş resmidir!

 

Bu sefer Bangladeş Dakka’dan bir haber düşüyor ajanslara. Neresiydi ki Dakka? Sanki tarihin bir sayfasında New York’tan bir tekstil fabrikasından hatırlıyorum. Yoksa Bursa’da mıydı? İstanbul’u sel bastığı bir yağmur sonrasında Pameks fabrikasının önündeki “servis” mi bana Dakka’yı hatırlatan. Gerçekten kilometrelerce uzakta mıydı Dakka? Sanki her yaşanmışlıkla daha da yakınlaşıyor, sanki her anımsadığım Dakka’nın resmini bulanıklıktan kurtarıyor gibi.

Fotoğraftan yansıyan: Bangladeş Dakka’da bir tekstil fabrikasından yükselen yangın, küle dönen çoğu kadın 120 işçi. Bedenimde duyuyorum sızısını. Bedenimin bir başka köşesinde 1857 New Yorku’ndan kalma bir acıyla birleşiyor. Kül olup savruluyorum Dakka’dan New York’a.

Hani o uzak, bir o kadar da yakınımızdaki Dakka’da yanıp kül olan işçiler, ürettiklerini alıp giyemeyen sen ve ben gibiydi. Ürettiği bir ayakkabıdan daha düşük maaş alan Desa işçileri gibiydi. Ürettiği, tamir ettiği gemilerle dünya turuna çıkanların ardından bakakalan tersane işçileri gibiydi. Düşünüyorum da ölümlerinin hikayesinin benzerliği gibi düşleri de benzer miydi acaba? Makinenin başında geçerken vakitleri, makine seslerini aşarak içlerinden geçen ezgide buluşabilmişler miydi? Düşlerde, ezgilerde buluşmadılarsa da küllerini savuran rüzgarın koynunda buluştular. Ve bu buluşma bir gün sesini bulacak işçilerin sessiz çığlığını büyüttü. Patronların kulakları ise tıkalıydı holdinglerinin, villalarının, rezidanslarının çift camlarından.

Zaman ilerliyor, coğrafyalar değişiyor ama hep benzer hikayeler takılıyor fotoğraf karelerine. Bunlar sömürünün çarkı dönmeye devam ettikçe karşımıza çıkacak hikayeler. Yangına dönse de, boğulsa da adına servis denmiş camsız bir yük taşıma aracında bedenler kum torbasından daha fazla değerli değil patronlar için. Takılıp kalmayalım bu fotoğraflara... Bilelim ki bu fotoğrafların ardı sıra başka fotoğraflar da çıkmıştır tarihin sayfalarına eklenen. Hani Dakka’yı en çok benzettiğim New York’un yangın öncesi fotoğraflar, destansı bir mücadeleye, sınıf mücadelesinin en önemli günlerinden biri olan 8 Mart Dünya Emekçi Kadın Günü’nün ortaya çıkışına aittir. Fotoğrafın görüntüsünü ve rengini değiştirmek bizim elimizde.

Z. İnanç